27 Ağustos 2015 Perşembe

Diyarbakır’ın mesajı: Sağduyu

Diyarbakır’ın mesajı: Sağduyu

Diyarbakır’da siyasilere, partilere, PKK’ya bakış nasıl? Siyasi söylemler bölgede nasıl yankı buluyor? Çözüm süreci nasıl devam etmeli? Düşünce kuruluşu PODEM’den Ayşe Yırcalı ve Etyen Mahçupyan Diyarbakır’da toplumun farklı kesimleriyle görüştü, bölgedeki havayı Al Jazeera için yazdı. İzlenimlerinin ikinci bölümü…

 | Konular Kürt sorunuAKPHDPPKKCHP
carsi
Araştırmacı Ayşe Yırcalı'ya göre Diyarbakır’da herkesin isteği çatışmaların durması, müzakere masasının tekrar kurulması.[Fotoğraf: Abdülkadir Konuksever / AJT]
Ayse Yircali

YAZAR HAKKINDA

Ayşe Yırcalı

Diyarbakır’da sosyal hayat siyaset ile her an iç içe yaşanıyor. Gelişmeler birebir takip ediliyor, sözler ve söylemler halk arasında derinlemesine tartışılıyor. Algılar çok açık. Özellikle seçim sürecinde ve bugünkü çatışma ortamında insanlar taraflarca söylenen her sözü kendi vicdan süzgeçlerinden geçirerek bütünsel bir değerlendirme yapıyor.
HDP ve Demirtaş
7 Haziran seçimlerinde halkın HDP’ye gösterdiği yaklaşım siyasi bir partiden öte, Kürt halkının kenetlenmesi şeklinde okunabilir. Barışın devamına ve bir Kürt partisinin barajı aşarak meclise girmesine o kadar odaklanılmıştı ki, bütün siyasi söylemler bunun gerisine düşmüştü. HDP’nin dinamik ve katılımcı aday belirleme süreci ve seçim kampanyası sosyal tabanı daha da motive etti, sonuçta yüksek bir başarı elde edildi.
Seçimlerden HDP’nin bu kadar güçlü çıkmış olması, halkta bir özgüven yaratmış. “Kürtler için getirilen engel, Kürtler tarafından yıkıldı”, “El ele verdik ve barajı geçtik” memnuniyeti var. Normalleşmenin ve şiddetin durmasının bu hareketi güçlendirerek devam ettireceği, bu nedenle de HDP’nin barış şartlarını zorlayan taraf olması gerektiği düşünülüyor.
Ancak çatışmaların tekrar başlamasıyla HDP’ye barış ve silahsız çözüm için oy verenlerin bir kısmında bir hayal kırıklığı sözkonusu, desteklerinin amacı dışında kullanıldığına dair bir duygu hâkim. Bir Kürt partisinin seçim barajını aşarak 80 milletvekili ile parlamentoya girmesi sonrasında, çatışmaların neden tekrar başlatıldığına dair bir sorgulama başlamış. PKK’nın silah bırakması ve HDP’nin önünün açılması gerektiği düşüncesi baskın.
HDP tabanından PKK’ya yönelik direkt bir eleştiri duyulmasa da kendi iç gruplarında, özellikle 40 yaş üzeri kitlede bir tepki oluştuğundan söz ediliyor.
Barışın tesisi konusunda öne çıkan isim Selahattin Demirtaş. Kendisinin aslında “Türkiyeli” ve “birliktelikçi” olduğu, 6-8 Ekim’de lanse edildiğinin aksine şiddet taraftarı olmadığı ve bütüne bakıldığında halkın taleplerini, beklentilerini karşılamak adına iyi bir performans gösterdiği yorumları yaygın. Bunun yanında eleştiriler de mevcut. Tercih yapmak durumunda kaldığında hep PKK’dan yana tavır aldığı, hatta bazen daha sert bir söylem yürüttüğü söyleniyor ve ancak örgüt isterse bağımsız hareket edebilecek bir siyasi aktör olduğu vurgulanıyor. “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemini yanlış bulanlar ise esas odaklanması gerektiği konunun Kürtlerin hak ve talepleri olduğunu düşünüyor. .
PKK, Öcalan ve Kandil
HDP tabanından PKK’ya yönelik direkt bir eleştiri duyulmasa da kendi iç gruplarında, özellikle 40 yaş üzeri kitlede, bir tepki oluştuğundan söz ediliyor. PKK’nın Türkiye’de silahlı mücadeleyi neden tekrar başlatmış olduğuna – özellikle de HDP meclise girmişken – anlam verilemiyor. Daha mesafeli değerlendirmelerde örgüte eleştiri seviyesi artıyor; şehir hayatını tamamen kontrol altına aldığı, diğer tüm grupları bastırdığı, devlete muhalif bir hareket iken şimdi kendi vesayetini kurduğu, iş sahipleri üzerinde baskı oluşturduğu öne sürülen sebepler arasında. Diğer yandan PKK’nın halkın Rojava hassasiyetini kullandığı ve kendi iktidarı için Türkiye’deki barışı tehlikeye attığı da ileri sürülüyor.
Abdullah Öcalan’ın etkisini sorduğumuzda “gerilla ve toplumun gözü Öcalan’dadır” cevabını alıyoruz,  özellikle kadın ve çocukları Öcalan fikrinden uzaklaştırmanın mümkün olmadığı belirtiliyor. 2015 Newroz’unda ve diğer sosyal organizasyonlarda Öcalan figürünün çok baskın bir şekilde öne çıkması buna bir örnek olarak veriliyor. Kandil’in Öcalan’la zıt düşen açıklamalarının bir siyasi kurgulama olduğu, KCK’nın aslında onun politikalarını izlediği görüşü hâkim. Farklı görüşler ise Kandil’in Öcalan’ı kendi bekası için kullandığını, toplumsal tabanı tutabilmek için  bir taraftan Öcalan güzellemesi yaparken, diğer taraftan karşıt açıklamalarla prestijine darbe indirdiğini söylüyor. Öcalan’ın tabanda etkisi devam etmese çoktan reddi miras yapılacağı ve üzerinin çizileceği duyduğumuz yorumlar arasında.
Kandil’deki bölünme konusunda ise fikirler genelde birbirine denk düşüyor. Yaklaşım farklılıklarının her zaman olduğu, bununla birlikte yıllar içinde bir PKK aklının oluştuğu belirtiliyor. Kandil’deki farklı kanatlar Öcalan olmazsa parçalanacaklarının farkında, şu an dışarıdan homojen ve koordineli görünmeseler de, en nihayetinde Öcalan ve Kandil birbirine yakınlaşacak, ilişki rehabilite olacaktır, yoksa örgüt dengeleri bozulur yönünde yorumlar var. Öcalan bir çağrı yapacak ve sonuçta eli daha da güçlü bir pozisyona gelecek görüşü hâkim. Dar gruplarda Öcalan’ın devletçi ve devlet eliyle yönetilen bir lider olduğu eleştirisinin yapıldığı da ekleniyor.
AKP, Davutoğlu ve Erdoğan
AK Parti algısı açısından en öne çıkan durum, partinin ve politikalarının tüm kesimler tarafından ciddi bir şekilde eleştirilmesi. Seçimlerde bölgeden gösterilen adayların belirlenme yöntemi ve adayların çoğunun toplumsal tabanı yakalayamayan kişiler olduğu herkes tarafından dile getiriliyor.
HDP tabanından gelen eleştiriler, Gezi sürecindeki yaklaşımlar, zırhlı karakol yapımı, doğanın tahrip edilmesi ve özellikle Kobani meselesi üzerine yoğunlaşıyor, çözüm süreci geciktirilerek somut adımlar atılmadığının üzerinde duruluyor. Daha mesafeli eleştiriler AK Parti’nin bölge politikasının belirsiz olduğu, eskiden toplumda karşılığı olan programının (eğitim, sağlık, sosyal hizmetler gibi) şimdilerde bölgeye hiç yansımadığı, artık toplumu muhalefet gibi görmeye başladıkları yönünde.
AK Parti ve politikalarına yönelik en derinlikli eleştiriler İslami kesimde. AK Parti’nin bu bölgeyi ve Kürtleri anlayamadığı ve dolayısıyla buradaki duyguyu yönetemediği dile getiriliyor.
AK Parti’ye yönelik en derinlikli eleştiriler ise İslami kesimde. Bu eleştiriler partinin hem Kürtlere dair tutumu hem de genel parti politikaları üzerine. AK Parti’nin bu bölgeyi ve Kürtleri anlayamadığı ve dolayısıyla buradaki duyguyu yönetemediği dile getiriliyor. En çok vurgulanan hata ise AKP’nin İslam kardeşliğinin burada parti lehine işleyeceğini düşünmesi.
Buna dikkat çeken bir örnek, HDP’nin LGBT konusundaki duruşu. Görüştüğümüz bir kişi AKP, HDP’li eşcinsel adaylara yüklendiğinde, oradaki medrese hocasının bile bunu eleştirdiğini söylüyor. “LGBT konusu Kürtlere ters bir şeydir ama Kürtler bunun için HDP’ye oy vermemezlik etmez. Kürtler ideoloji için HDP’ye oy vermiyor, Kürtlük ve özgürlük meselesi için oy veriyor” diye ekliyor. AKP’nin ilk döneminde bir dava adına yola çıkmış kesimlerin yerini daha çıkarcı çevrelerin aldığı ve çalışacak düzgün insan bulmanın zorlaştığı dile getiriliyor. AK Parti’nin bu tarz yaklaşımları, AKP bölgeyi gözden çıkardı şeklinde okunuyor ve sadece HDP’lileri değil, AKP’ye oy veren Kürtleri de rencide ediyor. “AKP teveccüh, güç ve taban kaybetti”, “Biz mazlumdan mağrura döndük” düşünceleri zihinlerde.
Davutoğlu’na dair bölgede hâlâ bir sempati olduğunu, kendisine müzakereye açık, yaklaşımı olumlu bir siyasetçi olarak bakıldığını duyuyoruz. Özellikle Türklerin ve Kürtlerin işbirliği yaparak Orta Doğu’da birlikte güç kazanabileceklerine dair tezinin kabul gördüğü ve aslında meselenin ancak bu bakış açısı ile çözülebileceği için bu yaklaşımın tekrar devreye sokulması gerektiğinin altı çiziliyor..Ancak bununla beraber Davutoğlu liderliğinin Erdoğan’ın gölgesinde kaldığı, Kürt meselesi konusunda tüm kararların Erdoğan tarafından alındığı dile getiriliyor ve bu durumun da artık Davutoğlu açısından mazur görülmediği belirtiliyor.
Erdoğan ise en çok eleştirilen siyasi lider. Özellikle üstten ve ataerkil bakış ve incitici söylem dile getiriliyor. Kobani olaylarındaki tutum, Dolmabahçe mutabakatının reddedilmesi, Zerdüştlük gibi ifadeler en sık vurgulanan eleştiri noktaları. Barış sürecini başlatan lider olsa da masayı deviren kişi olarak da yine Erdoğan görülüyor, dolayısıyla son tahlilde çatışmasızlığın bitmesinin faturası ona çıkartılıyor. Her şeye rağmen, çözüm masasına dönülmesinin önünü açabilecek lider olarak da yine Erdoğan’a işaret edenler çoğunlukta. Ancak bunun için Erdoğan’ın Kürtlere olan bakışını revize etmesi gerektiği vurgulanıyor.
AKP’nin Kürtlere ve çözüm sürecine yönelik hatalarının, PKK tarafından güçlü bir propaganda malzemesi olarak kullanıma sokulmasının halk – özellikle gençler -  üzerinde kısa zamanda çok etkili olduğu görülüyor. AKP’nin Işid’e destek verdiği, Erdoğan’ın yeniden seçime gitmek ve HDP’yi zayıflatmak için savaş koşullarını kullandığı söylemleri bu propagandanın ana eksenleri. Bu dilin Erdoğan’ı şeytanlaştırdığı, Erdoğan’ın ve AKP’nin ne söylediğinden ziyade burada nasıl tercüme edildiği önemli görülüyor.
Koalisyon mu seçim mi?
Şehirde bulunduğumuz günlerde AKP-CHP koalisyon görüşmeleri devam ediyordu. Çatışmaların başlamasının hemen ardından bir CHP heyetinin Diyarbakır’ı ziyaret etmesi olumlu bir hava uyandırmış. AKP-CHP koalisyonunda çözüm sürecinin yürüyebileceğinden hareketle, bu iki parti arasındaki koalisyona olan talep ve destek çok kuvvetliydi. Erken seçim istenmiyor, olsa da seçim sonucunun değişmeyeceği söyleniyor. Hatta HDP’nin daha da güç kazanabileceği, AKP’nin ise bölgede aday bulmakta bile zorlanabileceği ve mevcut oyunu da kaybedeceğinden bahsediliyor. MHP ile koalisyon ise en son istenen şey, bu bir savaş koalisyonu olarak görülüyor.
Ortak istek, çatışmaların durması
Diyarbakır’da herkesin isteği çatışmaların durması, müzakere masasının tekrar kurulması. Çözüm sürecine askıya alındı diye bakılıyor, ancak Oslo sonrasında çatışmaların 14 ay sürdüğü hatırlatılarak arayı uzatmanın toplumsal maliyetine dikkat çekiliyor. Bununla beraber, çatışmaların uzamasının “Biz bölünüyoruz korkusu” yaratabileceği, seviyesinin artmasının bazı ilçelerde halk arasında gerilimlere yol açabileceğinden bahsediliyor. Süreç uzadıkça gençlerde bir öfke birikimi olabilir, dağa çıkışlar artabilir deniyor. Ortamın kızışması, söylemlerin sertleşmesi toplumsal dengenin elden kaçması için bir risk.
Sürecin eksikleri
Çözüm sürecinin şimdiye kadarki yürütülme şekline dair birçok eleştiri var. Hükümetin bir çerçeve ilan etmesi gerektiği, bunun yapılmamış olmasının süreci itibarsızlaştırmayı mümkün kıldığı düşünülüyor. Bir izleme heyetinin kurulmamış olması diğer öne çıkan eksik. Bütün görüşmelerin PKK-Kandil-HDP eksenine oturtulması ve diğer Kürt kesimlerin dışarda bırakılması önemli bir diğer eleştiri konusu.
Süreç boyunca somut adımların atılmamış ve  halka somut mesajların verilmemiş olması, sadece masada ve heyetler kapsamında konuşulması, Dolmabahçe mutabakatının hayata geçirilmemesi başarısızlığın en temel nedenleri olarak dile getiriliyor. Zaten 30 senelik bir güvensizlik zemini üzerinde giden bu zor süreçte sert dil ve yaklaşımlar devam ettirilince, güven verici adımların atılması gecikince – mesela hasta tutuklular konusunda yavaş davranılınca- güvensizliğin iyice arttığı söyleniyor.
Erdoğan ve Öcalan’ın masaya oturacak iki lider olduğu ve barışın önünü açmalarının onlardan beklendiği genel bir kabul. 
Öte yandan, süreç boyunca kamu düzenini zedeleyecek hareketlere göz yumularak, PKK’nın aslında güç kazanmasına yol açıldığı ve örgütün şehirlerdeki yapılanmasını ciddi bir şekilde güçlendirdiği söyleniyor. Son zamanlarda gerillanın yerleşim merkezlerinde rahatça halk içine karışabildiği gözlemleniyor ve bunun belli bir rahatsızlık yarattığı belirtiliyor. Özellikle Kobani’den beri örgüt tarafından halktan haraç, vergi alınması – sadece zenginlerden değil, orta kesimden de -, köy ve ilçelerin örgüt tarafından silahlandırıldığı, adli komisyonlar işletildiği bir çok kişi tarafından dile getiriliyor. Hüdapar-örgüt arasında yaşanabileceklere dikkat çekiliyor.
Kim ne yapmalı?
Bütün bu eleştirilere ve gelinen noktaya rağmen, Diyarbakırlılar bu dönemin çıkmaz sokak olmadığını düşünüyor, sürece dönüleceğine dair inanç güçlü. Hatta bu sefer daha ciddi bir şekilde masaya oturulabileceği düşüncesi mevcut.
Sürecin önünün açılması için, öncelikle PKK’nın ateşkes ilan etmesi ve hemen, eşzamanlı olarak operasyonların durması gerektiği ortak kanaat. Akabinde görüşmelerin tekrar başlatılması, HDP’li bir heyetin süratle İmralı’yı ziyaret etmesi halka verilecek mesaj açısından önemli. Devlet, Öcalan ve siyasi taraflar arasındaki görüşmelerin seri bir şekilde yapılmaya başlanması gerekiyor. Bununla beraber tüm kesimlerin bir araya gelerek bir tavır geliştirmesi ve hem PKK hem devlete süreçte kalmaları için çağrı yapmaya devam etmesi öneriliyor.
Erdoğan ve Öcalan’ın masaya oturacak iki lider olduğu ve barışın önünü açılmasının onlardan beklendiği genel bir kabul. Öcalan’ın çatışmalara müdahale etmesi, Erdoğan’ın da söylemini yumuşatarak süreci tekrar başlatması bekleniyor.  Öcalan’ın koşullarının rahatlatılıp, fikirlerinin kamuoyuna duyurulabilmesi çok faydalı olur diye öneren bir kişi “4-5 kere TV’ye çıksa müthiş olur, bir tabu yıkılır” diye ekliyor.
Sürecin devamında ise, müzakerelerin tarih ve adımlarının belli olduğu bir çerçeveye oturtulması gerektiği; PKK’nın sınır dışına çekilmesi ve Türkiye’deki silahlarını bırakması, PKK’lıların siyasi/hukuki durumlarını somut bir şekilde takvime bağlayacak bir program öneriliyor.
İzleme heyeti görüştüğümüz herkes tarafından gerekli görülen bir kurumsal mekanizma ve bir toplumsal karşılığı olduğu söyleniyor. Sivil aydınlardan ve siyasi parti temsilcilerinden oluşabilecek bir heyet, manipülasyonu önleyebilecek etkili bir aktör olabilir. Bir çeşit şahitlik olarak değerlendirilmesi gereken bu işlevin, ne kadar aktif (çekilme güzergahlarında olan ve/veya taraflarla görüşen) bir heyet olacağına siyasiler karar verebilir. Üçüncü göz meselesine ise çok elzem bakılmıyor; özellikle izleme heyeti olursa – başka bir devlet tarafından doldurulacak - bir 3. göz ihtiyacı da ortadan kalkar deniyor.
Olumlu bir etki yaratacak bir girişimin ise Kobani’nin yeniden inşasına verilecek katkı olduğu dile getiriliyor. Devlet eli ile olmasa bile sivil toplum kuruluşlarına sağlanacak destek ile bu sürece sahip çıkılması öneriliyor.  
En önemlisi toplum
Çözüm sürecinin uzun vadeli başarısı için sosyal dinamikleri dikkate almak şart. “Sadece hukuki ve siyasala hedeflenmiş bir çözüm süreci PKK’ya silah bıraktırsa bile bu sosyolojiyi değiştirmez diyen” bir sivil toplum kuruluşu temsilcisi bunun hükümet tarafından şimdiye kadar görülmediği düşüncesinde. Farklı inançlara yaklaşımdaki problemler, Alevi meselesinde hâlâ tatmin edici bir yol alınmamış olması, yerel yönetimlerin zayıf bırakılması bu anlamda iyileşmeyi önlüyor. Anadilde eğitim hakkı ise çözümün esas meselesi olarak görülüyor.
Diyarbakır’da devlet tarafından hayata geçirilen sosyal projelerin çok eksik olduğu belirtiliyor. Gençler Kürt illerinde spor ve gençlik kamplarının açılmasını istiyor. Çocuklar ise en çok eğilinmesi gereken mesele; Diyarbakır nüfusunun yüzde 60’ı 18 yaş altı çocuk ve gençlerden oluşuyor ve bu kesime yönelik sosyal, ekonomik, kültürel, sanatsal projeler çok az. Yoksulluk en önemli sorun olarak hâlâ ortada duruyor.
Seneler boyunca sistem tarafından değersizleştirilmiş, her türlü zulme maruz kalmış zor durumdaki ailelerin belirli bir karamsarlık ve hayal kırıklığı içinde olsalar bile sürece sıkı sıkıya tutunduklarını görüyoruz. Diyarbakır sağduyusuyla askıya alınan çözüm sürecini yeniden kucaklamayı bekliyor. 

“Üzülüyoruz ama ümitsiz değiliz”

“Üzülüyoruz ama ümitsiz değiliz”

Ateşkesin bitmesine Diyarbakır’daki farklı kesimler ne diyor? Çözüm Süreci tamamen sona erdi mi? Son gelişmeler nasıl değerlendiriliyor? PKK’ya ve AK Parti’ye bakış nasıl? Düşünce kuruluşu PODEM’den Ayşe Yırcalı ve Etyen Mahçupyan Diyarbakır’a gitti, toplumun farklı kesimleriyle görüştü, bölgedeki havayı Al Jazeera için yazdı.

 | Konular Kürt sorunuAKPHDPPKK
Abdullah Öcalan, Mart 2013'te Diyarbakır'daki Nevruz kutlamasında okunan mektubunda PKK'ya ateşkes ve geri çekilme çağrısında bulundu.[Fotoğraf: AA/Getty Images-Arşiv]
Ayse Yircali

YAZAR HAKKINDA

Ayşe Yırcalı

2013 Mart’ında Abdullah Öcalan’ın mesajıyla Diyarbakır’da ilan edilen PKK ve devlet arasındaki çatışmasızlık Temmuz 2015’te sona erdi. 33 kişinin hayatını kaybettiği Suruç patlaması sonrasında, Ceylanpınar’da iki polis memuru evlerinde öldürüldü ve bu eylem PKK tarafından Suruç’a misilleme olarak üstlenildi; akabinde devlet Kandil’e karşı operasyonları başlattı.
Çatışmalar sürerken, Türkiye yeni hükümetini arıyor; koalisyon ve erken seçim senaryoları tartışılıyor. Siyasi söylemlerin oluşturduğu ağır havayı aralamak ve bölge halkının ne düşündüğünü duymak üzere Diyarbakır’a gittik. 6-8 Ağustos arası Diyarbakır’da halkın nabzını tutabilen, farklı kesimlerin nasıl düşündüğünü analiz edebilen kişiler ve öğrencilerle görüştük. Çatışmaların tekrar başlaması elbette Diyarbakır’dakileri derinden etkilemiş, halkta tepki oluşturmuş ve yeni beklentileri de beraberinde getirmiş durumda.
Diyarbakır’da çatışmasızlık süreci halk için o kadar değerli ki, bunun kaybedilebileceğine ihtimal verilmek istenmiyor. Gençler “Suriye'dekilerin haline düşmemek için barışa sıkı sıkıya sarılıyoruz” diyor.

Panik değil sağduyu hâkim
Görüşmelerimizin toplamının bizde bıraktığı intiba beklediğimizden oldukça farklıydı; kasvetli ve paniğe kapılmış bir ruh hali yerine, genele yayılmış bir sağduyu ve çatışmaların başlamasının üzerinden zaman geçmesiyle sakinliğe evrilen bir yaklaşım ile karşılaştık.
Ateşkesin bittiği ilk günlerde, Çözüm Süreci boyunca şehirde hâkim olan mutlu ve huzurlu ortamın yerini endişe ve korku almış. Çatışmaların sokaklarda yaşanması, helikopterlerin devamlı şehir üzerinde gezmesi, (kimilerince halka gözdağı vermek üzere kalkan) F16 seslerinin duyulması özellikle ilk günlerde günlük hayatı birebir etkilemiş, bir huzursuzluk yaratmış. Şehrin yaşanmaz bir hale geldiği düşüncesi, o kadar yakınlaşmışken bile barışın elden kaçmasının yarattığı hayal kırıklığı ağırlıklı hissiyat olarak yaşanmış.
Günlerin ilerlemesiyle korkuya bir şekilde adapte olunduğunu gözlemledik. Başlangıçta sokaktan uzak kalma dürtüsü daha baskınken, şimdilerde geceleri sosyal hayat yavaşlamış olsa da kepenklerin kapanmadığından, ailelerin en azından gündüz saatlerinde tedirgin olmadan parklarda vakit geçirebildiğinden bahsediliyor. 6-8 Ekim olaylarının tersine bir panik havası yok, şiddet toplumsal hayatı çok fazla sarsmamış.
Yaşananlara aklıselim ile bakma halinin ağır basmaya başladığı görülüyor. İlk günlerde hâkim olan korku ve endişeli ortam yerini yavaş yavaş çözüm masasına dönüleceğine dair inanca bırakmış. Çatışmasızlık süreci halk için o kadar değerli ki, bunun kaybedilebileceğine ihtimal verilmek istenmiyor. Gençler “Suriye'dekilerin haline düşmemek için barışa sıkı sıkıya sarılıyoruz” diyor. Diğer bir deyişle sona ermesini barış sürecine “konduramıyorlar”. Çatışmasızlık talebi çok güçlü ve tüm kesimlerden geliyor.
Hayal kırıklığı her yerde
Ruh halinin evrilmesiyle bir sorgulama safhasının başladığı görülüyor. Hayal kırıklığı hem devlet ve AKP’ye, hem de PKK ve HDP’ye yönelik. Çözüm Süreci'nin devamı ve barışın tahsisi için 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy vermiş bazı kesimler, oylarının farklı amaçlar için kullanıldığı hissiyatında.
Ceylanpınar’da iki polisin öldürülme olayı çok tartışılıyor, PKK’nın çatışmasızlığı neden böylesine keskin bir şekilde bitirdiğine dair net bir açıklama bulunamıyor. İfade edilen tek neden, Suruç sonrası örgütün bu adımı atmak zorunda kaldığı, gücünü yitirmediğine ve Kürtleri sahipsiz bırakmayacağına dair kendi tabanına bir mesaj vermek istediği yönünde.
HDP, PKK kanadına dair yapılan eleştirilerin, halka yapılan eylem çağrılarının cevapsız bırakılmasıyla somutlaştığı söylenebilir. Barış yürüyüşleri, akşamları tencere-tava çalma gibi çağrılara halk tarafından yanıt verilmediği belirtiliyor. 5 Haziran HDP mitinginde meydana gelen patlama sonrasında çağrı yapıldığında halk çok yoğun bir şekilde bu çağrıya cevap vermişken, şimdi evlere teker teker bildiri dağıtılmasına, televizyonlardan üst üste yapılan çağrılara rağmen halkın çekimser kaldığı anlatılıyor.
Ancak tepki ve eleştirilerin bütününün oturduğu zeminin bir de diğer tarafı var. İlk etapta devlet operasyonlarına karşı ciddi bir tepkisel etkinlik olmaması, operasyonların PKK’nın eylemleri karşısında mazereti olan veya normal karşılanabilecek bir cevap şeklinde değerlendirildiğini söylemek mümkün. Öte yandan, devlet söyleminin çatışmacı seyrettiği bir ortamda, PKK’ya yönelik sorgulama ve eleştirinin zayıfladığı, seçmenin yine HDP ve örgüt etrafında kenetleneceği belirtiliyor.
Bir sorgulama safhasının başladığı görülüyor. Hayal kırıklığı hem devlet ve AKP’ye, hem de PKK ve HDP’ye yönelik.

“Kandil’i başlarına yıkacağız” şeklindeki açıklamaların olumsuz etkisini hemen gösterdiği, HDP heyetinin Öcalan ile görüşmesine izin verilmemesinin uzaması durumunda kriz ortamı doğabileceği söyleniyor. Özellikle siyasi dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme getirildiğinden beri ibrenin tersine dönmeye başladığı belirtiliyor. Bu tarz yaklaşımların üzerine inşa edilen “devlet verdiklerini geri alabilir”, “meclise 80 milletvekili sokmamızı elbette kabul etmeyeceklerdi” gibi söylemler anlam kazanıyor, örgütün geri çekilmemesi ve halkın haklarını koruyacak yegâne güç olarak görülmesi doğal karşılanıyor.
Böyle dönemlerde devletin incitici söylemi PKK etrafındaki duruşun yeniden tahkim edilmesini sağlıyor. Devlet ve örgüt arasındaki sıkışmışlık hali, PKK’nın lehine işliyor, PKK’nın yanlışlarına rağmen devlete olan güvensizlik ve devletin reddedici tarzı örgütün elde ettiği kredinin bitmemesini, aksine güç kazanmasını sağlıyor şeklindeki görüşler ağır basıyor.
Gençler daha tepkili
Gençlerin daha keskin tepkileri var. Daha karamsar ve isyankarlar. Yeni kuşağın zaten yoğun bir travma ortamında büyüdüğü ve aileleri ne kadar teskin etmeye çalışsa da aileyi dinlemeden illegal faaliyetlere kayabileceği, gerillaya ve savaşa daha yakın hissettikleri söyleniyor.
“Biz her yerde ölüm görüyoruz” diyen gençler öfkeli. Şiddet söylemi duygu dünyalarına rahatça şekil verebiliyor. Çatışma sürecinin uzamasının bir öfke birikimine yol açacağı ve dağa gidişlerin hızlanabileceği belirtiliyor, üniversiteler açılmadan bir takım olumlu adımların atılması gerektiğinin altı çiziliyor. “Rahat çalışamıyoruz, devamlı tutuklamalar var, bu yüzden barışa dair girişim ve motivasyonumuz az” diyen gençler, yeni güvenlik yasası ile hareket alanlarının iyice sınırlandığından bahsediyor. Günlük hayatları da pratik anlamda etkileniyor. Kırsala gidiş zamanı olan yaz döneminde yollardaki güvenlik problemleri nedeniyle şehirde hapsolmuş hissediyorlar. Festivallerin ertelenmesi, sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerinin duraksaması hayatlarında olumsuzluk yaratıyor.
İş dünyasının çekingen ve endişeli olduğu, bu gibi dönemlerde genellikle kendini geri çekmeyi tercih ettiği aktarılıyor. Devlet baskısı ile örgüt baskısı arasında kalan iş dünyasının zor durumda olduğu, hayal kırıklığının bu kesimde güçlü olduğu görülüyor. Çatışmalar bu kesimde etkisini hemen gösteriyor; çünkü çarşıdaki alışveriş, inşaat, turizm gibi sektörler çok kısa bir sürede birebir olumsuz etkileniyor.
Öfke kontrolü
Tüm olumsuz gelişmelere rağmen hem örgüt hem hükümet tarafından uygulanan bir öfke kontrolünden bahsetmek mümkün. Suriye’den gelen 13 YPG’linin cenazelerinin Habur’da ailelerine teslim edilmesi kritik bir adım olarak görünüyor, olmasaydı çok büyük tepki yükselebilirdi deniyor. HDP’lilerin konuşmalarında PKK eleştirisi yapmaları, silahsızlanmaya çağrıda bulunmaları ve yumuşatıcı bir söylem izleme gayreti 4-5 gündür olumlu bir hava estiriyor. Her iki tarafın da çatışmaları bilerek düşük seviyede tuttuğu ve halka verilen mesajların çok sertleşmediğine dair bir izlenim söz konusu.
‘Diyarbakır’da savaş devam etmeli’ diyecek birini bulmak zor. Çözüm masasının en yakın zamanda kurulmasına dair inanç ve talep halkın geneli için en temel gerçek denebilir. Görüştüğümüz bir kişinin bizimle paylaştığı gibi olanlar Diyarbakır halkını “üzüyor ama ümitsiz kılmıyor”.
Oyun değiştiren Suriye
PKK’nın üst düzey kadrolarında görev yapmış, şimdilerde Diyarbakır’da siyasi alanda çalışan etkili bir isim, kendisiyle 2013’te yaptığımız bir görüşmede, barış sürecinin geleceği konusunda Suriye’nin kritik önemini özellikle vurgulamıştı. O günkü sözlerinin ne kadar öngörülü olduğunu göstermek için birebir aktarmakta fayda var: “Suriye meselesi ile oluşacak yeni ortam (Çözüm Süreci'ne) başka bir bakış yaratabilir. Orada bir kırılma, travma olursa bu Türkiye Kürtlerine de yansır... Rojava, Türkiye için kendi Kürtleri ile barışma fırsatıdır, bunu değerlendirmek gerekir. Kürtler gözünde Rojava’ya yapılan her saldırı, kaynağı ne olursa olsun Türkiye’ye mal edilebilir.”
Böyle dönemlerde devletin incitici söylemi PKK etrafındaki duruşun yeniden tahkim edilmesini sağlıyor.

Bugün bu sözlerin son iki senelik süreci birebir tarif ettiğini görüyoruz. Barış sürecinin ilanından sonra, atılması beklenen adımların gecikmesiyle sürecin uzaması, Suriye faktörünün süreç üzerindeki negatif etkisini artırdı. Rojava’nın Türkiyeli Kürtler için önemini bu kez yaptığımız görüşmelerde duyduğumuz şu sözler net bir şekilde anlatıyor: “Rojava aslında burasıdır, (Irak’takilerden farklı olarak) oradaki Kürtlerle buradaki Kürtler akrabadır. Buradan gençler oraya savaşmaya gidince, burada kimse gitme diyemez.” Rojava’nın Türkiye Kürtleri açısından naif bir sahiplenme anlamına geldiği ve Kürt halkının beklenti, umut ve korkularının Rojava özelinde temsil edildiği, kuzey Suriye’nin Kürdistanlaşma hayaline tekabül ettiği görülebiliyor.
Yumuşak karın Rojava
Bu doğrultuda, Kürt halkı PKK’ya çatışmalara dair bir iç tepki geliştirse de, Suriye bir yumuşak karın oluşturuyor, örgüt bu konuda kesinlikle eleştirilmiyor. Devlet ise Rojava’nın Türkiyeli Kürtler nezdindeki değerini doğru değerlendirmeyerek veya görmezden gelerek tamir etmesi zor bir hata yapmış, Kürtlerin vicdanında derin bir yara açmış durumda. Bu tutum Kürtler’in Suriye’de pozisyon alıp, mevzi ve statü kazanmasının AKP’yi rahatsız etmesi olarak okunuyor. Özellikle Tel Abyad’ın Kürtler tarafından ele geçirilmesinin ardından AKP kanadından verilen sert tepkiler, sonrasında tankların sınıra yürümesi, Suriye sınırında Kürtlerin değil, IŞİD’in komşu olarak tercih edildiği şeklinde okunuyor. Kürtlerle radikal İslamcılar karşı karşıya kaldığında, Türkiye ‘Kürtler yenilsin’ istiyor şeklinde bir algı söz konusu. Hükümete yakın gazetelerde, PYD IŞİD’den daha tehlikeli bir örgüttür şeklinde çıkan haber ve değerlendirmeler de bu algıyı derinleştiriyor.
Barzani’ye tepki
Başlayan çatışma süreci bölgedeki farklı Kürt güçleri arasında da gerilime sebep olmuş. PKK’nın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne ait petrol boru hatlarını vurması, Barzani’ye savaş açmak olarak değerlendiriliyor ve zaten beklenen bir şekilde Barzani’nin sert tepkisiyle karşılaşıyor. PKK’nın bu girişimi Barzani’nin Kobani konusundaki (Kürtleri korumayan) tutumunu cezalandırmak adına yaptığı düşünülüyor. HDP ve PKK kanadında Barzani’nin Erdoğan’dan sonra en çok tepki duyulan siyasi aktör olduğu, örgüt tarafından kendi topraklarını bombalayan – Türk ordusunun yanında – Kürt konumuna itildiği düşünülüyor. Kürt halkına hizmet eden bir lider olmanın tersine, Erdoğan ve Amerika ile işbirliği yapıyor diye suçlanarak vatan haini ilan ediliyor. Bu söylemleri benimseyen kesimler, Barzani’nin hâlâ bir aşiret reisi gibi davrandığını, Demokratik Ulus Kongresi’nin toplanmasını da kendi iktidarı sarsılacağı için engellediğini düşünüyorlar.
Öte yandan bölgede oluşan iki ana eksenden bahsediliyor: İran, Bağdat, Şam, PKK ve Rusya karşısında Türkiye, Barzani ve şimdi Amerika. İran’ın Orta Doğu’da Kürtlerin hamiliğine soyunduğu, bu amaçla IŞİD’i bölgede çok iyi kullandığı, Kuzey Irak’ta YNK-Goran muhalefetini destekleyerek Barzani’yi ve dolayısıyla Türkiye’yi zayıflatmayı ve yine aynı amaçla PKK’yı Türkiye ile çatışmaya ikna etme çabaları dile getiriliyor.
Eksenin diğer tarafındaki Amerika’nın HDP kitlesindeki itibarı zayıf. Halkın hiçbir zaman güvenmediği ABD ve Türkiye işbirliğinde Kürtlerin kurban edildiği, ABD’nin bölgede güçlü bir Kürt yapısı istemediği, demokratik özerk bir modelin ABD’nin emperyalist çıkarlarına ters düştüğü ve en nihayetinde ABD’nin Kürtleri satmış olduğu dile getiriliyor. Daha mesafeli tahliller, Amerika Türkiye’nin hassasiyetlerini gözetecek olsa da, PYD’nin Suriye sahasında IŞİD’e karşı savaş vermesi önemli olduğundan, Türkiye’nin PKK ile savaşmasını istemeyeceği yönünde. İncirlik Üssü’nün kullanıma açılması sonrasında, PKK ve PYD’yi daha az destekliyor görünse de, ABD’nin PKK’yı tamamen çöpe atamayacağı görüşü hâkim. ABD yüzünden Kürt kanı aktı densin istenmeyeceği için, ABD’nin Kürtleri küstürecek, ezecek bir tutum sergilemekten kaçındığı, PYD’nin tamamen çökertilmesinin ABD’nin işine gelmeyeceğinin hesabının ise PKK tarafından yapıldığı belirtiliyor.
Bölgedeki diğer odaklar
Gelişmelerin istihbarat örgütleri tarafından bazı odakların çıkarlarına uygun şekilde kullanıldığına dair tahminler de duyuyoruz. Suruç gerçekten bir IŞİD saldırısı mı, Ceylanpınar’da polisleri savaş çıksın isteyen güçler infaz etmiş olabilir mi şeklinde sorular akıllarda dolaşıyor.
Orta Doğu’nun dış güçler tarafından Sykes-Picot şartlarını değiştirerek yeniden şekillendirilmesi amacıyla bölgedeki gelişmelere müdahale edildiği, Arap Baharı’nın da müdahale edilecek alan yaratmak için kullanıldığı şeklinde açıklamalar duymak mümkün. Kürtler ve Türkler arasındaki muhtemel barış girişimleri de bu amaçla engellenmeye çalışılıyor diye bir bakış söz konusu. Bunun için barışın üç önemli siyasi aktörüne operasyon düzenlendiği düşünülüyor. Erdoğan’a Gezi, 17-25 Aralık ve Kobani krizi üzerinden yapılan girişimler, Öcalan’ı Gezi sürecinde ve 17-25 Aralık’ta köşeye sıkıştırma hamleleri ve Barzani’ye yönelik – özellikle petrol ihracatını sağlamasıyla – başkanlık yetkilerini kısıtlama ve muhalefeti üzerine salarak zayıflatmaya yönelik adımlar vurgulanıyor.
PKK nerede duruyor?
Suriye’deki gelişmeler paralelinde, PKK artık salt Türkiye’deki bir Kürt örgütü olarak değil, Kürdistani bir yapıya dönüşmüş, var olduğu alanlarda hızla mobilize olabilen, hakimiyet kurma potansiyeline sahip bir güç olarak görülüyor. Dolayısıyla – çözüm masasının yeniden kurulma ihtimalinde – çerçevede sadece Türkiye’yi değil, PKK’nın var olduğu diğer parçaları da düşünmek gerektiğinin altı çiziliyor.
Suriye denklemde ağırlık kazanınca, Kandil’in çözüm sürecine bir araç olarak bakan daha radikal, şahin kanadının yönetimde ağırlık kazandığı ve bu kanadın esas amacının Çözüm Süreci'nde Türkiye ile yol kat etmek yerine Suriye’de fiili yapıyı korumak ve güç kazanmayı sağlamak olduğu dile getiriliyor. Bu amaç doğrultusunda, Esad’ın stratejik olarak Suriye’nin kuzeyini kontrol edebilmek amacıyla PYD’ye bir iktidar alanı açması ve PYD’nin bunu akıllı bir şekilde kullanması, iki tarafın doğal ortaklığı şeklinde sonuçlanıyor. Diğer taraftan, “Amerika bizi sattı söylemine rağmen”, PKK’nın nihayetinde Amerikancı bir yapı olduğu, PYD Amerika ile resmi bir ilişki kurduğunda bunun bir zafer gibi karşılandığı hatırlatılıyor. PKK’nın Amerika’yı göz ardı edip, İran tarafına kaymayacağı ama İran’ı kullanmaktan da feragat etmeyeceği yönündeki yorumlar ağırlıkta.
Ayşe Yırcalı, Brown Üniversitesi ekonomi ve tarih bölümlerinden mezun oldu. 2001 yılında proje yöneticisi olarak TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) kadrosuna katıldı. Şubat 2015 tarihinde kurulan PODEM (Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği) kurucu üyesidir ve merkezin genel direktörlüğünü yürütmektedir. Yolsuzlukla mücadele, çözüm ve barış süreci, Türkiye’nin yeni anayasası konularında saha araştırmalarında ve yayınlarda yer almıştır.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

KÜRT SORUNU VE ÇATIŞMAZLIK

                                         KÜRT SORUNU VE ÇATIŞMAZLIK


Seçime giderken çatışmalı bir ortam yaşıyoruz...Kimin çatışmayı başlattığı tartışması geride kalmıştır ve bir yarar da sağlamaz. Asıl konuşmamız gereken konu bu kanı nasıl dur-duracağımız konusudur.Şahsi düşüncelerim var. Şöyle ki; Daha önceki tarihleri bir tarafa bırakırsak, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere karşı asimilasyoncu, inkarcı,zulme dayalı politikalar uygulandı...Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının teslim edilmesi gerekir... Ve bu anayasal güvence altına alınmalı... Eşit vatandaşlık, ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi v. b Bunlar sağlandığında silahın gerekçesi de kalmaz... Kimileri bu haklar ancak silahla olur diyor ve silah kullanıyor... Ama bu yöntem benim tasvip ettiğim yöntem değil. İnsan yaşamı üzerinden hedeflere ulaşmayı hiçbir zaman savunmadım, şimdide savunmuyorum... Ama silah olmaz ise devlet yada hükumet bir adım atmaz itirazlarına da itiraz ediyorum... 30 yıllık savaş ve 50 bin ölüm bir yere getirmedi... Her zaman demokrasiye ve demokratik yollara inancım tamdır... Ama şu anda da mevcut bir durum var ve bu durumu yok sayamayız... Hükumet PKK ile mücadeleden ayrı olarak,  önce Kürtlerin demokratik hakları için adım atmalı ve demokratik kuruluşlar da buna hükumeti  zorlamalı.  Madem ki,Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı hakları var; öyleyse bunu pazarlık konusu değil demokrasi sorunu olarak görmek ve adım atmak gerekir...Buna rağmen silahlar susmuyorsa, silahı savunanların  halktan gerekli desteği görmesi mümkün olamaz. Peki,ilk adım nasıl atılacak? Bence, seçim hükumetine HDP nin  katılmasını ve AKP ile aynı hükumette yer almasını PKK fırsata çevirip, şart ileri sürmeden  silahları susturabilir ve müzakerelerin başlamasına ortam hazırlayabilir ... Müzakereler devam ederken barışın ruhuna aykırı hareketlerden kaçınılmalı...HDP ve AKP en iyi anlaşabilecek partilerdir...bu, seçim sonrası daha da net görülmeye başlandı..Ne HDP nin ne de AKP nin diğer mevcut partilerle anlaşmaları mümkün görünmüyor...MHP yi tamamen bir tarafa bırakalım...CHP nin anayasanın ilk dört maddesi için kırmızı çizgileri var...Oysa mevcut anayasanın ilk dört maddesi değişmeden Kürtler eşit yurttaşlık hakkını elde edebilirler mi? Mümkün değil...Hem bu ırkçı maddelerde ısrar edeceksin hem de "Kürt sorununu ben çözerim" diyeceksin...Öyleyse HDP ve AKP biri birlerine çelme atmayı temel hedef haline getirip, düşmanlık temelinde yaklaşımlardan vazgeçmelidirler. Bu kandil ve İmral'ı için de geçerli..Selehattin Demirtaş'ın 7 haziran seçimleri açıklanır açıklanmaz "biz AKP ile asla koalisyon kurmayız" açıklaması yapması çözüme ve barışa katkı sunmamıştır...Bu açıklamanın anlamı şudur: 1-Ben CHP ve MHP ile bu sorunu çözerim...2- Ben çözümün tarafı olamam,diğer partiler bir araya gelsin ve çözsünler (MHP asla HDP ile aynı hükumette olamam dediğine göre)
CHP ve AKP nin bırakalım çözüm konusunda anlaşmalarını,koalisyon kuramayacakları ayan beyan açıktı...Çünkü; Ya CHP geçmişte AKP/RTE için söylediklerinden vazgeçecek,hata yapmışız diyecek ya da AKP 13 yıllık icraatlarını inkar edip, siz haklıymışsınız diyecek...her ikisi de olmayacağına göre bu koalisyonda olmazdı ve nitekim olmadı...Sonuç olarak iyi- kötü bir müzakere yürüten HDP/PKK ile AKP  arasındaki uzlaşma çok daha olanaklı ve gereklidir. Öyleyse bu saydığım taraflar biri birlerini düşman ilan etmekten vazgeçip çözüme odaklanmalıdırlar...İnat çocuklarımızın cesetlerini artırmaktan başka işe yaramıyor.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

ULVİ AMAÇLARINIZI (!) VE KÖTÜ YÖNTEMLERİNİZİ ALIN, ÇOCUKLARIMIZI BİZE VERİN

ULVİ AMAÇLARINIZI (!) VE KÖTÜ YÖNTEMLERİNİZİ ALIN, ÇOCUKLARIMIZI BİZE VERİN
Her gün insanlarımızın öldürüldüğü şu ortamda yorum yapmak içimden gelmiyor... Herhangi bir paylaşım yapmak da içinden gelmiyor ... Öldürmek üzerinden kazanılan zafer benim gözümde anlamsızdır... O insanlara yaşamı siz mi verdiniz ki siz alıyorsunuz? Onları dünyaya getirip bu yaşa kadar büyüten anne-babaların bile,hatta bizzat kendilerinin bile yaşamlarına son verme hakkı yoktur, olamaz... Savaşı kim başlattığı konusunu, ölen çocuklarımızın cesetlerine bakarak karşıya yükleme çabalarının anlamsızlığı,arsızlığı ve dayanılmaz hafifliğini ortadadır... Tarih ve bu gün anne-baba olarak bizler Savaşı kimin başlattığını değil kimin bitirdiğini sorgulayıp, olumlu yacağız... Gönlümüzde ve tarih nezdinde ölümleri bitirenler kahraman olacaktır... Ne iktidar,ne pkk, ne de diğer partiler ve de bu saydıklarımın politikalarını gözü kapalı sorgusuz sualsiz destekleyenler ölümlerden kendilerini sıyıramazlar... Pkk konjonktüre durumu fırsata çevirme fikrine kapılmayıp, iktidarın tüm yanlışlarına rağmen silahları bırakmayı becerebilseydi,bugün hdp 80 milletvekiliyle değil 180 milletvekiliyle mecliste temsil edilirdi ve işte o zaman Türkiye partisi olurdu...işte o zaman dünyaca meşru görülüp desteklenirdi... Ve Kürt sorunun çözümü o kadar kolaylaşırdı... Eğer iktidar ya da devlet sizi oyuna getiriyorsa, siz niye oyuna geliyorsunuz? Ya hükumet! Hükumet hiç bu noktalara gelmeyebilirdi. Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı hakları belli ve bunu müzakere konusu yapmadan meclise getirebilirdi. Aynı teklifleri muhalefet de sunabilirdi ve Kürt sorununun çözümü konusundaki çabaları,önerileri reddedenler halk önünde mahkum olurdu... Yani demem o ki; ulvi amaçlarınız ve kötü yöntemlerinizi alın, çocuklarımızı bize verin!!!!!

13 Ağustos 2015 Perşembe

TAKINTI

                                                               TAKINTI


ÇOĞU KEZ TAKINTILAR KİŞİLERİN DOĞRULARI GÖRMESİNE ENGEL OLUR...DOLAYISI İLE YANILSAMAYI DOĞRU GİBİ GÖRMEYE BAŞLARLAR...SIRF BU YÜZDEN BİTTİĞİNİN FARKINDA OLMAYAN (GÖREVİ GEREĞİ BİLİNÇLİ DAVRANANLAR HARİÇ) SOL KESİM HER ŞEYİ RECEP TAYYİP ERDOĞAN ÜZERİNDEN YORUMLAMA KOLAYCILIĞIN DALAR...DİYORLAR Kİ "BÜTÜN BU ÇATIŞMANIN, KANIN NEDENİ RTE NIN ERKEN SEÇİME GİDİP KENDİNİ BAŞKAN YAPMA HEDEFİNDEN KAYNAKLANIYOR"  DÜŞÜNEBİLME YETİSİNİ KAYBETMEK BUNA DENİR...

ŞİMDİ BÖYLE DEYİNCE YENİ PKK SEVİCİLERİ YİNE İŞİN KOLAYCILIĞINA KAÇARAK BENİ RTE SAVUNUCUSU,HAYRANI İLAN EDECEKLERDİR...DEĞERLENDİRME YETİSİNİ KAYBETMİŞ KİŞİLERİN DEĞERLENDİRMELERİNİN ÖNEMİ YOKTUR...

RTE SIRF AKP NİN TEK BAŞINA İKTİDAR OLMASI ADINA BU GÜN KÜ ÇATIŞMALI ORTAMI HAZIRLADI DEĞERLENDİRMESİNİ AĞIZLARINA SAKIZ EDENLERE SORMAK LAZIM...1-RTE 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ ÖNCESİ ÇÖZÜM SÜRECİNİN DOĞRU YÖNETİLMEDİĞİNİ SÖYLEDİ VE DOLMABAHÇE GÖRÜŞMELERİNİ,GÖZLEMCİ HEYETİNİ YOK SAYDI VE KÜRT SORUNU YOKTUR DEDİ...SONUCUNDA DA 9 PUANLIK DÜŞÜŞLE İKTİDARI KAYBETTİ...SEÇMEN BU POLİTİKALARIN DOĞRU OLMADIĞI YÖNÜNDE UYARIDA BULUNDU...YANİ BU POLİTİKALAR SEÇİM SONRASI POLİTİKALAR DEĞİL..ELEŞTİRECEKSEK DOĞRU YERDEN ELEŞTİRELİM...2- ÇATIŞMALI ORTAMIN RTE YARAYACAĞINI NEREDEN ÇIKARIYORSUNUZ...AKSİNE BU ONA KAYBETTİRİYOR...EH! BİZİM BİTMİŞ SOL İŞİN KOLAYCILIĞINDA YA, BU KARGAŞALI,ÇATIŞMALI ORTAMI RTE BAŞKAN OLABİLMEK İÇİN ÖZELLİKLE YARATIYOR DİYE YORUM YAPIYORLAR..."VATAN SAVUNMASI DEĞİL, SARAY SAVUNMASI" DİYORLAR...BU DURUMUN SARAYA BİR ŞEY KAZANDIRMADIĞINI GÖREMİYORLAR...ONLAR İÇİN VARSA YOKSA SARAY...İLERİYE DÖNÜK BİR TEK SÖYLEMLERİ,PROJELERİ VAR MI?  PROJE VE ÇÖZÜM ÜRETMEK ZOR VE BEYİN İSTEYEN ŞEYLERDİR....3- KÜRT SORUNU RTE LA BAŞLAMIŞ BİR SORUN DEĞİL...CUMHURİYETİN KURULUŞUNDAN BU YANA KÜRTLERİN ULUSAL DEMOKRATİK HAKLARI GASP EDİLMİŞTİR...KÜRT SORUNU İLK DEFA BU KADAR KAPSAMLI VE CİDDİ ŞEKİLDE AKP ZAMANINDA ELE ALINDI VE BİR HAYLİ DE MESAFE KAYDEDİLDİ...NE YAZIK Kİ SOL GEÇİNENLER BUNLARI GÖRMEZLİKTEN GELİYOR VE SANKİ KÜRT SORUNUNU AKP YARATMIŞ GİBİ ALGI YARATIYORLAR...4-KÜRTLERİ AKP YE KARŞI KIŞKIRTANLAR KÜRT SORUNUNU KİMLE ÇÖZMEYİ PLANLIYORLAR YA DA ÇÖZÜMÜ İSTİYORLAR MI? HDP DE BU AHMAKLARLA BERABER HAREKET EDEREK AHMAKLIĞA DÜŞÜYOR... KÜRT SORUNUNU CHP VE MHP İLE ÇÖZECEĞİNE İNANANLAR GERÇEKTE BU SORUNUN ÇÖZÜMÜNDEN YANA DEĞİLLER...ÇÜNKÜ,CHP DE MHP DE KÜRT SORUNUNU ÇÖZME PLANI VE CESARETİ OLMAYAN PARTİLERDİR...TEK CESARETİ VE NİYETİ OLAN PARTİ AKP DİR...AKP YE KARŞI BLOKTA YER ALAN HDP BU BLOKLA SORUNLARI ÇÖZEBİLECEĞİNE Mİ İNANIYOR?  İNANMIYORSA NEYİN PEŞİNDE? ÇÖZÜM SÜRECİ VE GÖRÜŞMELERİ DEVAM EDERKEN KANDİLİN " KİMSE BİZDEN SİLAH BIRAKMAYI BEKLEMESİN" AÇIKLAMALARI NEYE HİZMET EDİYOR...GELEN CENAZELERİ SADECE SARAYIN SEÇİM KAZANMA HIRSINA BAĞLAMAK KOLAYCILIĞINDAN NE ZAMAN VAZGEÇİLECEK?...EĞER BU SORUN ÇÖZÜLECEK İSE CESARETİ OLANLA ÇÖZÜLECEKTİR VE BUNUN DA KİM OLDUĞU BELLİDİR...HEM MASAYA OTURUP HEM DE MASADA KİNE KÜFREDİP, ALTTAN AYAĞINA VURURSANIZ SAMİMİ OLMADIĞINIZ ORTAYA ÇIKAR...İKTİDAR BUNU GÖRDÜ...PKK NİN KÜRT SORUNUNDA ÇOK KENDİ SORUNU VARDIR...TÜM MESELE BUDUR....BİTMİŞ SOLUN DA DERDİ KÜRTLER DEĞİLDİR...DİNDARLARIN KENDİLERİYLE EŞİT YAŞAMALARINA TAHAMMÜLSÜZLÜKLERİDİR...PKK Yİ DE DİNDARLARIN ESKİ MEVZİLERİNE ÇEKİLMELERİ YÖNÜNDE KULLANMAYA ÇALIŞIYORLAR... NE YAZIK Kİ BUNDA BAŞARILI OLUYORLAR.


3 Ağustos 2015 Pazartesi

DOĞAN MEDYASININ HDP HAYRANLIĞININ ALTINDA NE VAR?

                                DOĞAN MEDYASININ HDP HAYRANLIĞININ ALTINDA NE VAR?


  • Aslında HDP hayranlığı sadece Doğan medyasın da yok, Fetullahçı medyada, Kemalist ve Ulusalcı Medyada da var. Bu hayranlık HDP nin politikalarının doğruluğuna inanmışlıklarından kaynaklanmıyor. Halk arasındaki bir deyimle HDP’yi “günahları kadar bile sevmezler”. Kürtleri hiç sevmezler…Yıllardır kendilerini Kürtlerin efendisi gibi gören zihniyetin birden bire Kürt hayranlığını hayra yormak mümkün değildir…Hayra yoranlar var ise ya çok saftırlar, ya da bu durumu onlarda kullanıyor demektir…Yani orta da bir aşk yok, karşılıklı kullanma vardır. Doğan Medya gurubunun kimi gazetelerinin logosunda “Türkiye Türklerindir” yazmasına rağmen, Kürt olmaktan övünç duyan bir yapıyı gerçekten sevmesini beklemek saflık olur…Doğan Medya gurubu, Atatürk döneminin adalet bakanı Esat Mahmut Bozkurt ideolojisinden etkilenerek yayın politikalarını oluşturmaktadırlar. Ne diyor Bozkurt “"Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!"
  • Kemalistlerin, ulusalcıların laik aydınların Fetullahçıların Kürtlere bakışlarını anlatmaya bile gerek yok… Hepsi aynı kaynaktan besleniyor ve kılcal damarlarında asimilasyoncu, inkarcı politikaların şifreleri vardır. Kürtleri sevmedikleri belli olan güruh neden HDP yi bu kadar seviyormuş gibi gözüküyorlar? Tek nedeni var: Anti-AKP, anti-Tayyip… AKP/RTE belasından(!) kurtulmanın bin bir yolunu denediler…Balyoz, Ergenekon, internet andacı, 367 meselesi, AKP yi kapatma davaları, 17- 25 aralık kalkışması gibi tüm gayri meşru yollar denendi. “Aydın Doğan, 28 Şubat darbesine katkısını, “Benim medya organlarım İslamcı koalisyon hükumetine karşı savaş verdi" diye ortaya koymuştu.”
  • Başarılı olamayınca Kürtleri öne sürmek akıllarına geldi…HDP yi üne sürüp, AKP/RTE a çelme atmayı planladılar…Tüm medya ve diğer destek alanlarını sonuna kadar HDP ye açtılar…”Yürü en kahraman sensin, Tayyip’in hakkından sen gelirsin, her türlü senin arkandayız” dediler. HDP ‘yi, programını gerçekten seviyor olsalar, bu tavırları karşısında saygıyla eğilmek gerekirdi. Akıllarında şu var; AKP/RTE’ nı  HDP aracılığıyla devirir isek daha sonra HDP’ yi halletmek kolaydır. Bu niyetleri seçimden hemen sonra belli oldu…Seçim sonuçları koalisyon yapmayı mecbur kıldı. Ama CHP, MHP ve tüm yukarıda saydığımız güruh HDP ile koalisyonu telaffuz bile etmediler. Nasıl olur! İç işleri bakanlığını HDP ye verdiğinizi düşünün! Nasıl olur! Milli savunma bakanlığını HDP ye verdiğinizi düşünün…Düşünmek bile onları irrite ediyor…Daha başından HDP kapıyı kapatmasa, yine de AKP, HDP ile de görüşmeyi programına almıştı. Kürtlerin Cumhuriyet tarihi boyunca kendilerini ciddiye alan, muhatap gören, görüşme masasına oturan, Apo’yu “bebek katili” unvanından ( en çok Doğan medyası kullanırdı) “sayın” unvanına çıkartan, İmralı’yı-Kandil’i su yoluna çeviren, , özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açan, Türkçe alfabede yer almayan bazı harflerin kullanılmasını serbest bırakan, ilkokullarda “andımız" uygulamasına son veren, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda hakkı tanıyan, Kürtçe tv kuran, yerleşim yerlerinin isimlerini yeniden Kürtçe haline çeviren v. b   bu iktidara karşı kurulan blokta HDP nin yer alması geçmişi çabuk unutuşun dan, geleceği iyi okuyamamasındandır.
  • Bütün bu güruhun çabalarını, tavırlarını anlamak mümkün. Çünkü Cumhuriyet tarihi boyunca darbe ve vesayet üzerinden nemalandılar, palazlandılar. Kendilerini ülkenin efendisi gibi gördüler. AKP iktidarıyla bütün bu olanaklarını yitirdiler…Çılgına dönmeleri bundandır. Aslında onlara göre Kürtler ve HDP yılandır, yılana sarılmaları bundandır. Görüldüğü gibi ne yazık ki; Gelinen nokta iç açıcı değil…Oyunun farkına varıp, çarkı olumluya çevirmek hala mümkün…