Türkiye'nin dört bir yanında kan var,yanıp kül olan yaşamlar
var...Bunda hepimiz suçluyuz; Her şeye ideolojik bakıyoruz.
Ölülerimizi,dirilerimizi ayrıştırıyoruz.Ötekileştirmeyi eleştirirken
ötekileştirerek eleştiriyoruz.En küçük olaydan bile siyasi çıkar sağlama
çabasına giriyoruz.Akan kanlarda,ölülerimiz de ayrım yapmaktan,birilerini
suçlamaktan çözüme ilişkin fikir üretemiyoruz.Oysa ortada kaybolan hayatlar
var,kaybolan geleceğimiz var.
Bir yerden başlayacaksak, ideolojik yaklaşımdan çok hümanist
ve akılcı yaklaşımdan başlamalıyız.Olgulara herkesin kendi bulunduğu yerden
bakması ve farklılıkların olması doğal.Farklılıklar uzlaşı gerektirir... Uzlaşı
dediğimiz şeyse empati...
Akan kanın nedenleri üzerinde dururken, Türkiye'nin içinde
bulunduğu coğrafya,dış güçler falan ama,asıl nedenin içsel olduğu gerçeğini
unutulmamalıdır...İktidarıyla,muhalefetiyle herkes asıl soruna göz kapama,dolayısı
ile yönetememe hastalığına tutulmuş durumdalar.
Asıl sorun dediğimiz açıktır ki,Kürt sorunudur.Neden sorun
olarak önümüzde durduğu da açıktır: Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının
gasp edilmesidir.Nedir bu haklar? Anayasal güvenceyle eşit yurttaşlık hakkı,anadilde
eğitim,yerel yönetimlerin yetkilerinin güçlendirilmesi. Bu gün konuşulan ve
talep edilen ana başlıklar bunlardır. Gelecekte Kürtlerin talepleri nereye
evrilir bilemeyiz. Ama bugün için ortaya konulan talepler bunlardır. Bu
taleplerin yerine getirilmesi çok zor değildir. Kürt sorununu çözme iddiasında
olan AKP, CHP, HDP bir araya gelip yeni anayasada bu hakları tarif edecekler...Bu kadar... Ne yazık ki,AKP'nin eveleyip-gevelemesi,CHP'nin kırmızı çizgileri, HDP'nin öz
iradesiyle davranamaması mevcut durumun devam etmesini ve çözümsüzlüğü
getiriyor.Sonrada çıkıp akan kanın suçlusu olarak biri birlerini suçluyorlar.
Anayasaların milliyetler ve ideolojiler üzerinden tarif edilmesi,bizatihi
sorunun kendisi haline gelmesi demektir.Mevcut anayasanın ilk dört maddesi
böylesi bir tarifi içeriyor. Bu dört maddeyi kırmızı çizgi olarak ilan
ederseniz, daha başından çözümden yana olmadığınızı ortaya koymuş
olursunuz.Anayasayı Türklük ve Atatürkçülük üzerinden tarif ettiğinizde, Türklüğün
dışında diğer milliyetleri,Atatürkçülüğün dışında diğer ideolojileri yok saymış
olursunuz.İşte meselede bu dayatma ve yok saymadan kaynaklanıyor.
Diğer taraftan yukarıda saydığımız sorunların çözüm yolu
silah ve kan mı olmalıdır? Hedef ayrı devlet olmaksa ve buna müsaade edilmiyor
ise, silahlı mücadeleyi (katılırsınız,katılmazsınız) anlamak mümkündür. Hem
ayrı devlet talebimiz yok deyip, hem de silaha sarılmak niyetinizde samimi
olmadığınızı gösterir.
Ulusal sorun gibi bir sorunun çözümünü her hangi bir örgütün
kendi tekelinde görmesi ve kendi çözüm önerilerini,yöntemlerini dayatması başlı
başına bir sorun oluşturur. Nitekim,içinde bulunduğumuz durum bunun açık
örneğidir.
Birileri çıkıp "Ama bu devlet,bu iktidar başka dilden
anlamıyor" diyebilir. İyi de; Cumhuriyetin kuruluşundan bu
yana,özellikle de son kırk yıldır elli bin insanın ölmesine rağmen bir milimlik
hak elde edilmediğini ifade ediyorsanız,devlet sizin dilinizden hiç anlamıyor
demektir.Hem devlet, hem de silahlı mücadeleyi savunanlar bu savaşın galibi
olmayacağını bilmelerine rağmen neden denenmiş yöntemlerde ısrarcı oluyorlar?
Neden barışçıl yöntemleri denemiyorlar? Çünkü; Kan akıtmak daha kolay ve çok
fazla akıl istemez. Barışçıl yöntem akıl ister.Kanlı yolu isteyenlerin
kendileri,çocukları kırk yıldır ölümün kıyısına bile yaklaşmamışlar sa, barışçıl
yöntemi savunmamaları normal hale gelir.
Bosna'da Aliya İzzetbegoviç'e bir asker yaklaşarak
"Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar...Çocuklarımızı öldürüyorlar...Biz
de aynısını onlara yapalım" der. Aliya'nın cevabı çok güzel "Sırplar
bizim öğretmenimiz değildir"
Eğer taraflar biri birlerinin insanlık dışı yanlarını örnek
almaya devam edeceklerse, ne yazık ki, daha çok kan akacak demektir.
Şunu açıkça ifade etmeliyiz: Günümüzde en etkili yol siyasal
yöntemdir.Dünyadaki aşağı yukarı 648 silahlı gurubun büyük çoğunluğu silahlı
yöntemden vazgeçmiş durumdadırlar.
Silah olmadan da ,kan dökülmeden de başarı elde edilebilinir.Martin
Luther King, Ganhi,Mandela örnekleri
önümüzdedir. Mandela silahlı gurupların başında olan eşini barışçıl yönteme
ikna edemiyor ve boşanmaya kadar gidiyor...Eşine diyor ki "Savaşla değil
ama seçimle kazanabiliriz"...Nitekim kazanıyorlar ve başkan seçiliyor...
Tüm bu saydığım liderler ölümü göze aldılar, ama ölümü
yöntem olarak seçmediler.Ne yazık ki, bizde tam tersi yaşanıyor.Ölümü göze
alamıyorlar,binlerce insanı ölüme yolluyorlar.
Diyarbakır Cezaevi bunun en bariz örneğini taşır. Cezaevi
yönetimi ile görüşmelere Mehmet Şener ile giden Mustafa Karasu silah olmadan
zafer kazanılabileceğinin en yakın tanığıdır.Cezaevi yönetiminin akıl almaz
insanlık dışı muamelelerine karşı,tutukluların elinde bir çakı bıçağı bile
olmadan,yemek-su olmadan zafer kazandılar...Ölümler değil ama, ölümü göze almak
zafere götürür.
Ne yazık ki; Hendeklerde destan yazılmıyor...Yiğitlik...Evet yiğitlik var ama destan yok...Ahmet
Arif'in dediği gibi" Yiğitlik inkara gelinmez"...Yiğitlik akılcı
kullanılır ise destan yazılır.Yoksa, Enver Paşacılıktan öteye geçilemez...
Devletin akılsızlığını örnek almadan akıllı davranma
zamanıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder