25 Şubat 2016 Perşembe

GENÇLERİ DEĞİL, SİLAHLARI GÖMMEK

                                 



Dikkatinizden kaçmamıştır; Türkiye'de ne kadar çok semtin, meydanın, okulun,caddenin,sokağın v.b isimleri " şehit"le başlıyor...

Ve bununla övünç(!) duyuyorlar!

Siyasilerin ve üst düzey asker-bürokrat kesimin bir araya geldiği tek yer "şehit" cenazelerinde cami avlularıdır...

Ve bununla birlik(!) mesajı veriyorlar!

Ortada ilan edilmiş bir savaş var diyen yok, ama ülkenin dört bir yanına gönderilen fukara " şehit" cenazeleri bitmiyor...

Ve bununla yiğitlik(!) hamaseti yapıyorlar!

Hiç bir ülkeyle savaşmıyoruz; Ama her geçen gün " şehit aileleri ve gazileri" derneklerinin sayıları ve üyeleri artıyor...

Ve ailelerin çığlıklarını duyduklarını(!)sanıyorlar!

Her gün onlarca şehirde "şehitler ölmez vatan bölünmez" sloganlarıyla sokaklar doluyor,en uzun bayraklarla yürünüyor...

Ve bununla sahiplenme duygusu(!) yaşıyorlar!

Yapılan operasyonların,fırlatılan füzelerin adını bile "şehit" koyuyorlar...

Ve bunu başarı(!) ilan ediyorlar!

Televizyonların ilk haberleri,gazetelerin manşetleri "şehit"lerle başlıyor...

Ve  ne kadar duyarlı(!) olduklarını gösteriyorlar!

Asıl mesele ölmekte,öldürmekte değildir! Yaşamakta ve yaşatmaktadır!

Kırk yıldır ölmekle,öldürmekle bir yere varılmadığı görülmüştür...Anaların-babaların ne zorluklarla büyüttüğü çocuklarının yaşamlarını alıp, onları "kahraman" ve "şehit" ilan etmeniz günahlarınızı affettirmiyor,çözüm getirmiyor,ailelerin yüreğine su serpmiyor!

Evet! Ortada bir Kürt sorunu var... Evet! Bu sorun çözülmelidir... Herkesin çözümden anladığı farklı bile olsa, izlenecek yol barışçıl,uzlaşıya dayalı, siyaset yolu olmalıdır...Ne yazık ki; Her sorunumuzu güç kullanarak çözme alışkanlığına sahibiz...Ya benim dediğim olur,ya da benim dediğim... Böyle düşünüldüğü için orta yol,birlikte var olma hayat bulamıyor...

Bir de "sonradan olmalar" var...Asıl onlardan korkun...Türkiye'ye sonradan gelmiş olanlar bugün en "Türkçü" olanlardır...Geçmişte Kürt ve PKK düşmanlıkları tescilli olup,bugün  "Kürt/PKK sevicisi" olanların kaos ortamının devam etmesini Kürtler için olmasa da kendi siyasi emelleri için istedikleri açıktır...Asıl onlara güç yetmiyor...Kraldan çok kralcı olanlara yani! Maazallah, yarın Kürtlerin ayrılma hakkı masaya yatırılsa en başta onlar karşı geleceklerdir...

Şiddetten,silahtan,kandan yana taraf olan herkes insani duygularını yitiriyor...Gencecik ölümler üzerinde ayrımlar yapılıyor,sevinç ve  üzüntü de hümanizmden uzaklaşılıyor...Ateş düştüğü yeri yakıyor...Oturduğu yerde "kahramanlık" edebiyatı yapanlar,barışı bile savaş sözcükleriyle savunuyorlar... Biliniz ki,eliniz kanlıdır.Meseleye tek taraflı bakanlar,Kürt ve Türk seviciler! Ellerinizde ne varsa  bırakın ve vicdanınıza dokunun!


Gençlerimizi değil, silahları gömelim!

17 Şubat 2016 Çarşamba

MASA SAVAŞTAN DAHA İYİDİR



Hassasiyetlere özen göstermekle birlikte hiç kimse eleştiriden muaf tutulamaz...Muaf tutmak, muaf tutulana fayda değil zarar vermek demektir. Bu bir kişi,makam,parti v.b olabilir.Eleştiri kadar eleştirinin yeri,zamanı,amacı da önemlidir. Eleştirenin kendisi de eleştiriye açık olmak durumundadır. Her eleştirinin doğruları ifade etmesi beklenemez.Bu da tartışmayı doğurur. Tartışma ise bir olgunluk,bir kültür gerektirir.
Bu gün Türkiye'de de bir çok konu tartışmaya muhtaç durumdadır. Hükumet edenlerin,bir fikri eylemliliğe dökenlerin tartışmaların ve eleştirilerin merkezinde olması doğal karşılanmalıdır. Yani; Meyve veren ağaç taşlanır.

Hükumetin icranın başı, PKK'nin de eylemlilik içinde olması onları eleştiri ve tartışma konularının baş aktörü yapmaktadır.Dolayısı ile başat sorun Kürt sorunudur diyebiliriz.
Kendi cephemden baktığımda şunları görüyorum: Devlet/hükumet Kürt sorununun çözümü için sonuç alıcı adımları atmıyor.Ya da, anladığı çözüm şekli kanayan yarayı kapatmıyor.
Türkiye'nin/Türklerin en iyi anlaşabilecekleri kesim Kürtlerdir. Alabildiğine karışık,karmaşık olan Orta Doğu'da Türkiye'nin PYD için gösterdiği refleksler durumu daha da karmaşık hale getirmiştir.Oysa Türkiye'nin bütün coğrafyalarda Kürtlerle birlikte hareket etme olanağı vardır.Bunun yolu Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı doğal haklarının olduğunu kabulden geçiyor.Bu anlayışla yaklaşıldığında Kürtler Türkiye ile hareket etmenin kendi çıkarlarına olduğunu görmezden gelemezler. Türkiye'nin/Türklerin de Kürtlerle anlaşması herhangi bir halkla veya devletle anlaşmasından daha kolaydır.En başta Türkiye Kürtleri Irak ve daha fazla da Suriye Kürtleriyle akrabadırlar.

Türkiye,Irak ve Suriye de Kürtlerinin durumu kendilerine özgüdür ve doğal olarak sorunlarının çözümü de farklı olacaktır.Kürt sorununun çözümü konusunda bu üç ülkenin her hangi birinde önerilen çözüm, "kopyala yapıştır" yöntemiyle bir diğerine uygulanamaz.Devlet/hükumet Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü için kafa yormayı bırakıp,diğer ülkedeki Kürtlerin kendi gelecekleriyle ilgili önerdikleri çözümlere alerjik  yaklaşmamalıdır.Kürtlerin Kürtlere sınırdaş olmaları ileride sınırları bile anlamsız kılabilir.Türkiye elini güçlendirmek istiyor ise,bu kadar "düşman" varken, Kürtlerin dostluğunu kazanmanın yollarını bulmalıdır.

Iraklı Kürtler tarih boyunca homojen olarak bir arada yaşamışlar ve Araplarla entegre olmamışlardır.Öylesine ki,Iraklı Kürtlerin neredeyse tamamına yakını Bağdat'ı görmemişlerdir.

Suriyeli Kürtlerin büyük çoğunluğu Türkiye'deki isyanlar sonrası buraya göç edenlerden oluşmaktadır.Bu güne kadar ne kimlikleri ne de tapuları olmuştur.Hem Irak'ta hem de Suriye'de Kürt burjuvazisi de  oluşmamıştır.Bütün bunlar önemlidir ve çözüm şeklini etkilemektedir.

Türkiye Kürtlerinin durumu diğer iki ülke Kürtlerinden farklıdır.Dolayısı ile çözümün de farklı olması beklenir bir durumdur.

Her şeyden önce Türkiye'de hatırı sayılır Kürt burjuvazisi vardır(Ceylanlar,Onurlar,Tatlıcılar,Topraklar,İçkaleler,Kayalar, IC , Limak  ve diğerleri) Kürt burjuvazisinin ve tacirlerinin en önemli özelliği Türk burjuvazisiyle entegre olmalarıdır.Hatta, Türk burjuvazisinin en üst örgütü olan TÜSİAD'ın yönetim kurulunda Kürtlüğünü inkar etmeyen Kadoğlu Holding sahibi Cizreli Tarkan Kadoğlu yer almaktadır.Kürtlerin yüz binlercesi devlet çalışanı yada emeklidir...%5 i Türklerle evlidir...Kürtlerin neredeyse yarısı batı illerinde yaşamaktadır...Batıdaki on ilde on milyon Kürt yaşamaktadır...Sadece İstanbul'da dört milyon Kürt yaşıyor...Parlamentoda altmışa yakın milletvekili ile temsil ediliyorken, yüzün üzerinde belediyenin yönetimine sahiptirler...
Tüm bu somut durumlar göz ardı edilerek üretilecek çözüm önerileri ve  izlenecek yöntemlerin başarılı olma şansları yok gibidir.Yani, eskiden "solun" çok kullandığı "somut durumun somut tahlili" gerekmektedir.

Kürtlerin ayrı bir devlet isteme ve ayrılma hakları vardır. Ancak siyasi yapılar değil halkın kendisinin bunu istemesi gerekir.Kürtlerin her geçen gün Kürtlük bilincinin gelişmesine karşın,"ayrılma" düşüncesine sıcak bakmadıklarını gözlemlemek zor değil....Abdullah Öcalan, 1993 yılından itibaren Birleşik Kürdistan ve ulus-devlet çözümünden vazgeçtiklerini, Demokratik Cumhuriyet önerdiklerini ifade ediyor...Demokratik Cumhuriyet önerisinden ne anladığını da şöyle izah ediyor: Ana dilde eğitim,ayrımcı ve ideolojik yasaların kaldırılması,adil siyasi temsili yet,yerinden yönetimin güçlendirilmesi...Bunun için de masayı önermektedir...Bu kimilerine PKK'nin izlediği yönteme bakarak inandırıcı ve güven verici gelmeyebilir.Ama masanın savaştan daha iyi olduğu kesindir.Böylesi bir hedef için savaşa,silaha gerek yoktur...Demokratik ve barışçıl yollar sonuna kadar dayatılıp,ulusal ve uluslararası kamuoyu oluşturulabilinir...Kaldı ki, gelişmeler dünya ülkelerinin silahsız bir  PKK'yi "terör" örgütleri listesinden çıkarıp,destekleyeceklerini göstermektedir...Kürt halkının ezici çoğunluğu kendisine dayatılan çatışmacı yöntemleri benimsemediğini her fırsatta göstermektedir...Milletvekilliği belediye,Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde demokratik ve barışçıl yöntemleri benimsediğini net bir şekilde ifade etmiştir...Özerkliğe ulaşma yöntemi olarak "hendek" ve "savaş" yöntemini tasvip etmediğini "özerklik" ilan edilen ilçeleri terk ederek,direnişin yanında yer almayarak göstermiştir...
PKK askeri açıdan kazanamayacağını bildiği bu yöntemle, verdiği zayiatın büyüklüğü ölçüsünde masada gücü olacağını hesaplıyor olabilir...Ancak ,bu kadar can-mal pahasına savaş yönteminde ısrarcı olmak Kürtlerin PKK'ye verdiği krediyi bitirebilir...Bitirmez ise bunun tek nedeni devletin "Kürtlerin hakları bu kadardır" diyen ve PKK'yi de bahane ederek Kürdistan'ı yaşanmaz hale getiren tavrı olacaktır...

Kanın durdurulması,Akıl-İzan yoluna girilmesi için başta devletin/hükumetin "haktır-yoktur" zihniyetini terk edip,Kürtlerin ulusal-demokratik haklarını teslim etme yol haritasını kamuoyuna açıklaması gerekir...PKK'nin ise "hendek" politikasının  Türkiye koşullarına uymadığını,adına mücadele ettiğini söylediği Kürtlerin bu yolu benimsemediğini görüp, barışçıl-demokratik yöntemi öne çıkarması beklenen bir durumdur.


Türk ve Kürt kamuoyunun, yanlışı kimin yaptığına bakmaksızın eleştirmek,Kürtlerin ulusal-demokratik haklarının yanında ve barışçıl yöntemlerde ısrarcı olmak gibi bir görevi vardır.

13 Şubat 2016 Cumartesi

"GÖZÜM YAŞARIYOR,YÜREĞİM KANIYOR"




Bahar eşikte,girdi-girecek…Badem ağaçları çiçek açtı bile…

Bahar; Umuttur,filizdir,tomurcuktur,yeşerendir,gelecektir…

Bahar;yaşamaktır,yaşatmaktır…Ve “Yaşamak güzel şey be kardeşim” . Bu baharda yaşıyor olduğumuza sevineceğiz. 

Ülkemizde ,çevremizde,dünyamızda fidan gençler,tomurcuk çocuklar ağıt bile yakılmadan, mezara bile konulamadan kimileri tarafından ölümle buluşturuluyorlarsa ,yaşıyor olduğumuza sevinebilecek miyiz?


Ey! Bu fidanların, tomurcukların çıplak ve cansız bedenlerine basanlar!  Hedeflediğiniz yerlere varsanız bile,o hedeflerinizle nasıl övüneceksiniz? …”Masum insanları öldürmenin ayıbını örtecek kadar büyük bayrak yoktur”  diyor Howard Zin. Oysa biraz daha ileri gitmemiz gerekir. Ölüme/öldürmeye gerekçe bulmaya başlanır ise bütün katillerin kendilerine göre gerekçeleri vardır…Namus , ideoloji ,din,iktidar ve aklınıza gelebilecek her şey(şahit olduğumuz gibi) ölüm/öldürmenin “haklı” nedeni olarak önümüze konulabilir,konuluyor da…Her eli kana bulananın  kendine göre “haklı “gerekçesi vardır…Çözüm: Yöntem olarak ölümü/öldürmeyi gerekçelerine bakmadan ret etmektir. Bu mümkün! Demem o ki; Barış denen bir yol vardır…
Dünyanın en önde gelen bilim adamları,yazarları,düşünürlerinin (Albert Einstein,Mahatma Gandhi,Bertnard Rusll,H:G:Welles,Sigmond Freud,Stefan Zweing) örgütü WRİ’nin (Uluslar Arası Savaş Karşıtları Örgütü) ilkeleri şunlardır: “Savaş insanlık suçudur!Daha da önemlisi biz bu kanlı oyunda yoğuz; sizi de oynatmayacağız”…Keşke barışı seçenlerin gücü savaşı seçenlerin gücünden fazla olsa!

Evet! Barışı savunmalıyız! Bunda samimi olduğumuzu eylemlerimizle göstermeliyiz…Önüne “amalar” koymadan barışı savunmalıyız… Eğer ölüm “naldan” da, “mıh” tan da geliyorsa; Nalına da,mıhına da vura-vura barışı savunmalıyız…Her hangi birinden(nal,mıh) akan kanları haklı bulduğunuz an elinizi kandan kurtaramazsınız ve potansiyel bir kan akıtıcı olduğunuzu açığa çıkarmış olursunuz…O zaman da “barışınızda" samimi olmadığınızı birileri söylerse, kızmamanız gerekir…

Ey! Ölüm/öldürme yöntemini seçenler! Ne istiyorsunuz? Özgürlük mü? Demokrasi mi? İnsan Hakları mı?  Bunların hiçbirini ölen yavrularımız yaşayamayacaklar…Bakın, bildiğiniz bir bildirgeyi hatırlatacağım,1789 Fransız İnsan ve Yurttaşlık Hakkı Bildirgesini…Ne diyor? “Yaşam hakkı tüm insanların öncelikli hakkıdır.Yaşam hakkı olmadan diğer hak ve özgürlükler de olamaz”…Ve ne yazık ki, yaşamları gasp edilmiş binlerce “fidan”,”tomurcuk” bunları yaşayamayacak…Ve bunun telafisi de yok…

Tekrar etmekte yara var: Barış diye bir yol var! Yaşayarak da, yaşatarak da amaçlara ulaşılabilinir…

9 Şubat 2016 Salı

DÜŞÜNME TARZI ÜZERİNE KISA DEĞİNMELER...





Bir çok şey; analiz,yorum,tahmin v.b  bilimsel veriler üzerinden tartışılmıyor. Kanılar üzerinden hareket ediliyor."Zannediliyor" ve o "zan"lar üzerinden yol alınmaya çalışılıyor...

Ya da "arzular"  esas alınıyor...Bir şeylerin gerçekleşmesi "arzu" ediliyor ve bunun gerçekleşeceğine de  inanılıyor...

Sadece "kanılar" ve " arzular" üzerinden  doğrulara ulaşacaklarını zannedenler tarih boyunca hep yanılmışlardır...Yanılmaya mahkumdurlar...Çünkü, gerçekler bilimsel veriler üzerinde var olurlar...Siyasal,sosyal,fiziksel olaylara şans oyunlarına yaklaşır gibi yaklaşamazsınız...Gerçekler toto oynayarak bulunamaz...Bilim dışı yöntemlerin yanılgıları her seferinde  bu yöntemi kullananları mahcup etmesine rağmen kullanmaya devam edenlerin iflah olmaları mümkün değildir...Duygularımız,arzularımız bilimsel gerçeklerin üzerinde olamaz...

Yazar,çizer,yorumcu,siyasetçi v.b bir çok insanın arzu ettiklerini gerçekmiş gibi sunduklarını her gün takip ediyoruz..."İki kötürüm biri birine yardım edemez" gerçeğine rağmen bunlar biri birlerine tutunurlar...Buradan sağlıklı bir gelecek yaratılabilinir mi? Yaratılamadığı gibi,on binlerce insanı  kandırmanın zevkiyle devam ediyorlar...Sosyal medya, bu kişilerin "analizlerini" araştırıp-sormadan,analitik düşünceden geçirmeden kendi paylaşımları yapanlarla doludur...Hatta yanlışlığı kanıtlanmış iddialar,görüntüler bile, birilerinde algı yaratır diye paylaşıla biliniyor...
Yüz kez yanlış sonuç çıkan yöntemden yüz birinci kez doğru sonuç çıkaracaklarını sanan zavallılar durumuna düşmekten bıkmıyorlar...Manipülasyonla bir yere varma çabalarını sürdürüyorlar...


Her zaman bilimsel ve denenebilir  veriler, analitik düşünme bizleri doğru geleceğe götürebilir. "Duygular", "zanlar", "arzular" değil...

1 Şubat 2016 Pazartesi

ULUSLAŞMA VE ARAPLAR

                                                         



Ortadoğu'da bu kadar kaosun, çatışmanın olmasının tek nedeni petrol müdür? Petrol önemli bir faktördür ama petrolden zengin başka ülkelerde var dünyada (Rusya,ABD,Çin,İran,Suudi Arabistan,Kanada,Meksika,Brezilya)  Neden o ülkelerde kaotik durumlar yaşanmıyor? O zaman petrol dışında başka faktörlerde vardır.
 Dış politika uzmanlarına saygısızlık yapmadan Ortadadoğu'da yaşanan kaotik durumun petrol dışı nedenlerini tartışmak istiyorum.

1) Araplar gerçek anlamda ulus olamadılar. Bilindiği gibi, ulus kapitalist üretimin bir sonucudur. Araplar/Arap Ülkeleri petrolden gelen paralarını sanayi yatırımlarında kullanmadılar. Kapitalizmin en ileri teknolojilerini ürün olarak günlük hayatta kullandılar. Kapitalist ürünleri kullanmak ile kapitalist üretim yapmak sonuçları itibarıyla aynı şeyler değildir. Yani; Araplar/Arap ülkeleri petrolden gelen zenginliklerini sanayi yatırımına dönüştüremedikleri için kapitalistleşemediler ve dolayısı ile ulus olamadılar. Bu ülkelerde toplulukların talepleri ulusal olmaktan çok, aşiretsel ve dinsel temelli olmuştur. Onları zayıf kılan bu durum güçlü ülkeler tarafından kullanılmıştır.

2) Şu anda kaosun olduğu ülkelerin büyük çoğunluğunun eski Sovyet yönetimi ile iyi ilişkileri vardı. Eskiden gelen alışkanlıkla şimdide Rusya ile de iyi ilişkileri sürdürüyorlardı. Bu durum batılı emperyalistleri rahatsız ediyordu ve söz konusu ülkelerin mevcut ilişkileri değiştirilmeliydi. Burada gerekçe yapılacak en önemli faktör diktatörlük olabilirdi.Ama bir şey dikkatlerden kaçmamalı. Bir ülke ne kadar diktayla,dini esaslarla yönetilirse yönetilsin ABD/AB ile sorunsuz ilişkileri varsa, o ülkelerde kaos yaşanmıyor.

Suriye de durum biraz daha karışık. Kimi amaçlarda Rusya ile batılı emperyalistler işbirliği içine girdiler. Nedenini aşağıda tartışalım.

3) Hıristiyan dünyası kendi denetiminde olmayan radikal İslamcıları ülke yönetimlerinde görmek istemiyorlar. Arap/İslam ülkelerinde Hıristiyanların,Musevilerin,seküler yapıların  can güvenliği içinde, sorunsuz yaşayacakları yönetimler arzu etmektedirler.Bunu sağlamak için ülkenin bölünmesi gerekiyorsa bölünmesini (Sudan,Yemen,Libya gibi), darbe yapılması gerekiyorsa darbe yapılmasını (Mısır) desteklemişlerdir.

Suriye işinin "uzamasının" temel nedeni Esad ailesinin geçmişte genel olarak Müslüman olmayan kesimlere yaşam biçimi ve iş anlamında geniş özgürlükler tanımış olmasıdır. Bugün batılı emperyalistlerin (Hıristiyan dünyasının) kaygı duydukları konu, Esad gittikten sonra yerine gelecek yönetimin Müslüman olmayan kesimlere eskisi kadar toleranslı davranıp-davranmayacağı korkusudur. Ufukta henüz böyle bir yönetim göremedikleri için, Hıristiyanlara karşı tutumu denenmiş olan Esad'ı tam olarak gözden çıkaramıyorlar. Bütün dünyanın karşı olduğunu ve ona karşı savaştığını söylediği IŞID'ın neden bitirilmediğini de anlamak mümkün hale geliyor.Bir taraftan IŞID yaşatılarak "cehennem" gösteriliyor, diğer taraftan "sıtmaya" (Esad) razı etmeye çalışılıyor.


Ortadoğu'daki sorun sarmalına bir de bu açıdan bakılamaz mı?