27 Ekim 2025 Pazartesi

10 Temmuz 2019 Çarşamba

KİMİ TESPİTLER


                                             KİMİ TESPİTLER

ü BİR DİYALOG İKİ MONOLOGDAN İYİDİR

ü KÜRTLER HOŞGÖRÜ İSTEMİYOR; HOŞGÖRÜ BAHŞETME HAKKINI KENDİNDE GÖRÜR. DOLAYISI İLE KÜRTLER ULUS OLMAKTAN DOĞAN HAKLARINI ÖZGÜRCE KULLANACAKLARINI İLAN EDİYORLAR... HERKES BUNU HOŞGÖRÜYLE DEĞİL, SAĞIYLA KARŞILAMALIDIR. HAKLARIN VE HALKLARIN EŞİTLİĞİNDE GERÇEK BARIŞA KAVUŞURUZ.VE BU BARIŞ EVRENSEL ANLAYIŞLARLA SÜRDÜRÜLE BİLİNİR.

ü BÜYÜK GÜCE SAHİP OLMAK HER ZAMAN SALDIRMA POTANSİYELİNİ İÇİNDE TAŞIR.

ü BAŞKA KİMLİKLERİN, DÜŞÜNCELERİN, İNANÇLARIN, DİLLERİN DE KENDİMİZİNKİ KADAR OLANAKLARA SAHİP OLMA, KENDİNİ GELİŞTİRME HAKKI OLDUĞUNU İÇSELLEŞTİRMELİYİZ.

ü BARIŞTA OĞULLAR BABALARINI, SAVAŞTA BABALAR OĞULLARINI GÖMERLER.

ü BARIŞI KENDİNİZDEN BAŞKA HİÇ KİMSE SİZE GETİRMEZ

ü FARKLI DİLLERDEN AYNI ŞARKIYI SÖYLEMEYİ, FARKLI GÖZLERDEN AYNI GÖKYÜZÜNÜ SEYRETMEYİ ÖĞRENMEKTİR DEMOKRASİ VE BARIŞ

ü BARIŞ SADECE SAVAŞIN OLMAMASI DEĞİLDİR... O BİR ANLAYIŞTIR, GÜVENDİR, YAŞAMA KÜLTÜRÜDÜR

ü YA BİZ SAVAŞIN SONUNU GETİRECEĞİZ, YA DA SAVAŞ BİZİM

ü BİR ÜLKEDE İKİ KEZ ÜST ÜSTE SORUNSUZ BİR ŞEKİLDE VE SEÇİMLE İKTİDAR EL DEĞİŞTİRMİŞ İSE, O ÜLKE DEMOKRASİYE DOĞRU YOL ALINIYOR DEMEKTİR

ü YENİ GERÇEKLİKLER ESKİ DEĞERLERLE ÇÖZÜLEMEZ

ü CEMAATSEL YAŞAMLA ÖRGÜTLÜ BİREY OLMAK BİRBİRİYLE ÇELİŞİR. GÜNÜMÜZDE FORMEL ÖRGÜTLENMELER YERİNE ÖRGÜN ÖRGÜTLENMELER(ORTAK OLGULAR ÜZERİNDE BİR ARAYA GELME)...GEREKMEKTEDİR

ü YAŞAM BİÇİMİMİZE SADECE İKTİDARLAR MÜDAHALE ETMİYOR; OLİGARŞİK SERMAYE HER ŞEYİMİZE MÜDAHALE EDİYOR(MODAYLA, REKLAMLA VS)

ü ERKLER AYRILIĞI MI, ERKLER UYUMU MU?

ü TEKNOLOJİ DOĞRUDAN KATILIM OLANAKLARINI ARTTIRABİLİR AMA, BU DA OLİGARŞİK YAPILAR GELİŞTİRME TEHLİKESİ TAŞIYOR.

ü ASKERLER- KEMALİSTLER VE DİNDARLAR...CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA BU İKİ KESİM DEMOKRATİKLEŞMEYİ KENDİLERİNİ KORUMA VE KOLLAMAYLA EŞİT TUTTULAR...NE ZAMAN HER KESİMİN,HER İNANCIN,HER HALKIN HAK VE HUKUKLARINI KORUYUP KOLLAYAN ŞEFFAF VE İLERİ BİR DEMOKRASİYE GEÇERİZ,TÜM KURUM VE KURULUŞLARA GÜVEN DUYULUR HALE GELİR,O ZAMAN RAHAT EDERİZ

ü  “Şakşakçıların desteğine ihtiyaç duyan biriyseniz içinizde bir şeyler eksik demektir” dedi.

ü Serpilip büyümek için insanların toplumda bir rolleri olduğuna, hayat oyununun bir parçası olduklarına inanmaları gerekir

ü Tjan bana, “Çocuklarımın başarıya kazanç ve kayıp olarak bakmalarını değil, tüm kalpleriyle diledikleri şeyin peşinden koşmalarını istiyorum” dedi.

ü  Tjan: “Başarımızı yarattığımız anlamlı rol veya yenilikler ya da onların dünya üzerindeki etkisi yerine, kazanacaklarımız-la ölçmeye kalktık.

ü The Life Cycle Completed adlı kitabında Erikson, üretkenliği daha iyi açıklamak için ölmek üzere olan yaşlı bir adamla ilgili şu hikayeyi koymuştur:
“Gözleri kapalı bir şekilde öylece uzanırken eşi yanına gelip oraya onu ziyarete gelmiş bulunan tüm aile fertlerinin ismini saydı. O ise birden doğrulup oturarak “Peki dükkanla kim ilgileniyor?” diye sordu. Bu ise Hindu’ların “dünya işlerine olan tamah” diye tabir ettiği yetişkinlik ruhunu göstermektedir.”



Kürt İsyan Tarihi Ve "Barış İçin Akademisyenler" in İbretlik Bildirileri


                                                                KÜRT TARİHİ



ü  MÖ 2000 YILLARINDA KARDUKYA DENİRDİ KÜRDİSTANA(SU BÖLGESİ-MEZOPOTAMYA)
ü  12.YY DA SELÇUKLU PRENSİ SENCER BEY İLK DEFA KÜRDİSTAN SÖZCÜĞÜNÜ KULLANDI
ü  OSMANLIDA KÜRDİSTAN DENİRDİ VE KÜRT TIMARI VARDI
ü  YAVUZ SELİMLE ŞAH İSMAİL SAVAŞINDA 1514 İDRİS BİTLİSİ YAVUZUN YANINDA YER ALARAK ALEVİLERİ VE ŞİİLERİ KATLETTİ KARŞILIĞINDA 23 KÜRT BEYLİĞİ KENDİSİNE BAĞLANDI (İLK KORUCULUK)
ü  1638 KASR-I ŞİRİN ANLAŞMASI: KÜRDİSTANIN İLK BÖLÜNMESİ
ü  1808 İLK İSYANLAR (BEDİRHANLAR)
ü  2. ABDÜLHAMİT SUNNİ KÜRTLERDEN HAMİDİYE ALAYLARI OLUŞTURDU (1200 KİŞİDEN OLUŞAN 36 ALAY)
ü  1898 İLK KÜRDİSTAN ADIYLA KÜRTÇE GAZETE ÇIKAR
ü  1908 MEŞRUTİYETLE GAZETE ÇIKARMALAR,ÖRĞÜTLENMELER VE İTTİHATÇILARIN KÜRT DÜŞMANLIĞI BAŞLAR
ü  1920 KÜRDİSTAN YENİDEN PARÇALANIR
ü  1921 ANAYASASINDA ÖZERKLİK KABUL EDİLİR
ü  1924 ANAYASASIYLA KÜRTLER VE ÖZERKLİK YOK SAYILIR
ü  1921 KOÇGİRİ,1925 ŞEYH SAİT,1930 AGRI,1937 DERSİ,1960 DEDEKO,1965 TİP,1980 KADAR DDKD,ÖZGÜRLÜK YOLU,RIZGARİ,KUK  PKK VS
ü  1984 PKK'NİN DEVLETE KARŞI İLK İSYANI
ü  1990 HEP.......HDP  7 YASAL PARTİ
ü  1988 HALEPÇE
ü  1989 A.KASİMLA NIN ÖLDÜRÜLÜŞÜ
ü   
ü "Barış için Akademisyenler" tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyle:
ü Bu suça ortak olmayacağız! Em ê nebin hevparên vî sûcî!
ü Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!
ü Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
ü Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi hukukunun ve  Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.
ü Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
ü Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
ü Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz."





madımak ve iktidar


YALNIZSINIZ


9 Temmuz 2019 Salı

ÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK


          

Toplumsal ilişkide üzücü bir durum yaşıyoruz. İdeolojik bakışımız her şeyin önüne geçmiş durumda. Bu öylesine bir boyut aldı ki, “ötekileştirmenin” ötesine geçip, düşmanlaştırma, cepheleştirme durumuna evrildi.

Bu bakış tarzı, sizin iyi olan kişisel özelliklerinizin, ehliyet ve liyakatinizin, umarsız dostluğunuzun, çıkarsız arkadaşlığınızın, birlikte emek verip yarattığınız geçmişinizin tümünün önüne geçip, bütün bu değerleri önemsizleştiren bir tutuma dönüştü…”Bizden olsun çamurdan olsun” anlayışı… Varsa, yoksa ideolojik bakış tarzı esas alınmaya başlandı… Yalansız-dolansız olmanızın, çalıp-çırpmamanızın, iyi bir ebeveyn-eş olmanızın, çevreye-hayvanlara duyarlılığınızın, meslekteki başarınızın- yaratıcılığınızın insanı-insanlığı sevmenizin bir değeri kalmıyor… Fazıl Say, Sezen Aksu, Ahmet Altan, Sırrı Süreyya Önder, Orhan Gencebay olsanız da, “karşı cephe” ilan edilen tarafa yakın durmuş iseniz, feriştah olsanız gözde- gönülde bitiriliyorsunuz… Aziz Sancar, Orhan Pamuk olup Nobel Ödülü de alsanız ideoloji nefretinde boğulmaktan kurtulmak mümkün olmuyor.

Üsluplar, espriler seviyesizleşiyor ve bu seviyesizlik zekâ sanılmaya başlanıyor… Söylemlerimiz, paylaşımlarımız gerçek verilere dayandırılmadan, doğruluğu araştırılmadan sorumsuzca sunuluyor… İddiaların belli bir zaman sonra yalan çıkması utandırmıyor…

Politik dil en kötüsünden başlıyor… Örneği; ”Anti-demokratik tutum” demek yerine, “Hitler'den daha kötü” noktasına geliniyor… Politikalar eleştirilirken, bir çırpıda “vatan haini”, “terörist” ilan edile biliniyor.

Bir türlü halka güvenme öğrenilemiyor. Seçimle gelip, seçimle gitme prensibi esas alınmıyor. “Halk” kendi çizgimize yakın ise, “zeki ve ne yapacağını iyi bilen” oluyor, kendi çizgimize yakın durmamışsa “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan”, “sürü” gibi sıfatlara layık görüle biliniyor. Oysa halk dediğimiz bizleriz. Kendisini halktan üstün görme böbürlenmesinin esiri olunuyor.

Her şey ideolojilere, kişilere endeksleniyor. Kişilerin de, ideolojilerinde değişebileceği unutuluyor. Tüm bir araya gelmelerde siyaset dışı bir şey tartışılmıyor. Varsa-yoksa siyaset! Bu da bir arada olunmanın önüne set çekiyor.

Herkesin aynı düşünmesi beklenemez. İstesek de, istemesek de “öteki” vardır. Sorun olan; Ötekini kendimize benzetme çabasıdır. Hem kendimizi demokrat ilan edeceğiz, hem de başka fikirlere tahammül etmeyeceğiz... Artık referanslarımız yaptığımız iş ve kişiliklerimiz üzerinden değil, hangi partiyi tutup tutmadığımız üzerinden yapılıyor… Üniversite bitirmek “aydın” olmak, batı tipi yaşamak “demokrat” olmak, İslami usullerle yaşamak “dürüst” olmak yanılgısıyla yaşanıyor.

Türkiye’deki etnik unsurlar, hedeflere ulaşmada koltuk değneği oldukları sürece seviliyor, aksi tutum sergilediğinde ve ulusal-demokratik haklarını dillendirdiklerinde kötünün kötüsü ilan ediliyor.
Demem o ki, ideolojik gözlüklerle bakıla bilinir, ama bu başka renklerin de olduğunu ve insani bakışımızı unutturmamalı.

                                                                         Dr. Mustafa Dağcı



5 Şubat 2018 Pazartesi

SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI

                              SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI                   

Yazıya bir doktor ağabeyimin sözüyle başlamak istiyorum "sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz"

İnsan haklarıyla sağlık hep iç içe olmuştur. Çünkü en temel insan hakkı yaşam hakkıdır. Yaşam ise sağlığın baş konusudur. Yine insan haklarının temel konularından olan beslenme, barınma, çocuk hakları ve işkence sorunu da sağlık haklarını kapsamaktadır. Hem insan hakları hem sağlık hakları uluslararası sözleşmelerle hükumetlere karşı garanti altına alınmaya çalışılmıştır. İlgili sözleşmeler her iki hakka evrensel boyut kazandırmıştır. Sözleşmeler altına imza koyan tüm devletleri bağlamaktadır.

İkinci Dünya Savaşının kötü sonuçlarıyla yüz yüze kalan uluslararası toplum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 1948)’ni kabul etti. Ancak, devletler Bildirgenin şartlarını bağlayıcı hukuki hükümler haline getirme çalışmaları yaparken Soğuk Savaş insan haklarını gölgeledi ve iki ayrı kategoride kutuplaşmaya yol açtı. Batı, medeni ve siyasi haklara öncelik verilmesi gerektiğini, çünkü ekonomik ve sosyal hakların sadece birer düşten ibaret olduğunu ileri sürdü. Aksine, Doğu Bloğu gıda, sağlık ve eğitim haklarının öncelikli olduğunu, medeni ve siyasi hakların ise ikinci sırada geldiğini savundu. Sonuç olarak 1966 yılında iki ayrı sözleşme ortaya çıktı: Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR) ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR). O zamandan beri çok sayıda sözleşme, bildirge ve benzeri hukuksal belge kabul edildi. İnsan hakları, işte bu belgeler içinde özetlenmiş durumdadır.

Sağlık hakkı da uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınırken bir de uluslararası çatı örgütüne (DSÖ) kavuşmuştur. Sağlık hakkı ilk defa Dünya Sağlık Örgütünce 1946 yılında kabul edildi. Ve sonra 1978’de Alma Ata Bildirgesi’nde, 1998’de Dünya Sağlık Asamblesi’nce kabul edilen Dünya Sağlık Bildirgesi’nde tekrarlandı. Çok sayıda uluslararası ve bölgesel insan hakları belgesinde onaylandı.

Mayıs 2000’de, 145 ülke ortak bir sözleşmeye imza koydu. Sözleşmeyi gözeten Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, sağlık hakkına ilişkin bir Genel Yorum kabul etti. Genel Yorumlar bireysel hakların ve Taraf Devletlerin (imza koyan devletlerin) yükümlülüklerinin doğasını ve içeriklerini açıklarlar. Genel Yorum sağlık hakkının gıda, barınma, çalışma, eğitim, katılım, bilimsel ilerlemelerin ve bunların uygulamalarının faydalarından yararlanma, yaşam, ayrımcılığa uğramama, işkence görmeme, mahremiyet, bilgiye erişim ve örgütlenme, toplanma ve dolaşım hakkı gibi diğer insan haklarının yaşama geçirilmesi ile yakından ilişkili ve onlara bağımlı olduğunu kabul eder.

Özgür düşünmenin önündeki engeller hiç şüphesiz ki sağlığı bozar, en başta da ruh sağlığını bozar. Sağlıklı yaşamak bir insan hakları sorunuysa, özgür düşünmeyi engelleyen her şey insan sağlığını bozuyorsa, özgür düşünmek, düşündüğünü söylemek hakkını engellemek doğrudan yaşam ve sağlık hakkına müdahale anlamına gelir. Yani özgür düşünebilmek için sağlığa, sağlıklı kalabilmek için özgürlüğe ihtiyacımız var.

Sağlıklı nesil yetiştirmek sadece ekonomik, sosyal haklarını garanti etmekle olamaz, aynı zamanda özgür ve özgür düşünen kişiler olmalarını sağlamakla da ilintilidir.

Sağlık hakkı sadece sağlıklı olma hakkı demek değildir, mümkün olan en yüksek sağlık standartlarına ulaşma hakkı demektir. Özgür düşünen bir insan olmak için de bilgiye ulaşma hakkına sahip olmak gerekir. Bilgiye ulaşmak önemli, bilgiyi paylaşmadığın, yaymadığın sürece o bilginin bir anlamı olamaz. Öyleyse; sağlıklı bir birey olabilmek için hem sağlık standartlarına hem de bilgiye ulaşma ve yayma haklarına sahip olmamız gerekmektedir. Bu iki hakkı engellemek evrensel insan hakları sözleşmelerine  karşı gelmek demektir. Ülkeler sağlık mevzuatlarını bu sözleşmeler ışığında hazırlamalı, insan haklarını göz-ardı etmemelidir.(Örneğin, aile bütünlüğünü hiçe sayan "eş durumu" genelgeleri)

Şunu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum? Halka sağlık sunmada mekan ve aletlerden çok daha önemlisi sağlık çalışanlarıdır. Onların; maddi, manevi, örgütlenme hakları kadar güvende olma ve saygı görme haklarının olduğu göz ardı edilemez. Sağlık çalışanları olmadan sunulan olanakların hiçbir anlamı yoktur. Onları, güvenliğini ve geçimini düşür halde bırakmak vicdana bırakılamayacak kadar bir insan hakları sorunudur.

Sağlık hakkı çoğunluğun hakkı yada çoğunluğa göre düzenlenen bir pratik değildir, marjinal gurupların da ulaşabileceği haklardır. Örneğin travestiler ,ya da o ülkenin büyük çoğunluğunun konuştuğu dili bilmeyenler , hatta katiller, teröristler sağlık hakkını kullanamazlar diyemeyiz. Düşünce, inanç ve örgütlenme özgürlüğü de çoğunluğun değil her kesimin hakkıdır. Ne var ki; uluslararası sözleşmeler hem sağlık hakkını, hem de düşünce, inanç ve örgütlenme hakkın diğer bireylerin ve toplulukların sağlığını ve düşüncelerini engelleyici biçimde kullanamayacağını da kurala bağlamıştır.

Güncel tanım,  ırk, renk, cins, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken, mal varlığı, doğum, fiziksel ya da ruhsal engellilik, sağlık durumu (HİV/AİDS dahil), cinsel tercihler, medeni, siyasal, sosyal ya da diğer statüler  sağlık hakkının eşit biçimde kullanılmasını engelleyen unsurlar olmamalıdır.

İşkence ve eziyete maruz bırakılmama, köle edilmeme, düşünce, vicdan ve din hürriyeti gibi hiçbir koşulda kısıtlanamayacak bazı insan hakları vardır. Uluslararası insan hakları belgelerindeki sınırlama ya da küçültme ifadeleri belirli durumlarda insan haklarını sınırlandırma ihtiyacını ortaya koyar. Halk sağlığı bazen devletlerce insan hakları uygulamalarını sınırlamak için bahane olarak kullanılır. Böyle durumlarda Sirakuza prensiplerine sadık kalınmalıdır.

Sirakuza Prensipleri olarak bilinen şu koşulların hepsinin birden var olması halinde geçici hak kısıtlamaları haklı kabul edilebilir: • Kısıtlama, hukuka uygun bir biçimde konulmalı ve uygulanmalı; • Kısıtlama, kamuoyunu ilgilendiren meşru bir amacı gerçekleştirmek için olmalı(Ülkenin geleceğinin tehlikede olması  gibi); • Kısıtlama, demokratik bir toplumda yararlı bir amacı gerçekleştirmek için kesinlikle gerekli olmalı; • Aynı amaca ulaşmak için daha az zorlayıcı ve kısıtlayıcı yöntemlerin kalmaması; ve • Kısıtlama, keyfi, yani makul olmayacak ya da başka bir yolla ayrımcılığa yol açacak bir biçimde hazırlanmış ve kabul ettirilmiş olmamalı.

Ciddi bir bulaşıcı hastalık— örneğin, günümüzde covit-19, geçmişte Ebola ateşi ya da tedavi edilmemiş tüberküloz — nedeniyle karantina ya da tecrit uygularken dolaşım hakkına müdahale edilmesi bu kısıtlamalara bir örnek olarak verilebilir


Bireylerden sağlık durumlarıyla (HİV enfeksiyonu, kanser ya da genetik hastalıklar gibi) ya da davranışlarıyla (cinsel tercihler, alkol ya da diğer potansiyel olarak zarar verici maddelerin kullanımı gibi) ilgili kişisel bilgilerin toplanmasının, devlet tarafından - doğrudan ya da bu bilgilerin kasten ya da kazaen başkalarına açıklanması biçiminde kötü kullanım potansiyeli vardır. Bu yüzden devletler kişilerin sağlıkla ilgili bilgilerini insan hakları temelinde saklamalı ve korumalıdır.

Görüldüğü gibi insan ve sağlık haklarının korunması ve geliştirilmesi ülkelerin demokrasi ve özgürlük notunu belirlerken, uygarlık düzeyini de göstermiş olur. 

Evet, doktor ağabeyimizin aynı sözüyle bitireyim. "sağlıktan ve özgürlükten tasarruf yapılamaz".


                                                                                                               Dr. Mustafa Dağcı