15 Kasım 2017 Çarşamba

ATATÜRKÇÜLÜK

                                         

Son günlerde "Atatürkçülük" siyasetin gündemine oturdu.Gerçi Türkiye'nin gündeminden hiç düşmedi...Tüm darbeciler(FETÖ dahil)  baskıcı rejim uygulamak isteyenler gerekçe olara "Atatürkçülüğün" elden gittiğini bahane  ettiler.

Atatürkçülüğün temelini üç ilke belirlemektedir.  

1-Sekülerlik (laiklik). Din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması. 

2-Pozitivizim. Metafiziğe değil bilime ve maddi verilere dayanma. 

3-Modernite.Yani;yaşam tarzı bakımından yönünü batıya çevirme.

Dikkat edilirse,demokrasi,özgürlük,insan hakları gibi kavramlar Atatürkçülükte önemli değil.
Atatürkçülük tartışılacaksa bu kavramlar üzerinden tartışılmalıdır.Kabul edersiniz yada karşı gelirsiniz.Anıt kabre gitmek,on kasımı anmak yada çiftçinin,emeklinin mevcut durumu üzerinden tartışmak konuyu saptırmaktan başka bir işe yaramaz.

Ne Atatürk ne de Atatürk ilke ve inkılapları tabu değildir olmamalı da.Dünya ve her şey değişiyor ise 90-100 sene önceki ilkeler de değişebilir.Her olgu tarihi gerçekliği çerçevesinde ele alınmalı.O gün alınan kararları o günün koşullarında değerlendirilmelidir.Bu günün koşullarında değiştirilmesi gereken şeyler varsa değiştirilmelidir.Yeni şeyler söylenmesi gerekiyorsa söylenmelidir.Bu ne Atatürk'e ne de Atatürkçülüğe saygısızlık olamaz.

Özellikle şu laiklik konusunu biraz daha açmak gerekir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana laiklik aslına uygun uygulanmadı...Din ve devlet işleri bir birinden ayrılacağına, din devlet eliyle yönetildi...Son zamanlarda da görülüyor ki; FETÖ ve benzeri yapılar aracılığıyla devlet din eliyle yönetilmek istenmektedir.

Laiklik bir başka kesimi baskı altına alma aracına dönüştürüldü..."Batı tipi yaşam biçimi" olarak lanse edilip, içeriği boşaltıldı...

Laikliğin gerçek manada uygulanması açısından 15 Temmuz darbe girişimi bir fırsata çevrilebilirdi.

Türkiye'nin kangrenleşen sorunlarının (Kürt,Alevi,Askeri Vesayet v.b) çözümü için fırsata dönüştürülebilinirdi...

Tam da Türk milliyetçiliğini esas alan,diğer etnik yapıları yok sayan,devleti merkezileştiren,askerileştiren,dindarlaştıran anlayışları geride bırakma zamanıdır...

Türkiye ihtiyaç duyulan yeni kimliğine ancak böyle kavuşacaktır...

Ne dindarlık, ne de laiklik kendisi gibi düşünmeyenleri sindirme aracı olarak kullanılmamalı. 

Geçmişte olduğu gibi, dindarlığın yobazlık-gericilik,laikliğin din düşmanlığı olarak lanse edilmesi terk edilmeli ve bu kesimlerin birbirlerini tarifleri değişmelidir.

Laiklik layıkıyla uygulanmalıdır... 


Geleceğe dair yaratıcı fikir üretemeyenler "Atatürkçülüğe" sığınmamalı dırlar.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

SURİYELİ KÜRTLER VE TÜRKİYE

                                                           
Ortadoğu, dolayısı ile İslam dünyası Emperyal güçler tarafından sürekli bir kaos ortamında tutulmaktadır."Eee! o halklarda oyuna gelmesin" genellemesini bir tarafa bırakırsak,Emperyal güçlerin kendi çıkarları uğruna( o ülkelerin yeraltı-üstü zenginliklerine el koymak,istikrarsızlaştırarak gelişmelerine engel olmak ve silah satmak v.b) ikiyüzlülüklerini net şekilde gözlemlemek mümkün.Her şeyi demokrasi ve ant-terör uğruna yaptıklarını söylüyorlar.Söylüyorlar da;Mısır'da darbeyi destekliyorlar,Suudi Arabistan,BAE, Bahreyn gibi ülkelerdeki diktatörlükle sarmaş-dolaş yaşayabiliyorlar.Dertlerinin demokrasi ve terör olmadığı açık...Türkiye için besledikleri emeller ve girişimler bu çerçevede ele alınabilinir.

Gelelim Suriye'nin içine düşürüldüğü mevcut durumda Kürtlerin ve Türkiye'nin tutumuna.Bugüne kadar "nüfus cüzdanı" bile olmayan Suriyeli Kürtlerin mevcut durumu lehlerine çevirmek istemeleri anlaşılabilir bir şeydir.Uluslararası güçlerin at koşturduğu bu coğrafyada bunu tek başlarına başarmaları mümkün değil.Kendi dışlarındaki güçlü aktörlerle veya aktörle  birlikte hareket etmek gibi bir zorunlulukları vardır.

Suriyeli Kürtlerin hangi aktörlerle hareket ettiklerinden önce,kendileri için nasıl bir çözüm öngördükleri ve Dünyadaki örneklerine bir göz atalım...

1-Akla gelen ilk çözüm,bağımsız bir devlet ilanıdır.Suriyeli Kürtlerin kendileri de dahil olmak üzere şimdilik böyle bir talebi ileri süren yok...
.
2-Özerklik Modeli...Bu modelde kendi içinde bir çok alt model içermektedir.Bunlara bir bakalım...
A) Moldova/Transnistra Modeli: Rusya'ya bağlı ve Rusya destekli bir model. Rusya'nın dışında hiç bir ülke ve BM tarafından tanınmıyor....Yani iç yönetimde bağımsız(!), dıştan himayeli...Kürtler böyle bir modeli benimser ise,himayeci kim olacak? ABD,Rusya,Türkiye,İran gibi ülkelerden biri...ABD'nin dışında bu çözüme yakın duran yok...ABD,hem Kürtleri elinin altında bulundurmak hem de Türkiye'ye karşı bir istikrarsızlık unsuru olarak kullanmak amacıyla bu modele yakın duruyor...Kürtlerin sadece ABD'nin desteklediği ve himaye ettiği bu çözümü kabul etmeleri durumunda hayal kırıklığı yaşamaları çok büyük bir ihtimaldir...Kürtlerin, tek bir güce dayanarak adım atmaları durumunda,bu gücün desteğini çekmesi halinde devamlılığının olmayacağını görmemeleri, Kürtler açısından büyük hayal kırıklıkları yaratabilir...

B) Kosova Modeli:Birçok ülke tarafından tanınan ve uluslararası güçler tarafından korunup-kollanan bir model...Ki, Kosova'da NATO müdahalesi vardı ve Kısaca "otonomiden fazlasını,bağımsızlıktan azını" öngören model olarak da tarif edebiliriz...Bu modelin Suriyeli Kürtler açısından hayata geçmesinin önündeki en büyük engel NATO üyesi Türkiyedir....Bu model Türkiyeyi daha fazla Kürt karşıtı yapmaya ve ABD karşıtı güçlerle işbirliğine sürükleme ptansiyeli taşımaktadır.Kürtlerin en çok rıza gösterecekleri modellerden birisi budur.Ne var ki,bu çözümü isteyenlerin BM,Rusyayı İran'ı ve Türkiyeyi ikna etmeleri gerekmektedir...

C) Cezayir Modeli: Cezayir'de 150 bini aşkın kişinin ölümünün ardından 2000 yılı başlarında, asker ve sivil tüm taraflar aynı masanın etrafında buluştu. Komisyonlarda çeşitli çözümler ele alındı ve nihayetinde kabul edilen çözüm referanduma götürüldü. 'Barış ve Ulusal Uzlaşma Sözleşmesi' adı verilen çözüm, şiddetten bıkan ve geçmişi geride bırakmak isteyen halkın yüzde 97'lik desteğiyle referandumda kabul gördü.   Bu modeli,Suriye yönetiminin gevşek ve kendisine bağlı özerkliği kabul etmesi durumu olarak da tarif edebiliriz.Suriye mevcut yönetiminin durumu, muhtemel gelecek yönetimin kimlerden oluşacağı ve tutumu, Kürtlerin buna ikna olup olmayacakları belli olmadığı için şimdiden bir şey söylemek mümkün değil...

D) Kürdistan Bölgesel Yönetimi Modeli:Bu modelin hayata geçmesi için başta Türkiye ve Suriye olmak üzere bölgedeki bir çok gücün PKK/PYD/YPG ile masaya oturması gerekir. PKK'yı da taraflar arasında sayıyorum.Çünkü;PYD/YPG'nin bütün strateji ve taktiklerinin arkasında PKK vardır.Ancak şu anda tarafların bir masada oturmaktan çok "galip" gelmeyi,"diz çöktürmeyi" esas aldıklarını söyleyebiliriz. PKK'nın "konjonktürel durumu" kendi lehine çevirme umudu taşıması, onu Türkiye ile savaşmaya,mahallelerde "özerklik" ilanına,hendek kazmaya götürmesi gibi nedenleri de sayarsak, şimdilik bu modelin önünde çok büyük engellerin olduğunu teslim edebiliriz.

Suriye Kürtleri için öngörülen çözümler bölgedeki, özellikle Türkiye'deki Kürtleri de yakından ilgilendirdiğinden Türkiye'nin tutumu ve kendi Kürtlerine bakışı önemlidir.

Akılcı yaklaşımlar yerine "Skorer" yaklaşımların benimsenmesi (ben senden daha fazla öldürdüm) sorunun çözümüne hiçbir katkı sunmamıştır,sunmayacağı da açıktır...Eğer Türkiye "üniter devlet" kaygısını ve parçalanma korkusunu aşabilirse,diğer ülkelerdeki Kürtlerle  iyi ilişkiler kurabilirse, bu Türkiye Kürtleri dahil bölgedeki tüm Kürtleri kazanmasına ve kendisinin de rahatlamasına neden olacaktır.Ve yine Türkiye, Suriye Kürtleri ile diyalog başarabilseydi,Kürtler bir tane Kürdün bile olmadığı Rakka'da   ABD askerleri yerine ölüme gitmiş olmayacaklardı...


Türkiye'nin "elinde silah olana el uzatmayız" söylemi,PKK'nın silah bırakmasını ,PYD/YPG'nin Türkiye'ye yönelik eylemlerden vazgeçmesini "masa" için zorunlu kılmaktadır.

Umarım çözüm için akılcı yöntemler bulunarak bu kadar kanın akmasına son verilir...

16 Mayıs 2017 Salı

YENİ TÜRKİYE

                                                  
Türkiye doksan küsur yıl sonra, 16 Nisan 2017 de demokratik yollardan yönetimsel sistem değişikliğini gerçekleştirerek,köklü bir reform sürecinin önünü açmıştır.

Hep dile getirdiğimiz gibi,yeni süreçte başta siyasi özne olmak üzere dil de,eylem de,söylem de değişmek zorundadır.Sadece buna ayak uyduran partiler,siyasiler,sivil yapılar  ayakta durabilecektir.Çünkü;gündemi kısır siyasi tartışmalar değil, ülke siyasetinin çok boyutlu dinamikleri belirleyecektir.

Başta seçilmiş ve partili CB müessesesi,ucube "tarafsızlık" tabusundan kurtularak reel ve yasal duruma kavuşmuş ve gelişmenin,hızlı karar almanın,her türlü vesayetin önündeki engellerin yıkılmasının motor gücü haline gelmiştir.Yani vesayetin değil, halka dayanan güçlü liderliğin kendini mecbur kıldığı döneme girilmiştir.Yalana ve hayale dayanan siyaset kendisini gerçekçi projeleri olan siyasete bırakacaktır.

Değişen dünyayı iyi okuyan,analiz eden ve buna uygun politikalar geliştiren güçlü temsiliyetler kendisini dayatacaktır.

21 Mayısta yapılacak AK PATİ 3.olağanüstü büyük kongresinin duyurusu gelecek adına olumlu sinyaller veriyor.Yeni döneme "YENİ ATILIM DÖNEMİ"adını vererek,altını da "DEMOKRASİ.DEĞİŞİM.REFORM" söylemleriyle doldurulmuş olması umut vericidir. Bu AK PARTİ'nin demokrasi güçlerine sırtını dönmeyeceğinin,eleştiri ve önerileri görmezlikten gelmeyeceğinin güçlü emaresi olarak görülebilir.

Öteden beri söyleye geldiğimiz gibi, alt yapılar,yatırımlar kısaca ekonomi önemli.Huzur,güven demokrasi yoksa ekonomi topal kalmaya mahkumdur.Ekmek kadar özgürlük demokrasi de temel ihtiyaçtır.Değişen dünyada,gelişen Türkiye'de buna uygun politikalar üretemeyen siyasetlerin varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir.

Önümüzde çok ciddi sorunlar var. Kürtlerin sorunlarından Alevilerin sorunlarına,seçim sorunundan partiler sorununa,ifade ve örgütlenme sorunundan basın-yayın sorununa kadar kafa yormamız gereken sorunlar...


Hepimize kolay gelsin...