16 Mart 2016 Çarşamba

ÖLÜMLER DEĞİL,ÖLÜMÜ GÖZE ALMAK ZAFERE GÖTÜRÜR

                 


Türkiye'nin dört bir yanında kan var,yanıp kül olan yaşamlar var...Bunda hepimiz suçluyuz; Her şeye ideolojik bakıyoruz. Ölülerimizi,dirilerimizi ayrıştırıyoruz.Ötekileştirmeyi eleştirirken ötekileştirerek eleştiriyoruz.En küçük olaydan bile siyasi çıkar sağlama çabasına giriyoruz.Akan kanlarda,ölülerimiz de ayrım yapmaktan,birilerini suçlamaktan çözüme ilişkin fikir üretemiyoruz.Oysa ortada kaybolan hayatlar var,kaybolan geleceğimiz var.

Bir yerden başlayacaksak, ideolojik yaklaşımdan çok hümanist ve akılcı yaklaşımdan başlamalıyız.Olgulara herkesin kendi bulunduğu yerden bakması ve farklılıkların olması doğal.Farklılıklar uzlaşı gerektirir... Uzlaşı dediğimiz şeyse empati...

Akan kanın nedenleri üzerinde dururken, Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafya,dış güçler falan ama,asıl nedenin içsel olduğu gerçeğini unutulmamalıdır...İktidarıyla,muhalefetiyle herkes asıl soruna göz kapama,dolayısı ile yönetememe hastalığına tutulmuş durumdalar.

Asıl sorun dediğimiz açıktır ki,Kürt sorunudur.Neden sorun olarak önümüzde durduğu da açıktır: Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının gasp edilmesidir.Nedir bu haklar? Anayasal güvenceyle eşit yurttaşlık hakkı,anadilde eğitim,yerel yönetimlerin yetkilerinin güçlendirilmesi. Bu gün konuşulan ve talep edilen ana başlıklar bunlardır. Gelecekte Kürtlerin talepleri nereye evrilir bilemeyiz. Ama bugün için ortaya konulan talepler bunlardır. Bu taleplerin yerine getirilmesi çok zor değildir. Kürt sorununu çözme iddiasında olan AKP, CHP, HDP bir araya gelip yeni anayasada bu hakları tarif edecekler...Bu kadar... Ne yazık ki,AKP'nin eveleyip-gevelemesi,CHP'nin kırmızı çizgileri, HDP'nin öz iradesiyle davranamaması mevcut durumun devam etmesini ve çözümsüzlüğü getiriyor.Sonrada çıkıp akan kanın suçlusu olarak biri birlerini suçluyorlar.

Anayasaların milliyetler ve ideolojiler üzerinden tarif edilmesi,bizatihi sorunun kendisi haline gelmesi demektir.Mevcut anayasanın ilk dört maddesi böylesi bir tarifi içeriyor. Bu dört maddeyi kırmızı çizgi olarak ilan ederseniz, daha başından çözümden yana olmadığınızı ortaya koymuş olursunuz.Anayasayı Türklük ve Atatürkçülük üzerinden tarif ettiğinizde, Türklüğün dışında diğer milliyetleri,Atatürkçülüğün dışında diğer ideolojileri yok saymış olursunuz.İşte meselede bu dayatma ve yok saymadan kaynaklanıyor.

Diğer taraftan yukarıda saydığımız sorunların çözüm yolu silah ve kan mı olmalıdır? Hedef ayrı devlet olmaksa ve buna müsaade edilmiyor ise, silahlı mücadeleyi (katılırsınız,katılmazsınız) anlamak mümkündür. Hem ayrı devlet talebimiz yok deyip, hem de silaha sarılmak niyetinizde samimi olmadığınızı gösterir.

Ulusal sorun gibi bir sorunun çözümünü her hangi bir örgütün kendi tekelinde görmesi ve kendi çözüm önerilerini,yöntemlerini dayatması başlı başına bir sorun oluşturur. Nitekim,içinde bulunduğumuz durum bunun açık örneğidir.

Birileri çıkıp "Ama bu devlet,bu iktidar başka dilden anlamıyor" diyebilir. İyi de; Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana,özellikle de son kırk yıldır elli bin insanın ölmesine rağmen bir milimlik hak elde edilmediğini ifade ediyorsanız,devlet sizin dilinizden hiç anlamıyor demektir.Hem devlet, hem de silahlı mücadeleyi savunanlar bu savaşın galibi olmayacağını bilmelerine rağmen neden denenmiş yöntemlerde ısrarcı oluyorlar? Neden barışçıl yöntemleri denemiyorlar? Çünkü; Kan akıtmak daha kolay ve çok fazla akıl istemez. Barışçıl yöntem akıl ister.Kanlı yolu isteyenlerin kendileri,çocukları kırk yıldır ölümün kıyısına bile yaklaşmamışlar sa, barışçıl yöntemi savunmamaları normal hale gelir.

Bosna'da Aliya İzzetbegoviç'e bir asker yaklaşarak "Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar...Çocuklarımızı öldürüyorlar...Biz de aynısını onlara yapalım" der. Aliya'nın cevabı çok güzel "Sırplar bizim öğretmenimiz değildir"

Eğer taraflar biri birlerinin insanlık dışı yanlarını örnek almaya devam edeceklerse, ne yazık ki, daha çok kan akacak demektir.

Şunu açıkça ifade etmeliyiz: Günümüzde en etkili yol siyasal yöntemdir.Dünyadaki aşağı yukarı 648 silahlı gurubun büyük çoğunluğu silahlı yöntemden vazgeçmiş durumdadırlar.

Silah olmadan da ,kan dökülmeden de başarı elde edilebilinir.Martin Luther King, Ganhi,Mandela  örnekleri önümüzdedir. Mandela silahlı gurupların başında olan eşini barışçıl yönteme ikna edemiyor ve boşanmaya kadar gidiyor...Eşine diyor ki "Savaşla değil ama seçimle kazanabiliriz"...Nitekim kazanıyorlar ve başkan seçiliyor...

Tüm bu saydığım liderler ölümü göze aldılar, ama ölümü yöntem olarak seçmediler.Ne yazık ki, bizde tam tersi yaşanıyor.Ölümü göze alamıyorlar,binlerce insanı ölüme yolluyorlar.

Diyarbakır Cezaevi bunun en bariz örneğini taşır. Cezaevi yönetimi ile görüşmelere Mehmet Şener ile giden Mustafa Karasu silah olmadan zafer kazanılabileceğinin en yakın tanığıdır.Cezaevi yönetiminin akıl almaz insanlık dışı muamelelerine karşı,tutukluların elinde bir çakı bıçağı bile olmadan,yemek-su olmadan zafer kazandılar...Ölümler değil ama, ölümü göze almak zafere götürür.

Ne yazık ki; Hendeklerde destan yazılmıyor...Yiğitlik...Evet yiğitlik var ama destan yok...Ahmet Arif'in dediği gibi" Yiğitlik inkara gelinmez"...Yiğitlik akılcı kullanılır ise destan yazılır.Yoksa, Enver Paşacılıktan öteye geçilemez...

Devletin akılsızlığını örnek almadan akıllı davranma zamanıdır...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder