Eleştirmek
kadar, eleştiri yöntemi, objektiflik,
kanıta dayalı olmak bir erdem ve sorumluluk gerektirir. Sorumluluk ve erdem
gerektiren bir taraf daha var ki; O da eleştirilen taraftır. Eleştirilenin tahammülü,
eleştirilere verdiği tepki biçimi ne kadar demokrat olduğunun da ölçütüdür. Kişilerin,
Siyasi yapıların, örgütlerin, iktidarların eleştirilere yaklaşım biçimleri
kendilerini ele verir.
Her
zaman olduğu gibi, en çok yönetimde, iktidarda olanlar eleştiriye maruz kalır. Bir
iktidar partisi yüzde kaç oyla iktidara gelirse gelsin herkesin iktidarıdır ve
o davranış beklenir. Oy vermeyenlerin eleştirileri daha sandık başında
başlamıştır. Oy verenlerin de, vermeyenlerin de iktidarları eleştirme hakları
vardır. Yönetmek, birçok hata yapmayı beraberinde getirir. Eleştiriye açık
olmak “iyi yönetmeye” katkı sunar. Yapılan eleştirilerin içinde haksız ,
insafsız, yanlı ve yalan da olabilir. Eğer, silahı, şiddeti, suçu teşvik
etmiyor ise, anlayışla karşılamak demokratik kültürün gereğidir. Hoşa gitmeyen
her eleştiriyi adaletli, duyarlı karşılamak yerine, hukuka havale etmek, iyi bir yönetme örneği
olamaz. Hukuk sisteminin tarafsızlığının tartışıldığı günümüz Türkiye’sinde iktidarın her eleştireni hukuka havale etmesi
demokrasilerde görülmüş bir şey değildir. Bu davranış biçimi, yönetme zafiyetini
işaret eder. “Korku ülkesi” yaratmak istiyorsanız, bu yöntem bulunmaz bir
yöntemdir. Demokratiklik iddiasındaysanız, tahammül sınırlarınızı çok geniş tutmak zorundasınız.. Demokrasilerde
silah, şiddet içermeyen eleştirileri olgunlukla karşılayıp, uygun yanıtlar
vermek ilkeli duruşu, kendine güveni ifade eder. İsminde “adalet” olan bir
partinin her eleştiriyi düşmanca bir saldırı gibi algılayıp, bu algı üzerinden
eleştirilere yaklaşması demokratik geleneklere aykırı durum yaratıyor.
Güncel
yaşanan iki olayda bunu gözlemlemek mümkündür. Beyaz Öztürk’ün programına bağlanan,
kendini öğretmen olarak tanıtan, sonradan öğretmen olmadığı anlaşılan kadının
istek ve eleştirileri birçok tutarsızlık ve yönlendirme içerse bile, savcılığa
havale edilmesini gerektirmiyordu. Kadının tutumunda tutarsızlıklara örnek verelim.
Bölgeyi terk eden öğretmenlere seslenerek “hangi yüzle geri döneceksiniz”
diyor. Okullar yakılıp-yıkılırken, daha dün İdil de öğrencilerinde içinde
olduğu okullar bombalanırken çatışma bölgelerinden uzaklaşan öğretmenleri
suçlamak ne kadar insaflı bir eleştiri olabilir. Burada bir parantez açarak
şunu söyleyebilirim: PKK Kürdistan’da okulları
asimilasyonun bir aracı olarak görüyor ve kuruluşundan bu yana eğitim
kurumlarına yaklaşımı biliniyor. Burada PKK açısından bir tutarsızlık yok.
Eleştirirken bu gerçeğin göz ardı edilmesi tutarsızlıktır.
Güncel
ikinci konu; “Barış için akademisyenler inisiyatifi” nin bildirisi. Bir aydın
olarak asla imza atmayacağım bir bildiri olmasına karşın, hükumetin/
cumhurbaşkanının öfkesini, kırgınlıklarını anlamama rağmen, bildiriye imza
atanların savcılık ve YÖK tarafından soruşturmaya tabii tutulmasını demokrasi
dışı bir tutum olarak görüyorum. Bu davranış, kendinden emin, kendine güvenen,
ileri demokrasi vaatlerinde bulunan bir hükumetin refleksi olamaz. Kaldı ki;
Başbakan Davutoğlu bana göre çok tutarlı bir cevap da verdi. Burada kalsa idi,
bildiri bumerang gibi imzalayanları vurmuş olacaktı.
Akademisyen gurubun “ Kürt
siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasının oluşturulması” istemi
objektif olmadıklarını gösteriyor... “Kürt sorunu yoktur demek Kürt sorununu yok
etmiyor. Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı hakları vardır ve bu anayasal, yasal
yollarla teslim edilmeli. Güvenlikçi yöntemlerin çözüm olmadığı daha ne zaman
anlaşılacak. Buradan PKK ye de silahlı mücadelenin devrinin bittiğini, Apo’ nun
bu yöntemin bittiğini 1999 dan beri söylemesine rağmen ısrarın çözüme değil,
çözümsüzlüğe hizmet ettiğini deklere ederiz “
diyebilselerdi keşke.
Bugün, Kürt illerinde yaşanan insanlık dışı durumun büyük sorumluluğu
iktidarındır. Çünkü Türkiye’nin yönetimi onlara teslim ve birinci muhatap
onlardır. Çatışmasız bir yol bulmak da onların görevi. Bu PKK’nin pürü-pak
olduğu anlamına mı gelir?
“Aydınların”, “akademisyenlerin”, beyaz Türklerin
Kürtleri hele-hele PKK’yi sevdiklerine inanıyor musunuz? Daha dün Selahattin
Demirtaş’ı baş tacı yapanlar, şimdi
hedef yapıyorlar. Bunların üstünü biraz kazın altından tek amaç çıkar:
Anti-AKP/RTE…PKK’nin böylesi sahte davranış içinde olanları bildiğini
sanıyorum. Ama onları yönetebilme yeteneğine sahip olduğunun farkında olarak
davranıyor. Bu da onlar açısından anlaşılır bir şey.
Gerçekten barış istiyorsak, silahı şiddeti tümden ret
etmemiz gerekir. Kimse “devlet bundan anlıyor” argümanına sarılmamalı. Silahlı
yöntemle şimdiye kadar devlet dize mi getirildi ki, silahlı yöntem devam etsin?
Barış ,ancak barışçıl yöntemlerle ve objektif
yaklaşımlarla yaşam bulur…
Demokrasi, eleştirilere toleranslı olundukça gelişecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder