SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI
Yazıya bir doktor ağabeyimin sözüyle başlamak istiyorum
"sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz"
İnsan haklarıyla sağlık hep iç içe olmuştur. Çünkü en temel
insan hakkı yaşam hakkıdır. Yaşam ise sağlığın baş konusudur. Yine insan
haklarının temel konularından olan beslenme, barınma, çocuk hakları ve işkence
sorunu da sağlık haklarını kapsamaktadır. Hem insan hakları hem sağlık hakları
uluslararası sözleşmelerle hükumetlere karşı garanti altına alınmaya
çalışılmıştır. İlgili sözleşmeler her iki hakka evrensel boyut kazandırmıştır. Sözleşmeler
altına imza koyan tüm devletleri bağlamaktadır.
İkinci Dünya Savaşının kötü sonuçlarıyla yüz yüze kalan
uluslararası toplum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 1948)’ni kabul
etti. Ancak, devletler Bildirgenin şartlarını bağlayıcı hukuki hükümler haline
getirme çalışmaları yaparken Soğuk Savaş insan haklarını gölgeledi ve iki ayrı
kategoride kutuplaşmaya yol açtı. Batı, medeni ve siyasi haklara öncelik
verilmesi gerektiğini, çünkü ekonomik ve sosyal hakların sadece birer düşten
ibaret olduğunu ileri sürdü. Aksine, Doğu Bloğu gıda, sağlık ve eğitim
haklarının öncelikli olduğunu, medeni ve siyasi hakların ise ikinci sırada
geldiğini savundu. Sonuç olarak 1966 yılında iki ayrı sözleşme ortaya çıktı:
Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR) ve
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR). O zamandan beri çok
sayıda sözleşme, bildirge ve benzeri hukuksal belge kabul edildi. İnsan
hakları, işte bu belgeler içinde özetlenmiş durumdadır.
Sağlık hakkı da uluslararası sözleşmelerle garanti altına
alınırken bir de uluslararası çatı örgütüne (DSÖ) kavuşmuştur. Sağlık hakkı ilk
defa Dünya Sağlık Örgütünce 1946 yılında kabul edildi. Ve sonra 1978’de Alma
Ata Bildirgesi’nde, 1998’de Dünya Sağlık Asamblesi’nce kabul edilen Dünya
Sağlık Bildirgesi’nde tekrarlandı. Çok sayıda uluslararası ve bölgesel insan
hakları belgesinde onaylandı.
Mayıs 2000’de, 145 ülke ortak bir sözleşmeye imza
koydu. Sözleşmeyi gözeten Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, sağlık
hakkına ilişkin bir Genel Yorum kabul etti. Genel Yorumlar bireysel hakların ve
Taraf Devletlerin (imza koyan devletlerin) yükümlülüklerinin doğasını ve
içeriklerini açıklarlar. Genel Yorum sağlık hakkının gıda, barınma, çalışma,
eğitim, katılım, bilimsel ilerlemelerin ve bunların uygulamalarının
faydalarından yararlanma, yaşam, ayrımcılığa uğramama, işkence görmeme,
mahremiyet, bilgiye erişim ve örgütlenme, toplanma ve dolaşım hakkı gibi diğer
insan haklarının yaşama geçirilmesi ile yakından ilişkili ve onlara bağımlı
olduğunu kabul eder.
Özgür düşünmenin önündeki engeller hiç şüphesiz ki sağlığı
bozar, en başta da ruh sağlığını bozar. Sağlıklı yaşamak bir insan hakları sorunuysa, özgür
düşünmeyi engelleyen her şey insan sağlığını bozuyorsa, özgür
düşünmek, düşündüğünü söylemek hakkını engellemek doğrudan yaşam ve sağlık
hakkına müdahale anlamına gelir. Yani özgür düşünebilmek için sağlığa, sağlıklı
kalabilmek için özgürlüğe ihtiyacımız var.
Sağlıklı nesil yetiştirmek sadece ekonomik, sosyal haklarını
garanti etmekle olamaz, aynı zamanda özgür ve özgür düşünen kişiler olmalarını
sağlamakla da ilintilidir.
Sağlık hakkı sadece sağlıklı olma hakkı demek değildir, mümkün olan
en yüksek sağlık standartlarına ulaşma hakkı demektir. Özgür düşünen bir insan
olmak için de bilgiye ulaşma hakkına sahip olmak gerekir. Bilgiye ulaşmak
önemli, bilgiyi paylaşmadığın, yaymadığın sürece o bilginin bir anlamı
olamaz. Öyleyse; sağlıklı bir birey olabilmek için hem sağlık standartlarına hem
de bilgiye ulaşma ve yayma haklarına sahip olmamız gerekmektedir. Bu iki
hakkı engellemek evrensel insan hakları sözleşmelerine karşı gelmek demektir. Ülkeler sağlık
mevzuatlarını bu sözleşmeler ışığında hazırlamalı, insan haklarını göz-ardı
etmemelidir.(Örneğin, aile bütünlüğünü hiçe sayan "eş durumu"
genelgeleri)
Şunu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum? Halka sağlık sunmada mekan ve aletlerden çok daha önemlisi sağlık çalışanlarıdır. Onların; maddi, manevi, örgütlenme hakları kadar güvende olma ve saygı görme haklarının olduğu göz ardı edilemez. Sağlık çalışanları olmadan sunulan olanakların hiçbir anlamı yoktur. Onları, güvenliğini ve geçimini düşür halde bırakmak vicdana bırakılamayacak kadar bir insan hakları sorunudur.
Sağlık hakkı çoğunluğun hakkı yada çoğunluğa göre düzenlenen
bir pratik değildir, marjinal gurupların da ulaşabileceği haklardır. Örneğin
travestiler ,ya da o ülkenin büyük çoğunluğunun konuştuğu dili bilmeyenler ,
hatta katiller, teröristler sağlık hakkını kullanamazlar diyemeyiz. Düşünce, inanç
ve örgütlenme özgürlüğü de çoğunluğun değil her kesimin hakkıdır. Ne var
ki; uluslararası sözleşmeler hem sağlık hakkını, hem de düşünce, inanç ve
örgütlenme hakkın diğer bireylerin ve toplulukların sağlığını ve düşüncelerini
engelleyici biçimde kullanamayacağını da kurala bağlamıştır.
Güncel tanım, ırk,
renk, cins, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken,
mal varlığı, doğum, fiziksel ya da ruhsal engellilik, sağlık durumu (HİV/AİDS
dahil), cinsel tercihler, medeni, siyasal, sosyal ya da diğer statüler sağlık hakkının eşit biçimde kullanılmasını
engelleyen unsurlar olmamalıdır.
İşkence ve eziyete maruz bırakılmama, köle edilmeme,
düşünce, vicdan ve din hürriyeti gibi hiçbir koşulda kısıtlanamayacak bazı
insan hakları vardır. Uluslararası insan hakları belgelerindeki sınırlama ya da
küçültme ifadeleri belirli durumlarda insan haklarını sınırlandırma ihtiyacını ortaya
koyar. Halk sağlığı bazen devletlerce insan hakları uygulamalarını sınırlamak
için bahane olarak kullanılır. Böyle durumlarda Sirakuza prensiplerine sadık
kalınmalıdır.
Sirakuza Prensipleri olarak bilinen şu koşulların hepsinin
birden var olması halinde geçici hak kısıtlamaları haklı kabul edilebilir: •
Kısıtlama, hukuka uygun bir biçimde konulmalı ve uygulanmalı; • Kısıtlama,
kamuoyunu ilgilendiren meşru bir amacı gerçekleştirmek için olmalı(Ülkenin
geleceğinin tehlikede olması gibi); •
Kısıtlama, demokratik bir toplumda yararlı bir amacı gerçekleştirmek için
kesinlikle gerekli olmalı; • Aynı amaca ulaşmak için daha az zorlayıcı ve
kısıtlayıcı yöntemlerin kalmaması; ve • Kısıtlama, keyfi, yani makul olmayacak
ya da başka bir yolla ayrımcılığa yol açacak bir biçimde hazırlanmış ve kabul
ettirilmiş olmamalı.
Ciddi bir bulaşıcı hastalık— örneğin, günümüzde covit-19, geçmişte Ebola ateşi ya da
tedavi edilmemiş tüberküloz — nedeniyle karantina ya da tecrit uygularken
dolaşım hakkına müdahale edilmesi bu kısıtlamalara bir örnek olarak verilebilir
Bireylerden sağlık durumlarıyla (HİV enfeksiyonu, kanser ya
da genetik hastalıklar gibi) ya da davranışlarıyla (cinsel tercihler, alkol ya
da diğer potansiyel olarak zarar verici maddelerin kullanımı gibi) ilgili
kişisel bilgilerin toplanmasının, devlet tarafından - doğrudan ya da bu bilgilerin
kasten ya da kazaen başkalarına açıklanması biçiminde kötü kullanım potansiyeli
vardır. Bu yüzden devletler kişilerin sağlıkla ilgili bilgilerini insan hakları
temelinde saklamalı ve korumalıdır.
Görüldüğü gibi insan ve sağlık haklarının korunması ve
geliştirilmesi ülkelerin demokrasi ve özgürlük notunu belirlerken, uygarlık
düzeyini de göstermiş olur.
Evet, doktor ağabeyimizin aynı sözüyle
bitireyim. "sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz".
Dr. Mustafa Dağcı