5 Şubat 2018 Pazartesi

SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI

                              SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI                   

Yazıya bir doktor ağabeyimin sözüyle başlamak istiyorum "sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz"

İnsan haklarıyla sağlık hep iç içe olmuştur. Çünkü en temel insan hakkı yaşam hakkıdır. Yaşam ise sağlığın baş konusudur. Yine insan haklarının temel konularından olan beslenme, barınma, çocuk hakları ve işkence sorunu da sağlık haklarını kapsamaktadır. Hem insan hakları hem sağlık hakları uluslararası sözleşmelerle hükumetlere karşı garanti altına alınmaya çalışılmıştır. İlgili sözleşmeler her iki hakka evrensel boyut kazandırmıştır. Sözleşmeler altına imza koyan tüm devletleri bağlamaktadır.

İkinci Dünya Savaşının kötü sonuçlarıyla yüz yüze kalan uluslararası toplum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 1948)’ni kabul etti. Ancak, devletler Bildirgenin şartlarını bağlayıcı hukuki hükümler haline getirme çalışmaları yaparken Soğuk Savaş insan haklarını gölgeledi ve iki ayrı kategoride kutuplaşmaya yol açtı. Batı, medeni ve siyasi haklara öncelik verilmesi gerektiğini, çünkü ekonomik ve sosyal hakların sadece birer düşten ibaret olduğunu ileri sürdü. Aksine, Doğu Bloğu gıda, sağlık ve eğitim haklarının öncelikli olduğunu, medeni ve siyasi hakların ise ikinci sırada geldiğini savundu. Sonuç olarak 1966 yılında iki ayrı sözleşme ortaya çıktı: Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR) ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR). O zamandan beri çok sayıda sözleşme, bildirge ve benzeri hukuksal belge kabul edildi. İnsan hakları, işte bu belgeler içinde özetlenmiş durumdadır.

Sağlık hakkı da uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınırken bir de uluslararası çatı örgütüne (DSÖ) kavuşmuştur. Sağlık hakkı ilk defa Dünya Sağlık Örgütünce 1946 yılında kabul edildi. Ve sonra 1978’de Alma Ata Bildirgesi’nde, 1998’de Dünya Sağlık Asamblesi’nce kabul edilen Dünya Sağlık Bildirgesi’nde tekrarlandı. Çok sayıda uluslararası ve bölgesel insan hakları belgesinde onaylandı.

Mayıs 2000’de, 145 ülke ortak bir sözleşmeye imza koydu. Sözleşmeyi gözeten Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, sağlık hakkına ilişkin bir Genel Yorum kabul etti. Genel Yorumlar bireysel hakların ve Taraf Devletlerin (imza koyan devletlerin) yükümlülüklerinin doğasını ve içeriklerini açıklarlar. Genel Yorum sağlık hakkının gıda, barınma, çalışma, eğitim, katılım, bilimsel ilerlemelerin ve bunların uygulamalarının faydalarından yararlanma, yaşam, ayrımcılığa uğramama, işkence görmeme, mahremiyet, bilgiye erişim ve örgütlenme, toplanma ve dolaşım hakkı gibi diğer insan haklarının yaşama geçirilmesi ile yakından ilişkili ve onlara bağımlı olduğunu kabul eder.

Özgür düşünmenin önündeki engeller hiç şüphesiz ki sağlığı bozar, en başta da ruh sağlığını bozar. Sağlıklı yaşamak bir insan hakları sorunuysa, özgür düşünmeyi engelleyen her şey insan sağlığını bozuyorsa, özgür düşünmek, düşündüğünü söylemek hakkını engellemek doğrudan yaşam ve sağlık hakkına müdahale anlamına gelir. Yani özgür düşünebilmek için sağlığa, sağlıklı kalabilmek için özgürlüğe ihtiyacımız var.

Sağlıklı nesil yetiştirmek sadece ekonomik, sosyal haklarını garanti etmekle olamaz, aynı zamanda özgür ve özgür düşünen kişiler olmalarını sağlamakla da ilintilidir.

Sağlık hakkı sadece sağlıklı olma hakkı demek değildir, mümkün olan en yüksek sağlık standartlarına ulaşma hakkı demektir. Özgür düşünen bir insan olmak için de bilgiye ulaşma hakkına sahip olmak gerekir. Bilgiye ulaşmak önemli, bilgiyi paylaşmadığın, yaymadığın sürece o bilginin bir anlamı olamaz. Öyleyse; sağlıklı bir birey olabilmek için hem sağlık standartlarına hem de bilgiye ulaşma ve yayma haklarına sahip olmamız gerekmektedir. Bu iki hakkı engellemek evrensel insan hakları sözleşmelerine  karşı gelmek demektir. Ülkeler sağlık mevzuatlarını bu sözleşmeler ışığında hazırlamalı, insan haklarını göz-ardı etmemelidir.(Örneğin, aile bütünlüğünü hiçe sayan "eş durumu" genelgeleri)

Şunu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum? Halka sağlık sunmada mekan ve aletlerden çok daha önemlisi sağlık çalışanlarıdır. Onların; maddi, manevi, örgütlenme hakları kadar güvende olma ve saygı görme haklarının olduğu göz ardı edilemez. Sağlık çalışanları olmadan sunulan olanakların hiçbir anlamı yoktur. Onları, güvenliğini ve geçimini düşür halde bırakmak vicdana bırakılamayacak kadar bir insan hakları sorunudur.

Sağlık hakkı çoğunluğun hakkı yada çoğunluğa göre düzenlenen bir pratik değildir, marjinal gurupların da ulaşabileceği haklardır. Örneğin travestiler ,ya da o ülkenin büyük çoğunluğunun konuştuğu dili bilmeyenler , hatta katiller, teröristler sağlık hakkını kullanamazlar diyemeyiz. Düşünce, inanç ve örgütlenme özgürlüğü de çoğunluğun değil her kesimin hakkıdır. Ne var ki; uluslararası sözleşmeler hem sağlık hakkını, hem de düşünce, inanç ve örgütlenme hakkın diğer bireylerin ve toplulukların sağlığını ve düşüncelerini engelleyici biçimde kullanamayacağını da kurala bağlamıştır.

Güncel tanım,  ırk, renk, cins, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken, mal varlığı, doğum, fiziksel ya da ruhsal engellilik, sağlık durumu (HİV/AİDS dahil), cinsel tercihler, medeni, siyasal, sosyal ya da diğer statüler  sağlık hakkının eşit biçimde kullanılmasını engelleyen unsurlar olmamalıdır.

İşkence ve eziyete maruz bırakılmama, köle edilmeme, düşünce, vicdan ve din hürriyeti gibi hiçbir koşulda kısıtlanamayacak bazı insan hakları vardır. Uluslararası insan hakları belgelerindeki sınırlama ya da küçültme ifadeleri belirli durumlarda insan haklarını sınırlandırma ihtiyacını ortaya koyar. Halk sağlığı bazen devletlerce insan hakları uygulamalarını sınırlamak için bahane olarak kullanılır. Böyle durumlarda Sirakuza prensiplerine sadık kalınmalıdır.

Sirakuza Prensipleri olarak bilinen şu koşulların hepsinin birden var olması halinde geçici hak kısıtlamaları haklı kabul edilebilir: • Kısıtlama, hukuka uygun bir biçimde konulmalı ve uygulanmalı; • Kısıtlama, kamuoyunu ilgilendiren meşru bir amacı gerçekleştirmek için olmalı(Ülkenin geleceğinin tehlikede olması  gibi); • Kısıtlama, demokratik bir toplumda yararlı bir amacı gerçekleştirmek için kesinlikle gerekli olmalı; • Aynı amaca ulaşmak için daha az zorlayıcı ve kısıtlayıcı yöntemlerin kalmaması; ve • Kısıtlama, keyfi, yani makul olmayacak ya da başka bir yolla ayrımcılığa yol açacak bir biçimde hazırlanmış ve kabul ettirilmiş olmamalı.

Ciddi bir bulaşıcı hastalık— örneğin, günümüzde covit-19, geçmişte Ebola ateşi ya da tedavi edilmemiş tüberküloz — nedeniyle karantina ya da tecrit uygularken dolaşım hakkına müdahale edilmesi bu kısıtlamalara bir örnek olarak verilebilir


Bireylerden sağlık durumlarıyla (HİV enfeksiyonu, kanser ya da genetik hastalıklar gibi) ya da davranışlarıyla (cinsel tercihler, alkol ya da diğer potansiyel olarak zarar verici maddelerin kullanımı gibi) ilgili kişisel bilgilerin toplanmasının, devlet tarafından - doğrudan ya da bu bilgilerin kasten ya da kazaen başkalarına açıklanması biçiminde kötü kullanım potansiyeli vardır. Bu yüzden devletler kişilerin sağlıkla ilgili bilgilerini insan hakları temelinde saklamalı ve korumalıdır.

Görüldüğü gibi insan ve sağlık haklarının korunması ve geliştirilmesi ülkelerin demokrasi ve özgürlük notunu belirlerken, uygarlık düzeyini de göstermiş olur. 

Evet, doktor ağabeyimizin aynı sözüyle bitireyim. "sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz".


                                                                                                               Dr. Mustafa Dağcı