Dr.Mustafa Dağcı'nın kişisel bloggeri....
Dr. Mustafa Dağcı'nın kişisel blogudur.
27 Ekim 2025 Pazartesi
ELBET GÜN AĞARIR ANNE
https://drive.google.com/file/d/1sZEEMC7hE7JKVw6pPMxem8XckDOTTdR9/view?usp=sharing
10 Temmuz 2019 Çarşamba
KİMİ TESPİTLER
KİMİ TESPİTLER
ü BİR DİYALOG İKİ MONOLOGDAN İYİDİR
ü KÜRTLER HOŞGÖRÜ İSTEMİYOR; HOŞGÖRÜ
BAHŞETME HAKKINI KENDİNDE GÖRÜR. DOLAYISI İLE KÜRTLER ULUS OLMAKTAN DOĞAN
HAKLARINI ÖZGÜRCE KULLANACAKLARINI İLAN EDİYORLAR... HERKES BUNU HOŞGÖRÜYLE
DEĞİL, SAĞIYLA KARŞILAMALIDIR. HAKLARIN VE HALKLARIN EŞİTLİĞİNDE GERÇEK BARIŞA
KAVUŞURUZ.VE BU BARIŞ EVRENSEL ANLAYIŞLARLA SÜRDÜRÜLE BİLİNİR.
ü BÜYÜK GÜCE SAHİP OLMAK HER ZAMAN
SALDIRMA POTANSİYELİNİ İÇİNDE TAŞIR.
ü BAŞKA KİMLİKLERİN, DÜŞÜNCELERİN, İNANÇLARIN,
DİLLERİN DE KENDİMİZİNKİ KADAR OLANAKLARA SAHİP OLMA, KENDİNİ GELİŞTİRME HAKKI OLDUĞUNU
İÇSELLEŞTİRMELİYİZ.
ü BARIŞTA OĞULLAR BABALARINI, SAVAŞTA
BABALAR OĞULLARINI GÖMERLER.
ü BARIŞI KENDİNİZDEN BAŞKA HİÇ KİMSE
SİZE GETİRMEZ
ü FARKLI DİLLERDEN AYNI ŞARKIYI
SÖYLEMEYİ, FARKLI GÖZLERDEN AYNI GÖKYÜZÜNÜ SEYRETMEYİ ÖĞRENMEKTİR DEMOKRASİ VE
BARIŞ
ü BARIŞ SADECE SAVAŞIN OLMAMASI DEĞİLDİR...
O BİR ANLAYIŞTIR, GÜVENDİR, YAŞAMA KÜLTÜRÜDÜR
ü YA BİZ SAVAŞIN SONUNU GETİRECEĞİZ, YA
DA SAVAŞ BİZİM
ü BİR ÜLKEDE İKİ KEZ ÜST ÜSTE SORUNSUZ
BİR ŞEKİLDE VE SEÇİMLE İKTİDAR EL DEĞİŞTİRMİŞ İSE, O ÜLKE DEMOKRASİYE DOĞRU
YOL ALINIYOR DEMEKTİR
ü YENİ GERÇEKLİKLER ESKİ DEĞERLERLE
ÇÖZÜLEMEZ
ü CEMAATSEL YAŞAMLA ÖRGÜTLÜ BİREY OLMAK
BİRBİRİYLE ÇELİŞİR. GÜNÜMÜZDE FORMEL ÖRGÜTLENMELER YERİNE ÖRGÜN ÖRGÜTLENMELER(ORTAK
OLGULAR ÜZERİNDE BİR ARAYA GELME)...GEREKMEKTEDİR
ü YAŞAM BİÇİMİMİZE SADECE İKTİDARLAR
MÜDAHALE ETMİYOR; OLİGARŞİK SERMAYE HER ŞEYİMİZE MÜDAHALE EDİYOR(MODAYLA, REKLAMLA
VS)
ü ERKLER AYRILIĞI MI, ERKLER UYUMU MU?
ü TEKNOLOJİ DOĞRUDAN KATILIM OLANAKLARINI ARTTIRABİLİR AMA, BU DA OLİGARŞİK YAPILAR GELİŞTİRME TEHLİKESİ
TAŞIYOR.
ü ASKERLER- KEMALİSTLER VE DİNDARLAR...CUMHURİYET
TARİHİ BOYUNCA BU İKİ KESİM DEMOKRATİKLEŞMEYİ KENDİLERİNİ KORUMA VE KOLLAMAYLA
EŞİT TUTTULAR...NE ZAMAN HER KESİMİN,HER İNANCIN,HER HALKIN HAK VE HUKUKLARINI
KORUYUP KOLLAYAN ŞEFFAF VE İLERİ BİR DEMOKRASİYE GEÇERİZ,TÜM KURUM VE
KURULUŞLARA GÜVEN DUYULUR HALE GELİR,O ZAMAN RAHAT EDERİZ
ü “Şakşakçıların desteğine ihtiyaç duyan
biriyseniz içinizde bir şeyler eksik demektir” dedi.
ü Serpilip büyümek için insanların toplumda bir
rolleri olduğuna, hayat oyununun bir parçası olduklarına inanmaları gerekir
ü Tjan bana, “Çocuklarımın başarıya kazanç ve
kayıp olarak bakmalarını değil, tüm kalpleriyle diledikleri şeyin peşinden
koşmalarını istiyorum” dedi.
ü Tjan: “Başarımızı yarattığımız anlamlı rol veya
yenilikler ya da onların dünya üzerindeki etkisi yerine, kazanacaklarımız-la
ölçmeye kalktık.
ü
The Life Cycle Completed adlı kitabında Erikson, üretkenliği daha iyi
açıklamak için ölmek üzere olan yaşlı bir adamla ilgili şu hikayeyi koymuştur:
“Gözleri kapalı bir şekilde öylece
uzanırken eşi yanına gelip oraya onu ziyarete gelmiş bulunan tüm aile
fertlerinin ismini saydı. O ise birden doğrulup oturarak “Peki dükkanla kim
ilgileniyor?” diye sordu. Bu ise Hindu’ların “dünya işlerine olan tamah” diye
tabir ettiği yetişkinlik ruhunu göstermektedir.”
Kürt İsyan Tarihi Ve "Barış İçin Akademisyenler" in İbretlik Bildirileri
KÜRT TARİHİ
ü
MÖ 2000 YILLARINDA KARDUKYA DENİRDİ
KÜRDİSTANA(SU BÖLGESİ-MEZOPOTAMYA)
ü
12.YY DA SELÇUKLU PRENSİ SENCER BEY İLK DEFA
KÜRDİSTAN SÖZCÜĞÜNÜ KULLANDI
ü
OSMANLIDA KÜRDİSTAN DENİRDİ VE KÜRT TIMARI VARDI
ü
YAVUZ SELİMLE ŞAH İSMAİL SAVAŞINDA 1514 İDRİS
BİTLİSİ YAVUZUN YANINDA YER ALARAK ALEVİLERİ VE ŞİİLERİ KATLETTİ KARŞILIĞINDA
23 KÜRT BEYLİĞİ KENDİSİNE BAĞLANDI (İLK KORUCULUK)
ü
1638 KASR-I ŞİRİN ANLAŞMASI: KÜRDİSTANIN İLK
BÖLÜNMESİ
ü
1808 İLK İSYANLAR (BEDİRHANLAR)
ü
2. ABDÜLHAMİT SUNNİ KÜRTLERDEN HAMİDİYE ALAYLARI
OLUŞTURDU (1200 KİŞİDEN OLUŞAN 36 ALAY)
ü
1898 İLK KÜRDİSTAN ADIYLA KÜRTÇE GAZETE ÇIKAR
ü
1908 MEŞRUTİYETLE GAZETE
ÇIKARMALAR,ÖRĞÜTLENMELER VE İTTİHATÇILARIN KÜRT DÜŞMANLIĞI BAŞLAR
ü
1920 KÜRDİSTAN YENİDEN PARÇALANIR
ü
1921 ANAYASASINDA ÖZERKLİK KABUL EDİLİR
ü
1924 ANAYASASIYLA KÜRTLER VE ÖZERKLİK YOK
SAYILIR
ü
1921 KOÇGİRİ,1925 ŞEYH SAİT,1930 AGRI,1937
DERSİ,1960 DEDEKO,1965 TİP,1980 KADAR DDKD,ÖZGÜRLÜK YOLU,RIZGARİ,KUK PKK VS
ü
1984 PKK'NİN DEVLETE KARŞI İLK İSYANI
ü
1990 HEP.......HDP 7 YASAL PARTİ
ü
1988 HALEPÇE
ü
1989 A.KASİMLA NIN ÖLDÜRÜLÜŞÜ
ü
ü "Barış için Akademisyenler"
tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyle:
ü Bu suça ortak olmayacağız! Em ê nebin
hevparên vî sûcî!
ü Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları
olarak bu suça ortak olmayacağız!
ü Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da,
Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca
süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte,
yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak,
yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta
olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına
alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
ü Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi
hukukunun ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların,
uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da
ağır bir ihlali niteliğindedir.
ü Devletin başta Kürt
halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve
uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma
yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin
sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde
yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek
tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin
yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep
ediyoruz.
ü Müzakere koşullarının
hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin
Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını
talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız
gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü
olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti
bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
ü Devletin
vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu
ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç
ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi
partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi
taahhüt ediyoruz."
9 Temmuz 2019 Salı
ÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK
Toplumsal
ilişkide üzücü bir durum yaşıyoruz. İdeolojik bakışımız her şeyin önüne geçmiş
durumda. Bu öylesine bir boyut aldı ki, “ötekileştirmenin” ötesine geçip,
düşmanlaştırma, cepheleştirme durumuna evrildi.
Bu bakış
tarzı, sizin iyi olan kişisel özelliklerinizin, ehliyet ve liyakatinizin, umarsız
dostluğunuzun, çıkarsız arkadaşlığınızın, birlikte emek verip yarattığınız
geçmişinizin tümünün önüne geçip, bütün bu değerleri önemsizleştiren bir tutuma
dönüştü…”Bizden olsun çamurdan olsun” anlayışı… Varsa, yoksa ideolojik bakış
tarzı esas alınmaya başlandı… Yalansız-dolansız olmanızın, çalıp-çırpmamanızın,
iyi bir ebeveyn-eş olmanızın, çevreye-hayvanlara duyarlılığınızın, meslekteki
başarınızın- yaratıcılığınızın insanı-insanlığı sevmenizin bir değeri kalmıyor…
Fazıl Say, Sezen Aksu, Ahmet Altan, Sırrı Süreyya Önder, Orhan Gencebay olsanız
da, “karşı cephe” ilan edilen tarafa yakın durmuş iseniz, feriştah olsanız gözde-
gönülde bitiriliyorsunuz… Aziz Sancar, Orhan Pamuk olup Nobel Ödülü de alsanız
ideoloji nefretinde boğulmaktan kurtulmak mümkün olmuyor.
Üsluplar,
espriler seviyesizleşiyor ve bu seviyesizlik zekâ sanılmaya başlanıyor…
Söylemlerimiz, paylaşımlarımız gerçek verilere dayandırılmadan, doğruluğu
araştırılmadan sorumsuzca sunuluyor… İddiaların belli bir zaman sonra yalan
çıkması utandırmıyor…
Politik dil
en kötüsünden başlıyor… Örneği; ”Anti-demokratik tutum” demek yerine, “Hitler'den daha kötü” noktasına geliniyor… Politikalar eleştirilirken, bir çırpıda “vatan
haini”, “terörist” ilan edile biliniyor.
Bir türlü
halka güvenme öğrenilemiyor. Seçimle gelip, seçimle gitme prensibi esas alınmıyor.
“Halk” kendi çizgimize yakın ise, “zeki ve ne yapacağını iyi bilen” oluyor,
kendi çizgimize yakın durmamışsa “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan”, “sürü” gibi
sıfatlara layık görüle biliniyor. Oysa halk dediğimiz bizleriz. Kendisini halktan
üstün görme böbürlenmesinin esiri olunuyor.
Her şey
ideolojilere, kişilere endeksleniyor. Kişilerin de, ideolojilerinde değişebileceği
unutuluyor. Tüm bir araya gelmelerde siyaset dışı bir şey tartışılmıyor.
Varsa-yoksa siyaset! Bu da bir arada olunmanın önüne set çekiyor.
Herkesin
aynı düşünmesi beklenemez. İstesek de, istemesek de “öteki” vardır. Sorun olan;
Ötekini kendimize benzetme çabasıdır. Hem kendimizi demokrat ilan edeceğiz, hem
de başka fikirlere tahammül etmeyeceğiz... Artık referanslarımız yaptığımız iş
ve kişiliklerimiz üzerinden değil, hangi partiyi tutup tutmadığımız üzerinden
yapılıyor… Üniversite bitirmek “aydın” olmak, batı tipi yaşamak “demokrat”
olmak, İslami usullerle yaşamak “dürüst” olmak yanılgısıyla yaşanıyor.
Türkiye’deki
etnik unsurlar, hedeflere ulaşmada koltuk değneği oldukları sürece seviliyor,
aksi tutum sergilediğinde ve ulusal-demokratik haklarını dillendirdiklerinde
kötünün kötüsü ilan ediliyor.
Demem o ki,
ideolojik gözlüklerle bakıla bilinir, ama bu başka renklerin de olduğunu ve
insani bakışımızı unutturmamalı.
Dr. Mustafa Dağcı
5 Şubat 2018 Pazartesi
SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI
SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI
Yazıya bir doktor ağabeyimin sözüyle başlamak istiyorum
"sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz"
İnsan haklarıyla sağlık hep iç içe olmuştur. Çünkü en temel
insan hakkı yaşam hakkıdır. Yaşam ise sağlığın baş konusudur. Yine insan
haklarının temel konularından olan beslenme, barınma, çocuk hakları ve işkence
sorunu da sağlık haklarını kapsamaktadır. Hem insan hakları hem sağlık hakları
uluslararası sözleşmelerle hükumetlere karşı garanti altına alınmaya
çalışılmıştır. İlgili sözleşmeler her iki hakka evrensel boyut kazandırmıştır. Sözleşmeler
altına imza koyan tüm devletleri bağlamaktadır.
İkinci Dünya Savaşının kötü sonuçlarıyla yüz yüze kalan
uluslararası toplum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 1948)’ni kabul
etti. Ancak, devletler Bildirgenin şartlarını bağlayıcı hukuki hükümler haline
getirme çalışmaları yaparken Soğuk Savaş insan haklarını gölgeledi ve iki ayrı
kategoride kutuplaşmaya yol açtı. Batı, medeni ve siyasi haklara öncelik
verilmesi gerektiğini, çünkü ekonomik ve sosyal hakların sadece birer düşten
ibaret olduğunu ileri sürdü. Aksine, Doğu Bloğu gıda, sağlık ve eğitim
haklarının öncelikli olduğunu, medeni ve siyasi hakların ise ikinci sırada
geldiğini savundu. Sonuç olarak 1966 yılında iki ayrı sözleşme ortaya çıktı:
Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR) ve
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR). O zamandan beri çok
sayıda sözleşme, bildirge ve benzeri hukuksal belge kabul edildi. İnsan
hakları, işte bu belgeler içinde özetlenmiş durumdadır.
Sağlık hakkı da uluslararası sözleşmelerle garanti altına
alınırken bir de uluslararası çatı örgütüne (DSÖ) kavuşmuştur. Sağlık hakkı ilk
defa Dünya Sağlık Örgütünce 1946 yılında kabul edildi. Ve sonra 1978’de Alma
Ata Bildirgesi’nde, 1998’de Dünya Sağlık Asamblesi’nce kabul edilen Dünya
Sağlık Bildirgesi’nde tekrarlandı. Çok sayıda uluslararası ve bölgesel insan
hakları belgesinde onaylandı.
Mayıs 2000’de, 145 ülke ortak bir sözleşmeye imza
koydu. Sözleşmeyi gözeten Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, sağlık
hakkına ilişkin bir Genel Yorum kabul etti. Genel Yorumlar bireysel hakların ve
Taraf Devletlerin (imza koyan devletlerin) yükümlülüklerinin doğasını ve
içeriklerini açıklarlar. Genel Yorum sağlık hakkının gıda, barınma, çalışma,
eğitim, katılım, bilimsel ilerlemelerin ve bunların uygulamalarının
faydalarından yararlanma, yaşam, ayrımcılığa uğramama, işkence görmeme,
mahremiyet, bilgiye erişim ve örgütlenme, toplanma ve dolaşım hakkı gibi diğer
insan haklarının yaşama geçirilmesi ile yakından ilişkili ve onlara bağımlı
olduğunu kabul eder.
Özgür düşünmenin önündeki engeller hiç şüphesiz ki sağlığı
bozar, en başta da ruh sağlığını bozar. Sağlıklı yaşamak bir insan hakları sorunuysa, özgür
düşünmeyi engelleyen her şey insan sağlığını bozuyorsa, özgür
düşünmek, düşündüğünü söylemek hakkını engellemek doğrudan yaşam ve sağlık
hakkına müdahale anlamına gelir. Yani özgür düşünebilmek için sağlığa, sağlıklı
kalabilmek için özgürlüğe ihtiyacımız var.
Sağlıklı nesil yetiştirmek sadece ekonomik, sosyal haklarını
garanti etmekle olamaz, aynı zamanda özgür ve özgür düşünen kişiler olmalarını
sağlamakla da ilintilidir.
Sağlık hakkı sadece sağlıklı olma hakkı demek değildir, mümkün olan
en yüksek sağlık standartlarına ulaşma hakkı demektir. Özgür düşünen bir insan
olmak için de bilgiye ulaşma hakkına sahip olmak gerekir. Bilgiye ulaşmak
önemli, bilgiyi paylaşmadığın, yaymadığın sürece o bilginin bir anlamı
olamaz. Öyleyse; sağlıklı bir birey olabilmek için hem sağlık standartlarına hem
de bilgiye ulaşma ve yayma haklarına sahip olmamız gerekmektedir. Bu iki
hakkı engellemek evrensel insan hakları sözleşmelerine karşı gelmek demektir. Ülkeler sağlık
mevzuatlarını bu sözleşmeler ışığında hazırlamalı, insan haklarını göz-ardı
etmemelidir.(Örneğin, aile bütünlüğünü hiçe sayan "eş durumu"
genelgeleri)
Şunu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum? Halka sağlık sunmada mekan ve aletlerden çok daha önemlisi sağlık çalışanlarıdır. Onların; maddi, manevi, örgütlenme hakları kadar güvende olma ve saygı görme haklarının olduğu göz ardı edilemez. Sağlık çalışanları olmadan sunulan olanakların hiçbir anlamı yoktur. Onları, güvenliğini ve geçimini düşür halde bırakmak vicdana bırakılamayacak kadar bir insan hakları sorunudur.
Sağlık hakkı çoğunluğun hakkı yada çoğunluğa göre düzenlenen
bir pratik değildir, marjinal gurupların da ulaşabileceği haklardır. Örneğin
travestiler ,ya da o ülkenin büyük çoğunluğunun konuştuğu dili bilmeyenler ,
hatta katiller, teröristler sağlık hakkını kullanamazlar diyemeyiz. Düşünce, inanç
ve örgütlenme özgürlüğü de çoğunluğun değil her kesimin hakkıdır. Ne var
ki; uluslararası sözleşmeler hem sağlık hakkını, hem de düşünce, inanç ve
örgütlenme hakkın diğer bireylerin ve toplulukların sağlığını ve düşüncelerini
engelleyici biçimde kullanamayacağını da kurala bağlamıştır.
Güncel tanım, ırk,
renk, cins, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken,
mal varlığı, doğum, fiziksel ya da ruhsal engellilik, sağlık durumu (HİV/AİDS
dahil), cinsel tercihler, medeni, siyasal, sosyal ya da diğer statüler sağlık hakkının eşit biçimde kullanılmasını
engelleyen unsurlar olmamalıdır.
İşkence ve eziyete maruz bırakılmama, köle edilmeme,
düşünce, vicdan ve din hürriyeti gibi hiçbir koşulda kısıtlanamayacak bazı
insan hakları vardır. Uluslararası insan hakları belgelerindeki sınırlama ya da
küçültme ifadeleri belirli durumlarda insan haklarını sınırlandırma ihtiyacını ortaya
koyar. Halk sağlığı bazen devletlerce insan hakları uygulamalarını sınırlamak
için bahane olarak kullanılır. Böyle durumlarda Sirakuza prensiplerine sadık
kalınmalıdır.
Sirakuza Prensipleri olarak bilinen şu koşulların hepsinin
birden var olması halinde geçici hak kısıtlamaları haklı kabul edilebilir: •
Kısıtlama, hukuka uygun bir biçimde konulmalı ve uygulanmalı; • Kısıtlama,
kamuoyunu ilgilendiren meşru bir amacı gerçekleştirmek için olmalı(Ülkenin
geleceğinin tehlikede olması gibi); •
Kısıtlama, demokratik bir toplumda yararlı bir amacı gerçekleştirmek için
kesinlikle gerekli olmalı; • Aynı amaca ulaşmak için daha az zorlayıcı ve
kısıtlayıcı yöntemlerin kalmaması; ve • Kısıtlama, keyfi, yani makul olmayacak
ya da başka bir yolla ayrımcılığa yol açacak bir biçimde hazırlanmış ve kabul
ettirilmiş olmamalı.
Ciddi bir bulaşıcı hastalık— örneğin, günümüzde covit-19, geçmişte Ebola ateşi ya da
tedavi edilmemiş tüberküloz — nedeniyle karantina ya da tecrit uygularken
dolaşım hakkına müdahale edilmesi bu kısıtlamalara bir örnek olarak verilebilir
Bireylerden sağlık durumlarıyla (HİV enfeksiyonu, kanser ya
da genetik hastalıklar gibi) ya da davranışlarıyla (cinsel tercihler, alkol ya
da diğer potansiyel olarak zarar verici maddelerin kullanımı gibi) ilgili
kişisel bilgilerin toplanmasının, devlet tarafından - doğrudan ya da bu bilgilerin
kasten ya da kazaen başkalarına açıklanması biçiminde kötü kullanım potansiyeli
vardır. Bu yüzden devletler kişilerin sağlıkla ilgili bilgilerini insan hakları
temelinde saklamalı ve korumalıdır.
Görüldüğü gibi insan ve sağlık haklarının korunması ve
geliştirilmesi ülkelerin demokrasi ve özgürlük notunu belirlerken, uygarlık
düzeyini de göstermiş olur.
Evet, doktor ağabeyimizin aynı sözüyle
bitireyim. "sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz".
Dr. Mustafa Dağcı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
