Toplumsal
ilişkide üzücü bir durum yaşıyoruz. İdeolojik bakışımız her şeyin önüne geçmiş
durumda. Bu öylesine bir boyut aldı ki, “ötekileştirmenin” ötesine geçip,
düşmanlaştırma, cepheleştirme durumuna evrildi.
Bu bakış
tarzı, sizin iyi olan kişisel özelliklerinizin, ehliyet ve liyakatinizin, umarsız
dostluğunuzun, çıkarsız arkadaşlığınızın, birlikte emek verip yarattığınız
geçmişinizin tümünün önüne geçip, bütün bu değerleri önemsizleştiren bir tutuma
dönüştü…”Bizden olsun çamurdan olsun” anlayışı… Varsa, yoksa ideolojik bakış
tarzı esas alınmaya başlandı… Yalansız-dolansız olmanızın, çalıp-çırpmamanızın,
iyi bir ebeveyn-eş olmanızın, çevreye-hayvanlara duyarlılığınızın, meslekteki
başarınızın- yaratıcılığınızın insanı-insanlığı sevmenizin bir değeri kalmıyor…
Fazıl Say, Sezen Aksu, Ahmet Altan, Sırrı Süreyya Önder, Orhan Gencebay olsanız
da, “karşı cephe” ilan edilen tarafa yakın durmuş iseniz, feriştah olsanız gözde-
gönülde bitiriliyorsunuz… Aziz Sancar, Orhan Pamuk olup Nobel Ödülü de alsanız
ideoloji nefretinde boğulmaktan kurtulmak mümkün olmuyor.
Üsluplar,
espriler seviyesizleşiyor ve bu seviyesizlik zekâ sanılmaya başlanıyor…
Söylemlerimiz, paylaşımlarımız gerçek verilere dayandırılmadan, doğruluğu
araştırılmadan sorumsuzca sunuluyor… İddiaların belli bir zaman sonra yalan
çıkması utandırmıyor…
Politik dil
en kötüsünden başlıyor… Örneği; ”Anti-demokratik tutum” demek yerine, “Hitler'den daha kötü” noktasına geliniyor… Politikalar eleştirilirken, bir çırpıda “vatan
haini”, “terörist” ilan edile biliniyor.
Bir türlü
halka güvenme öğrenilemiyor. Seçimle gelip, seçimle gitme prensibi esas alınmıyor.
“Halk” kendi çizgimize yakın ise, “zeki ve ne yapacağını iyi bilen” oluyor,
kendi çizgimize yakın durmamışsa “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan”, “sürü” gibi
sıfatlara layık görüle biliniyor. Oysa halk dediğimiz bizleriz. Kendisini halktan
üstün görme böbürlenmesinin esiri olunuyor.
Her şey
ideolojilere, kişilere endeksleniyor. Kişilerin de, ideolojilerinde değişebileceği
unutuluyor. Tüm bir araya gelmelerde siyaset dışı bir şey tartışılmıyor.
Varsa-yoksa siyaset! Bu da bir arada olunmanın önüne set çekiyor.
Herkesin
aynı düşünmesi beklenemez. İstesek de, istemesek de “öteki” vardır. Sorun olan;
Ötekini kendimize benzetme çabasıdır. Hem kendimizi demokrat ilan edeceğiz, hem
de başka fikirlere tahammül etmeyeceğiz... Artık referanslarımız yaptığımız iş
ve kişiliklerimiz üzerinden değil, hangi partiyi tutup tutmadığımız üzerinden
yapılıyor… Üniversite bitirmek “aydın” olmak, batı tipi yaşamak “demokrat”
olmak, İslami usullerle yaşamak “dürüst” olmak yanılgısıyla yaşanıyor.
Türkiye’deki
etnik unsurlar, hedeflere ulaşmada koltuk değneği oldukları sürece seviliyor,
aksi tutum sergilediğinde ve ulusal-demokratik haklarını dillendirdiklerinde
kötünün kötüsü ilan ediliyor.
Demem o ki,
ideolojik gözlüklerle bakıla bilinir, ama bu başka renklerin de olduğunu ve
insani bakışımızı unutturmamalı.
Dr. Mustafa Dağcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder