30 Aralık 2015 Çarşamba

EY DEVLET! BENİM KADAR SUÇLUSUN BUNDA SENDE

                              



Bugün içinde bulunduğumuz durumdan birinci derecede devlet/hükumet sorumludur.Yeni anayasa,yasa v.b yapmanın motor gücü ve ülkede yaşayan tüm etnik,dini yapıların taleplerini anlama,hayata geçirme sorumluluğu olan devlet/hükumettir. Nerede bir sorun yaşanıyor ise önce bunda sen sorumlusun devlet/hükumet! Yönetmekte,yönetememek de  senin becerini gösterir. Senin yönetimin altındaki herkes doğru yada yanlış bulduğun bir şeyler talep edebilir, ya da bir şeyler yapabilir. Hoşuna gitmeyen tutum ve davranışları "dayakçı öğretmen" mantığıyla çözemezsin...Velev ki, kimileri sana göre yanlış yapsa bile...

Bugüne bakarak PKK ye kızmak, PKK yi tanımamaktan geçer...Tanımayınca da PKK yi eleştirmenin hiç bir geçerliliği ve karşılığı bulunamaz...PKK yi anlamadan, PKK nin gerçekleştirdiği bir çok olayı anlayamazsınız...Örneğin; 15 temmuz 2011 e kadar Öcalan ateşkes ilan etmişken, neden bu süre bitmeden Silvan da 13 asker öldürüldü diyemezsiniz...2 Ekim 2014 de Öcalan " devletle yol haritası ortaya çıktı" açıklamasının ardından 6-7 Ekim 2014 olayları nereden çıktı diyemezsiniz...11 ekim 2014 de Cemil Bayık'ın Alman ARD ye verdiği mülakatta " gerillayı kuzeye geri gönderdik" i hiç soramazsınız...HDP ve Selahattin Demirtaş seçimlerde aldıkları oyların bir kısmının "emanet oy" olduğu söylemini, Mustafa Karasunun "emanet oylar falan yoktur" söylemiyle bastırmasını sorgulamayın bile...Ve sorgulamamız gereken daha yüzlerce olay var.

Neden mi? PKK kuruluş ilke ve hedeflerine sadık bir örgüttür...Geriye kalan teferruattır... Böyle bakarsanız olayları daha net kavrarsınız...PKK kuruluşunda beş parçada bağımsız bir Kürdistan kurmayı hedefliyordu. Bu hedefe müzakerelerle ulaşılmayacağını da biliyor. Yani;tek yol savaşmaktır. PKK de hedefine uygun olan savaş yöntemini seçti... Şimdi,şimdi daha iyi anlamaya başladığınızı umuyorum...

Öcalan'ın yakalanmasından sonraki "demokratik cumhuriyet", "demokratik özerklik", " öz yönetim","tek bayrak,tek vatan,tek istiklal marşı"  söylemleri Türkiye de bir kesimi heyecanlandırsa da Kandili hiç heyecanlandırmadığı gibi, bu hedeflere hiç tenezzül etmedi...Eğer itibar etmiş olsaydı sayılan hedefler için savaşmaya gerek yok ve mecliste bunu savunacak yeteri kadar HDP milletvekili var.Bütün bu söylemler gelişirken Bese Hozat ne diyordu "Kürdistan da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem sömürgeci devlet yönetiminden kurtulup,kendi öz yönetimlerini kurma ve kendini yönetme dönemidir." "Bu dönem" diye ifade  ettiği hedef başından beri var olan hedeftir,siz katılmasanız bile...

Türkiye de bir kesimi heyecanlandıran bir gelişme daha oldu: HDP nin Türkiye Partisi  olma iddiasıyla orya çıkması...Bu iddia Selahattin Demirtaş'ı da heyecanlandırdı ve başarılıda oldu...Ama bu başarıya belki de haklı olarak Kandil sahip çıktı ve "sizi biz yarattık" dedi...HDP nin "Türkiyelileşmesi" KCK nın hedeflerine uygun bir durum değildir.Onun için seçimlerden hemen sonra "halk savaşı" ve "öz savunma,öz yönetim" ilan etti.Barikatlar kuruldu, hendekler açıldı...Bu karar da,PKK hedefleri açısından bakıldığında tutarlı bir karardı...HDP nin Türkiye partisi olacağına inananları hayal kırıklıklarıyla bir kenara bırakıp devam edelim...

PKK nin hedeflerine ve yöntemlerine katılırsınız veya katılmazsınız.Ama sadece katılıp, katılmama durumunda kalırsınız.Yani durumu değiştiremezsiniz. Kadın çocuk,yaşlı demeden insanların ölmesi,evlerinden yurtlarından olması,işini-gücünü kaybetmesi  içinizi parçalayabilir. Bu realiteyi ve durumu değiştirmez. Hatta; STK nın,sendikaların, odaların,toplum önderlerinin,aydınların,sanatçıların iyi niyetli çabaları sonuç da vermez...Karar vericiler( Devlet ve Kandil) kararlarını vermişler: SAVAŞ....Eğer amacınız ayrı bir devlet kurmaksa, bunun yolunun savaşmaktan geçtiğini de biliyorsunuz demektir. Bugün, PKK nin  ayrı bir devlet kurma ya da daha yumuşatarak söylersek, kendi kendini yönetme ülküsünden vazgeçmediğine göre, ,mevcut konjonktürde durumu amaçları doğrultusunda değerlendirme çabalarını anlamak daha kolay olacaktır.

 Kendi adıma  Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı tüm haklarının demokratik yöntemlerle teslim edilmesinden ve Türklerle Kürtlerin birlikte yaşamasından yanayım...Tek bir insan kanı akmadan...Benimki ütopya olabilir ama,imkansız değil.İşte bu imkansızı imkanlı hale getirecek olan başta devlet/hükumet olmak üzere TBMM'ne düşmektedir.Anayasanın ilk dört maddesine "kırmızı çizgimiz" demeden,eşit yurttaşlık hakkını teslim eden yeni bir anayasa hazırlamak mümkün ve bu çözümleyici de olur.Böyle bir anayasa hayata geçtiğinde PKK'nın kafasının bir köşesinde tuttuğu ülküsünden vazgeçmese de, Kürtlerin desteğinden yoksun kalacaklarını görerek duruma rıza göstereceklerini tahmin edebiliriz.

Son bir not;Bu kanlı süreçte hiçbir şey yapamıyorsak,savaş mağdurlarına sahip çıkıp, yardım elimizi uzatabiliriz...

28 Aralık 2015 Pazartesi

ROBOSKİ KAÇINCI KATLİAM

                                                   ROBOSKİ KAÇINCI KATLİAM



Bugün 34 Kürt gencinin katır sırtında ekmek parası için kaçakçılık yaparken öldürülmelerinin 4.yıl dönümü. Bu tür katliamlar ilk değildir Kürt tarihinde.Kürt şairlerin şiirleri, Dengbejlerin türküleri bunların hikayeleriyle dolu. Kürtler 1937-1938 Dersimde, 1943 de Van Özalp da,2011 Roboski de  "vuruldular hiç sorgusuz,yargısız"..."bir hayra yoranları bile çıkmadı"...1980,1990 ve şu günlerde yaşananlar kitaplara sığmaz...Bir ölümden bir ölüme koşmaktan,yanmaktan yas tutacak zamanları bile kalmıyor...Kimi anne karnında, kimi doksanında tanışıyor  ölümle...Dede-torun, anne-çocuk yan,yana zulmün ve ölümün elli tonunu yaşıyorlar.
Oysa Kürtler, bütün zulme rağmen ayrılıktan,düşmanlıktan yana olmadılar.İnkarcı,asimilasyoncu,şiddete dayalı politikalara ve uygulayıcılarına boyun eğmediler ama,halklara düşmanlık beslemediler.
Mahpusları,işkenceleri,sürgünleri,yakmaları,yıkmaları en iyi onlar bilirler.Evlat acısını,kayıpları en iyi onlar anlatırlar.Yine de birlikte yaşamaktan yana olduklarını söylerler. Türkiye de bir çok kardeşinin evine,işyerine saldırıldığını bilir, "münferittir" der geçer. Kürt illerinde tek bir Türk aileye saldırı görülmemiştir. Çünkü; Kürtler bu zulüm politikalarının nedeninin Türk halkı değil,devletin ve iktidarların olduğunu bilir.Türkleri misafir etmekten onur duyar...Kendine sığınanlar için canını verir...Başkaları utanması gerekirken kendisi utanır...Onursuzluktan değil, "fukaralıktan,bir başına bırakılmışlıktan" utanır...Oysa kimileri onları fukara bırakmaktan utanmazlar...Öldürmekten, öldürdükleri kadınları çırılçıplak sürükleyip, görüntülemekten utanmazlar...Adları "kaçakçıya çıkmışları" bombalamaktan utanmazlar..."Yanlışlık yaptık,özür dileriz" demezler...Ama 34 yavrunun anneleri, onlar duysunlar diye, Ahmet Arif'in sesinden haykırırlar...
"Gör nasıl yaratılırım
Namuslu genç ellerinde
Kızlarım,oğullarım var gelecekte
Her biri vazgeçilmez cihan parçası
Kaç bin yıllık hasretimin goncası
Gözlerinden
Gözlerinden öperim
Bir umudum sende anlıyor musun?"

Korkarım  ki; Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı hakları verilmedikçe,ölümlerle karşılaşacağız...Bu hakları gasp etmek hangi candan daha değerlidir?

21 Aralık 2015 Pazartesi

BAŞBAKANIM KONUŞUYOR

                                                      BAŞBAKANIM KONUŞUYOR




Başbakanım konuşuyor! Hem de yüksek sesle konuşuyor. Sesi kısılıncaya kadar yüksekten konuşuyor...Diyor ki "Tüm dağlardan, tüm ovalardan, tüm şehirlerden,tüm ilçelerden,tüm sokaklardan temizleninceye kadar..." Başbakan gözlüklerinin arkasından kızgınlığını beli ede-ede konuşuyor.Ordusuyla,polisiyle,özel timiyle,generaliyle övüne,övüne konuşuyor...Parmağını sallıyor "hendeklere gömeceğiz" diyor..." Mecliste de hesap soracağız" diyor...Sesinden,gözlerinden,yüreğinden öfke yayarak konuşuyor...Ama! Ama! Çözüme ilişkin tek kelime etmiyor..." Evlerine,işlerine,okullarına geri dönecekler" diyor...Oysa evlerinden,okullarından,işlerinden uzaklaşmadan da çare yaratılabilinirdi...Asıl sorunu görmeyip, sonuçlarıyla uğraşmak halkı tatmin etmiyor...Sorun "Kürtlük" sorunudur hocam! Siz bu halkın su içtikleri tasları altından yapsanız da onların yüreğini kazanamazsınız...Sorun "kimlik" meseledir hocam!
Başbakan bağıra,bağıra konuşuyor! "Batıdaki her bir esnaf, doğudaki bir esnafı kardeş seçsin" diyor. Hocam! Çözüm bu değil...Vallahi bu değil, billahi bu değil! Eşiniz doktor,ona sorun...Apseye neşteri vurmazsanız,antibiyotik,pansuman kar etmez...Sizin kullandığınız "gücü" yüz yıldır kullandılar...Yanlışı kanıtlanmış deneylerden doğru çıkarmaya kalkmayın! Yaraya neşter vurun hocam! Kürtlük deyin,eşit vatandaşlık deyin,çok dillilik,çok kültürlülük deyin...Bunu biliyoruz ve bu konuda planlarımız var deyin... Gerekirse Apo'ya gidin, gerekirse Kandil'e gidin ve çocuklarımızın ölümlerini durdurun...Cesetlerin çokluğu bizi çözüme götürmüyor hocam! PKK'yi yok etmeye değil, PKK'yi var eden koşulları yok etmeye odaklanın...Sorunun tanısını doğru koyun ki,tedavisini doğru yapabilesiniz...
 Siz partinizin gençlerine seslenirken "Vuracağız,kıracağız" diyorsunuz ama, Kürtler sizden kalıcı çözüme ilişkin sözler duymak istiyor.Halk geleceğe ilişkin,huzura ilişkin,Kürtlüğüne ilişkin bir şeyler içermeyen konuşmaları duymuyor...Sadece sizi değil, PKK'yi de duymuyor...Halk iki taraftan da korkuyor...Halkın korkularını bitirin hocam! Sizin tanklarınızdan da,diğer tarafın hendeklerinden de bu halk korkuyor..."Özyönetim" den de, "söz yönetim"den de anlamıyor...Halk kimliğini,kimliğinden kaynaklı haklarını talep ediyor...Mısır'daki sağır sultanın bildiğini sizin bilmemeniz düşünülemez...
Siz ki,bir hoca olarak kürsülerin, masaların adamısınız...Devrilen masaları,kürsüleri yeniden kurun...Bu kan-revan kimseye hayır getirmez...Buradan kimseye bir "galibiyet" çıkmaz.Hocam, siz aynı zamanda bir babasınız. Çocuklarınızı döve,döve mi büyüttünüz? Yani ikna, müzakere yöntemini tüm koşullarda kullanmış olabildiğinizi düşünüyorum...Kürt sorununa gelince neden şiddet sarmalına dayanıyorsunuz?
Başbakan konuşuyor! "İnlerine gireceğiz" Tarih bunları kahramanlık olarak yazmayacak hocam! "Etkisiz hale getirilen" cesetlerin sayısı sizin hayırla anılmanızı sağlamayacaktır..." PKK yaptıklarını görmezden mi gelelim?" diyebilirsiniz...Görün ama,asıl mesele PKK'yi var eden koşulları yok etmek değil midir? Siz bir hocasınız ve neden-sonuç ilişkisini daha iyi bilirsiniz. Neden ortadan kalkınca,sonuçta kalkar.

Yani hocam, yağıp gürlemek yerine,yakıp-yıkmak yerine, can alıp can vermek yerine  Kürtlere çözüm sunun!

18 Aralık 2015 Cuma

UY HAVAR !

                                                               UY HAVAR !




Bu gün Kürtlerin çoğunlukta olduğu illerde yaşananlar yürek parçalıyor. Kürt gençleri,polisler,askerler, sivil halktan kadınlar,çocuklar ölüyor hepimizin gözleri önünde.

Uy Havar !

Kimin haklı- haksız, kimin güçlü-zayıf olduğu adı konulmuş bu savaşta mı kanıtlanacak? Akıl,fikir,İzan,mantık, siyaset varken neden kanlı yollar deneniyor? "Bu kanlı yol doğru mu" diye halka soran yok. İki taraf da halk adına halksız karar veriyor.

Uy Havar !

Diyarbakır da halktan kime sordu isem,çaresizliklerini,korktuklarını,işin nereye varacağını bilmediklerini söylüyorlar...İyi-kötü bir damları,işleri olduğunu,onu da terk etmek zorunda kaldıklarını,şimdi aç ve açıkta kaldıklarını,böyle giderse batı illerine akrabalarının yanına göç edeceklerini söylüyorlar. Bi çareyiz diyorlar. Kendi şehirlerinde mülteci olduklarını,kime kızıp,kime sığınacaklarını bilmediklerini fısıldıyorlar. Allah'ın çocuklarının yüzüne bakması için dua etmekten başka ellerinden bir şey gelmediğini ifade ediyorlar.

Uy Havar !

Bu gençlerin yöntemlerini yanlış bulabiliriz,silahlarını ve hendeklerini eleştirebiliriz, ama nedenleri haklıdır,istekleri makuldür.Diyalog kurmak,onları dinlemek çok mu zor,çok mu onur kırcı? Eğer tek bir insanımızı bile yaşatmaya değmiyorsa, onurumuzun ne anlamı var?

Uy Havar !

Orta doğu ve çevremiz bu kadar kaos içindeyken,yurt içinde de kaos yaratmanın anlamı ne? Sorunu çözerken karşıdakini farklı ve düşman görmenin çözüme katkısı ne? Bu süpürme yöntemleri yüz yıldır denendi. Ağrı da,Koçgiri de,Dersim de, Şeyh Sait isyanında denendi...Ama arkasından başka isyanlar geldi.Kürtler var olduğu sürece,eşit yurttaşlık hakkı elde edinceye kadar da durum değişmeyecektir.Hatta bu sorun barışçıl yöntemlerle çözülmedikçe,silahlı yöntemleri kaşımaya hazır bir çok ülkenin varlığı unutulmamalı.

Uy Havar !

Ey AKP! Kürtler size yıllarca el verdi...Dıl verdi...Güven verdi. Siz de onlara bu zulmü mü layık görecektiniz? Evlerini yeniden yapabilirsiniz...Camilerini,okullarını yeniden onara bilirsiniz...yollarına,sularına yeniden kavuşturabilirsiniz...Ama kalplerini yeniden onarabilir misiniz? "Büyük devletiz" derken, tanklar-toplarla PKK'yi süpürme adına halkı perişan etmeyi mi kast ediyorsunuz? Büyüklük; Yağdan kıl çeker gibi sorun çözmektir. Büyüklük; Tek silah atmadan,tek cana kıymadan el sıkışmaktır.

Kürtler ayrı devlet istemediklerini her defasında beyan ediyorlar.Bir arada,eşit koşullarda yaşamanın önemini vurguluyorlar. Kendi dillerini,kültürlerini özgürce kullanmak,geliştirmek istiyorlar.Anayasada eşit temsil hakkı istiyorlar. Türklere saygı gösterdikleri kadar kendileri de saygı görmek istiyorlar. Bunları yapamayacaksanız %90 oy oranıyla iktidar olsanız bile, gerçekte iktidar değilsiniz demektir.

Uy Havar !

Ey PKK! Ayrı devlet istiyorsanız; Silahlarınızı,hendeklerinizi,siperlerinizi,mevziilerinizi kavraya bilirim. Ve de halk sizin bu hedefinizi,yönteminizi benimser ise, inanın dünyanın en güçlü devletleri buna mani olamaz. Biliniyor ki,siz bu amaçtan çoktan vazgeçtiniz.Ulus devlet olma hedefinin çağ dışı olduğunu ilan ettiniz."Demokratik Cumhuriyet" "özerklik" "özyönetim" dediniz...Bunun için bunca çatışmaya,hendeğe,can- kan kaybına gerek var mıydı? Siyaset yolunu zorla saydınız,Türklerin-Kürtlerin ekseriyet desteğini alacağınızı göremiyor muydunuz? "Ama bunlar başka dilden anlamaz" söylemine artık kimse inanmıyor...Bu yöntemler Kürt halkına zarardan başka ne verebildi,hangi sorununu çözdü? Böylece halkın parlamentoya soktuğu milletvekillerini işlevsiz hale getirmediniz mi? Kürtleri seviyorsanız, siyaseti esas almak o halkın da tercihidir.

Ey Havar !

Ey Türkiye halkları! Bu yangın yerini,bu mahşeri yüreğinizde hissetmiyorsanız,görmüyor musunuz da? Tüm gördüğünüz ölümler,yıkımlar,göçler,feryatlar yüreğinizde bir sızı yaratmıyor mu? Hep birlikte sesimizi taraflara duyurma zamanı değil midir?
Biline ki,insanlar insanlığımız öldüğü için ölüyorlar. İnsanlığımızı ayağa kaldırmak için oralardan gelen bu sese kulak verelim


UY HAVAAARRR!

16 Aralık 2015 Çarşamba

DİL HEYE TAKAT TINEYE

                                          DİL HEYE TAKAT TINEYE

Bu kan revan, bu zulüm, dehşet,bu göç,evsiz barksızlık, bu işsizlik , yoksulluk içinde yazmak,yorum yapmak anlamsızlaşıyor.Orada Kürt halkı, dışarıda  biz çaresiziz.


Yani
“Varamaz elim
   Ayvasına, narına can dayanamazken,
   Kırar boynumu yürürüm.
   Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
   Sormayın hiç
   Laaaaal...
   Kara ferman çıkadursun yollara,
   Yarin bahçesi tarumar,
   Kan eder perçem

   Olancası bir tutam can,
   Kadasına, belasına sunduğum,
   Ben öleydim loooy...”

Peki, PKK ne amaçlanıyor bu yöntemle? Bu yöntemle amacına ulaşacağına gerçekten inanıyor mu? Devlet/hükümet neden sadece  güvenlikçi yöntemleri esas alıyor da demokratik yöntemlerden hiç bahsetmiyor? Bilek güreşinin kimseye fayda getirmediği,kimsenin amacına hizmet etmediği görülmüş ve teyit edilmiş iken bu kör dövüşü neden?

Fotoğrafa biraz yukarıdan bakınca durumu değerlendirmede ip uçları görülebilir. Ortadoğu’da fiilen artık iki devlet yok. Suriye ve Irak. Bu durumu yaratan büyük oyuncular yeni dizayn peşindeler. Türk devleti/hükümeti gücü piyon kadar da olsa oyunun içinde olmak istiyor…Bu kadar oyuncu burnumun dibinde,sınır boylarımda bir şeyler planlıyorlarsa,gelecek adına benim de sözüm,hedefim olmalı,diye düşünüyor.PKK’nin süreçten güçlenerek çıkmasını istemiyor… PKK ise mevcut konjonktürü kendisi için bir fırsata çevirmeye çalışıyor. Suriye de bu kadar mesafe kat etmişken, Türkiye de neden olmasın düşüncesinde. Türkiye'nin hele, hele Rusya ve İran ile gerilimli günler yaşıyorken. Hükümet edemeseler de  Suriye ve Irak yönetimi ile gerilimli günler yaşıyorken, fırsatı değerlendirmeyi düşünüyor olmalı. Bir taraftan Rusya,İran,Suriye üçlüsü ile, diğer taraftan ABD ve batı ile flört etmeye çalışıyor.Tarafını,müttefiklerini henüz belirlememiş olması hedefe ulaşmasını zayıflatıyor.

Şu gerçek hem PKK tarafından, hem de Türk Devleti/Hükümeti tarafından iyi bilinmeli: Bu coğrafyada Türkler ve Kürtler en iyi anlaşan halklardır. Yönetenlerin anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakıyorum…İki halk bu kadar iç-içe geçmişken,kültürel ve dinsel daha yakınken…Kürtler birlikte yaşama iradesi gösterirken…Kürtler, Kürt kimliği ve dili konusunda taviz vermeyeceklerdir ve bunda  hem fikir oldukları tartışılmaz bir gerçek…Üstelik bu talepleri ekonomik ve diğer talepleriyle değiştirilemeyecek kadar güçlüdür. Bu hedefe ulaşma konusunda savaş,silah,hendek yöntemini benimsemedikleri de gerçek..Seçimlerde bütün Kürt illerinde HDP ye % 80-90 oranında destek verdikleri gibi, hendek stratejisini uygun bulmadıklarını da aşikar ediyorlar. Madem ki halk için mücadele ediliyor,neden halkın tercihine saygı gösteril miyor? Ve ben inanıyorum ki, seçim öncesi PKK silahlarımızla çekiliyoruz deselerdi, şimdi HDP çok daha güçlü temsil ediliyor olurdu,şimdiki gibi  oyun dışı kalmazdı.


Daha fazla kan dökülmeden barışçı yollar da ısrar edilmelidir…Hükümet çok kültürlülüğü, çoğuldilliliği, çogulkimlikliliği,yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hususunda  yapacakları bir şeyler var ise takvim vererek açıklamalıdır. HDP hendek yönteminin yanlışlığına PKK yi ikna etmeye çalışmalıdır…STK, aydınlar,toplum önderleri harekete geçmelidir. Bütün bu önerileri sunarken umutsuzluğa kapılmak istemiyorum…Bir şey isteyip de o şeyi gerçekleştirme gücünün olmaması ne acı bir şey…Kürtler bu durum için şöyle der : DİL HEYE TAKAT TINEYE

11 Aralık 2015 Cuma

SİYASET ZAMANI

                                                      SİYASET ZAMANI


Gazetelerde bir haber yer aldı "Barzani Türkiye'deki Kürdistani parti liderleriyle bir araya geldi" Bu haber başlığı bile başlı başına Türkiye'nin Kürtlere bakışında nereden nere gelindiğini göstermesi bakımından önemlidir...Olayın kendisi tartışmasız Kürt sorununun çözümünün hangi yollardan olması gerektiğine işaret etmektedir....Siyasetin  barışçıl,diplomatik,demokratik,uluslar arası arenada kabul gören bir yöntem olarak önemini göstermektedir...Ve yine daha Kürdi, ulusal sorun açısından daha kapsayıcı bir tabloyu ifade ediyor...Barzani Türkiye'nin geldiği nokta bakımından önemli bir tespitte bulunuyor. Ve diyor ki “Mela Mıstefa Barzani Baas rejiminin katliamlarını dünyaya duyurmak için dünya liderlerine bir mektup yazar. Mektuba kimi ülkeler cevap verir, destek söz verir, kimileri hiç sesini çıkarmaz. Ama bir ülke vardır ki mektubu açmaya bile tenezzül etmez ve mektubu geri yollar. Şimdi ise aynı ülke, gelen mektubu açmaya tenezzül edilmeyen Çankaya Köşkü’nde bizi alarenginle karşıladılar”  Evet! Bu gelinen noktayı küçümsemeden daha ileriye götürmek için sarılmamız gereken yöntem siyasettir
Ulusal sorun adı üstünde tüm ulusu kapsamalıdır...Sadece solcuları değil, sağcılarında içselleştirmelidir...Sadece dindarları değil,materyalistleri de sarmalıdır...Sadece işçileri değil,köylüleri de,kapitalistleri de içine almalıdır...Burada kimseyi küçümsemeden her kürdi yapıya ulaşıp ulusal bir görüntü yaratmak elzemdir...Bunun sağlanmasında KCK/PKK ye büyük görev düşmektedir..."Benim elimde silah var,benim dediğim olacak" türünden yaklaşım ulusal olmaktan uzaktır.

Öcalan 2013 nevrozunda ne demişti "Bugün yeni bir dönem başlıyor.
Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.
Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.
"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.
Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır."

Evet, artık siyaset zamanıdır...Evet," akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor" Bu kanı durdurmanın yolu siyasettir...AKP hükümetini,meclisi  Kürtlerin demokratik haklarını eşitlik temelinde teslim edecek bir yeni anayasayı yapmaya zorlamak en doğru yol olarak gözükmektedir...Hendeklerin,silahların çözüme götürmediği görülmelidir...Başkaları zulmümü seçiyor diye o zulmüme ortam hazırlamak en başta Kürtlere zarar vermektedir...Şu ortamda en fazla Kürtlerin canı yanmakta,kanı akmaktadır...Daha fazla can yanmaması, kan akmaması için, çözümü dayatmak için siyaseti ana yöntem olarak acilen gündeme oturtmak gerekmektedir..


Mahatma Gandhi ne diyor "Yemin ederim ki,dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez"...Sözü Gandhi ile bitirelim "barışa giden yol yoktur,barışın kendisi bir yoldur"

2 Aralık 2015 Çarşamba

HENDEKLER NASIL KAPANIR?

HENDEKLER NASIL KAPANIR?
              Kişilerin, grupların, halkların iktidarlardan taleplerinin olması kadar doğal bir şey olamaz. İktidarlar; talepler hoşuna gitmese de bu talepleri göz ardı edemezler. Bu taleplerin yüzde yüzünün karşılanması mümkün olmayabilir. Ama otorite; talepleri ve talep sahiplerini dikkate almaz ise ''sorun'' ortaya çıkar. Taleplere iki türlü yaklaşmak mümkündür: Birincisi; görmezlikten gelip, şiddetle bastırmaktır. İkincisi; kucaklayıcı, talep edeni anlamaya çalışan, çözüm yolları sunan yöntemdir. Bugün Türkiye'de Kürtlerin ve birçok kesimin kendilerine göre talepleri vardır. Bu talepler yerine getirilemeyecek talepler de değildir. AKP iktidarı, Kürtlerin taleplerini kısmen çözüme kavuştursa da, sorunun özüne dokunmamakta ısrar etmektedir. Yani, ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi konulara kulak tıkamaktadır. Bu da talep sahiplerinin tepkisine neden olmaktadır. Kürt gençlerinin tepki biçimlerini içimize sindirmesek de, yanlış bulsak da tepki nedenlerini görmezden gelemeyiz. Oysa ki AKP iktidarının yapması gereken çok basittir; Kürtlerin eşit vatandaşlık haklarının teminat altına alacak yasa ve anayasa konusundaki yol haritasını açıklık ve samimiyetle ortaya koymalıdır. Bunu yaptığı zaman, hendeklerin kapanacağına ve gençlerin, Tahir Elçi'lerin ölümünün önüne geçileceğine inanmaktayım. Devlet, otoritesini ortaya koyarken, hak ve hukuku gözetmek zorundadır. Birileri devlete öfkelenebilir, eleştirebilir ancak devletin refleksi daha adil ve kucaklayıcı olmak zorundadır. Düşmanlaştırma siyasetinin ne Kürtlere ne Türklere ne de devlete/iktidara faydası vardır. Kanın çözüme akmadığı artık görülmelidir. İnsanlarımızın yaşamı bilek güreşine feda edilmemelidir.
               Tahir Elçi'lerin, Tahir Elçi'nin karşısına geçip bağıran teyzelerin sesine kulak verilmelidir. Tahir Elçi, bir tarafta Dört Ayaklı Minare, bir tarafta Surp Giragos Ermeni Kilisesi diğer tarafta da Ahmet Arif'in evinin tam ortasında durmuş ne diyordu? "İnsanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun. Tarihimize, değerlerimize sahip çıkalım." Tahir, sesini duyurabilmek için parmaklarının ucunda yükselerek konuşuyordu. Ama bu sese tahammülü olmayanlar onu susturdular.
                AKP hükümeti vakit kaybetmeden demokratikleşme yönündeki niyetini ve varsa programını açıklamalıdır. Bu ülke demokratikleşmediği sürece, hendekler ve kan var olacaktır.
Artık, silah yerine karanfil istiyoruz.
Artık, söz yerine icraat istiyoruz.
Artık, savaş yerine barış istiyoruz.
Artık, ölüm yerine yaşam istiyoruz.


24 Kasım 2015 Salı

ÖNGÖRÜ YOKSUNLUĞU

                                                       ÖNGÖRÜ YOKSUNLUĞU

Öngörüyü TDK şöyle tarif ediyor: Bir işin ilerisini kestirme veya bir işin nasıl bir yol alacağını önceden anlayabilme ve ona göre davranma. Son zamanlarda çok sayıda öngörüsüz medyayı işgal eden insanlara şahit olduk. Bu kişilerin öngörüleri gerçekleşmeyince üzülmek yerine buna gerekçeler sıralamaya başlıyorlar. Bir de öngörüleri hiç te iyi niyetli olmuyor. Kapkara öngörülerinin ülkenin felaketine, halkın zararına bile olsa gerçekleşmesini isterler. Öngörü yoksunu olmalarına rağmen, en iyiyi, en doğruyu onlar bilirler. Ve onlar olmasa şu bidon kafalılar doru yolu bulamazlar. Hatta seçimlere bile gerek yok, üç-beş öngörü ustası(!) oligarşik yapı ülkeyi yönetmeli. O kadar ileriye giderler ki, göbeğini kaşıyanlara, kendileri gibi düşünmeyenlere bok yedirmeyi işkenceden saymazlar. Öngörüsüzler gurubu önce kendilerine bir düşman seçerler. Seçerken tabii ki kriterleri vardır. Kendilerinin sırça köşklerini sallayan, buyruklarını ve öngörülerini hiçe sayan, tartışan, onlardan farklı davranan kesimler düşman ilan edilir. Gerisi kolay… Diğerleri ne yapsa yanlıştır, karşı gelinmelidir…Bütün öngörüleri felakettir, karanlıktır…Memleket için bir şey yapmadıkları gibi, ne yapılacaksa, kendileri yapmalıdırlar…
Örnekler üzerinden gidersek daha iyi anlaşılacaktır. Kürt dili üzerindeki yasak kalmalı, QXW gibi harfleri kullanmak serbest olsun, Kürtçe okullarda seçmeli ders olsun, özel okullarda ve dershanelerde Kürtçe eğitim verilebilsin, Kürtçe görsel, işitsel, basılı medya serbest olsun, Kürtçe savunma ve siyasi propaganda serbest olsun…Öngörüsüzlere göre diğerleri bunu gerçekleştiremez. Gerçekleştirdikleri zaman zinhar kabul etmezler…
“Yetmez ama evet”çileri tümden karşı gelmedikleri için yerden yere vururlar…İçerik nedir? Bu 26 maddede ne var? Sormadan, incelemeden sadece kimin önerdiğine bakarak hayır derler. Kimilerinin “yetmez ama evet” dediği, kimilerinin kökten karşı geldiği 26 maddeden birkaç tanesine bakalım(hepsini internetten okursunuz)
v Vatandaşlara Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirdi
v YAŞ kararıyla atılanlara yargıya baş vuru hakkı
v Memurlara verilen uyarı, kınama gibi cezalar için yargıda itiraz yolu açıldı
v Memurlara toplu sözleşme ve sendikal haklar verildi
v Özürlülere, kadınlara, yaşlı ve çocuklara pozitif ayrımcılık getirildi
v 12 Eylül darbesini yapanların yargılanması önündeki yasal engeller kaldırıldı
Bu haklara evet diyenler hala bu öngörüsüzler tarafından topa tutuluyorlar…Demokratım diyen birisi bu maddelere karşı gelebilir mi? Onlar için içerik önemli değil, kimin önerdiği, gerçekleştirdiği önemli…Biz buna evet dersek “onların” işine yarar…Öyleyse hayır denmeli! Bir şey daha var: Bu anayasa maddeleri yasalaşınca en başta karşı gelenler yararlandılar.
Kendileri gibi düşünmeyenler mi iktidara geldi; Hemen harekete geçilmeli…Koyun sürüsünün oyuyla iktidar olanların iktidarını baştan ret edip, harekete geçerler…Cumhuriyet mitingleri, tankların caddelere sürülmesi, andiçler, balyozlar, Ergenekonlar arka arkaya piyasaya sürülmeye başlanır… Üstün demokratlarımız hemen orduyu göreve çağırırlar, öngörülerini konuştururlar. Şeriat gelecek, İran olacağız, kadınlarımızı-kızlarımızı zorla tesettüre sokacaklar, girmezler ise taşlayacaklar… Zinhar! Eşinin baş örtülüyse ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan isteriz…Engel olmak için her şey yapılmalı…buna rağmen seçilirlerse, ne elleri sıkılmalı ne de resepsiyonlarına katılmalı…Sonra ki hallerini düşünmek bile istemiyorum.
Bakın başka ne öngörüde bulundular: “Bu RTE seçim yaptırmaz” “seçimden önce Suriye’ye girer” “uçak dolusu paraları kabul edecek ülke bulamıyor” “RTE kaçacak ülke arıyor” “Bilal kaçtı bile” “Bu seçimlerde ANAP gibi % 2 lere düşecek” “ AKP parçalanıyor” “Gül ve çevresi yeni parti kuruyor” “iç savaş çıkartacak” ….Bütün bu öngörüleri de tutmadı…Şimdi yeni öngörüler peşindeler. İnanıp-inanmamak size kalmış.


2 Kasım 2015 Pazartesi

ÖTEKİLEŞTİRİRKEN ÖTEKİLEŞMEK



                                          ÖTEKİLEŞTİRİRKEN ÖTEKİLEŞMEK


Öteki Yunancada "hetero" demek. Böyle bakınca her karşı cins diğeri için "hetero" yani ötekidir.Oğul anne için, kadın erkek için "öteki"dir. Tersi de doğru..."Öteki" olmak yaşamı tamamlayan bir şeydir aynı zamanda. "Hetero"nun karşıtı "homojen" dir. "Homojen" durum her zaman "iyi" anlamına gelmiyor...Sadece kadınlar,sadece erkekler v.b gibi...

Yaşanmışlıklar ve öğrenilenler bir "ben" yaratır. "Ben" ifadesini bulduğu alanı "biz" olarak görür. Artık "biz" kendi kategorisinin dışındakilere mesafeli davranmaya,araya duvar örmeye başlar. Bu "ötekileştirme"nin kaynağını oluşturur. "öteki" olmak iyi ve gerekli iken, "ötekileştirme" ciddi bir sorundur.

"Ötekileştirme" ( karşı cepheden sayma ) "empati" nin tersine diğerleriyle arasına mesafe koymak,tahammülsüzlük geliştirmek hatta diğerini düşmanlaştırmakla sonuçlanır...Oysa "empati" diğerinin duygularını olabildiğince kendileştirmektir...Ötekileştiren kendisini de mutsuz ettiğinin farkına varsa bile, kendisine hakim olamayabilir. Çünkü;Ötekileştirdiklerini gördüğünde, duyduğunda,yaptıklarına şahit olduğunda v.b mutsuz olur, hatta saldırganlaşır Bu, bir virüs gibidir.Bir bünyeye girdiğinde tüm hücreleri yönetir hale gelir.Tüm hücreleri ötekileştirdiği ile doldurur. Bu o kadar ileri safhalara varır ki,ötekileştirdiğini yok etmek için kendini yok etmeyi göze alır duruma getirir. Bir kere diğerini ötekileştiren, ötekini nefret ettiği her şeyle tanımlayabilir.Ona küfür ve hakaretin dışında hitap edemez hale gelir...Artık fikir üretmek, geleceğe ait bir şeyler üretmek bitmiştir. Nefret ve küfür üretim merkezi haline gelmiştir.Sağduyu,"empati" yok olmuştur.Daha önce başkalarında gördüğü ve eleştirdiği insanlık dışı her davranışı ötekileştirdiğine layık görmeye başlamıştır. Olanak bulsa, başkalarında görüp eleştirdiği tüm insanlık dışı muamelenin daha fazlasını ötekileştirdiğine tereddütsüz uygular durumdadır. Ne zamana kadar? Ötekileştirdiği kendine benzeyinceye kadar.

Burada yapılması gereken açıktır.Diğerini sizleştirmek yerine,farklılıklarını kabul edip, hukukunu teslim etmektir. Başkalarını aşağılamak diğerini yüceltmez...Öyleyse önümüzde iki seçenek var: Ya "empati" suyunu içeceğiz, yada "ötekileştirme" suyunu..


19 Ekim 2015 Pazartesi

ALGI VE ALGI YÖNETİMİ KONUSUNDA BİR KAÇ SÖZ

                             ALGI VE ALGI YÖNETİMİ KONUSUNDA BİR KAÇ SÖZ

Algı yönetimi, ilk defa ABD ordusu tarafından ortaya atılan ve dünyada ABD politikalarını kabullendirme yöntemi olarak kullanılan bir olgudur. Algıyı şöyle tarif etmek mümkündür: nesnel dünyayı ve zihinsel algıları duyular yoluyla öznel bilince aktarma eylemidir. İnsanları harekete geçiren ve hareketlerinin yönlerini belirleyen, onların düşünceleri, umutları, inançları kısaca arzuları, ihtiyaçları ve korkularıdır. Bu şu anlama gelmektedir; İnsanların faaliyetlerini, yönelimlerini bireylerin arzu, inanç, ihtiyaç ve hatta korkularına göre de yönlendirmek mümkündür. Fiziksel algılarımız daha zor yönetilir ama imkansız değildir. Zihinsel algılarımız dış yönlendirmelere daha açıktır. Bu da kandırılma tehlikesini arttırmaktadır. Çünkü davranış biçimlerimizin belirlenmesinde akıl ve mantıklarımızdan çok, duygularımız belirleyici olmaktadır. Burada algıda seçiciliğin cazibesini inkar edemeyiz. Kişilerin bellekleri, umutları, ihtiyaçları, korkuları, beklentileri  aynı olguyu farklı algılamalarına ve bilince kazımalarına neden olabilir. Algı yönetiminin temel amacı kişilerin, kitlelerin gerçek ve illüzyon arasındaki seçimlerini zorlaştırarak arzuladıkları yere yönlendirmektir. Dolayısı ile algı yönetimi, yanlış “bilginin” üretildiği yada abartıldığı yada çarpıtıldığı araç olarak kullanılmasıdır. Gerçeğin üzeri gerçek olmayanla örtüldüğünde yada olmayan varmış gibi gösterildiğinde artık ortada gerçek yerine “ simülasyon” yani dezenformasyon kalacaktır. Böyle olunca da, yaratılan algı yumuşak bir güç olarak kitlelerin zihnini fethedip bakış tarzlarını, eylemliliklerini bu yöntemi kullananların amaçlarına uygun hale getirecektir. Algı yaratanlarla kişilerin ve kitlelerin amaçları çakışıyor ise, yaratılan algıyı bilinç düzeyine çıkarma daha kolay olmaktadır. Son zamanlarda algı yönetimi Türkiye de bütün çevreler tarafından görsel ve sosyal medyanın da olanaklarıyla çokça kullanılmaya başlandı…Aydın olarak adlandırılan kesim de, üretememenin çaresizliğiyle algı yönetiminin bir parçası haline gelmişlerdir…

Peki, tüm bu algı yöneticilerine karşı bizler gerçek olguları nasıl yakalayacağız? Bu dezenformasyondan kendimizi nasıl koruyacağız? Tek yolu önümüze konan her bilgiyi kimin getirdiğine bakmaksızın sorgulamaktan geçmektedir…Sunulan verilerin gerçekliğini araştırmaktan geçmektedir…Bilimselliğe dört elle sarılmamızdan geçmektedir…Aklımızı ve bilincimizi başkalarına teslim etmemekten geçiyor…Araştırmaktan, sorgulamaktan, duygularımıza sahip çıkmaktan ve birey olmaktan geçiyor…gerçeği yakalamak elimizdedir. 

17 Eylül 2015 Perşembe

KÜRT SORUNUNU SORUNUMDUR AMA YÖNTEMİNİZ YÖNTEMİM DEĞİLDİR



  KÜRT SORUNUNU SORUNUMDUR AMA YÖNTEMİNİZ YÖNTEMİM DEĞİLDİR

Ey devleti yönetenler! Kürt sorunun çözümü konusundaki yöntemlerinizi ret ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca yüzlerce kez denenen ve ölümlerin, acıların, halklar arası düşmanlıkların, tüm ülkenin yakılıp-yıkılmasının ötesinde, bir sonuç getirmeyen güvenlikçi yöntemlerinizi ret ediyorum. Son 30 yıldır arzuladığınız durum olan asimilasyoncu, inkarcı politikalarınızı sıkıyönetimlerle, olağan üstü hallerle, jitemlerle, faili meçhullerle, köyleri yakıp-yıkmakla, itirafçılarla, köy korucularıyla hayata geçirebildiniz mi? 50 bin yurttaşımızın ölümüne, binlercesinin hapsine, yaralanmasına, işsiz kalmasına, göçmesine neden olan yöntemlerinizi ret ediyorum. Sorunu görmezlikten gelen, içine girmek yerine etrafında dolaşan yöntemlerinizi ret ediyorum. Kürt sorunu gibi Türkiye’nin başat sorunlarını ciddiyetten uzak iç siyasi malzeme olarak gören yöntemlerinizi ret ediyorum.

Ey PKK’yi yönetenler! Birçoğunuzla cezaevi, hücre arkadaşlığım var. Bizler cezaevinde elimizde tek bir silah bile olmadan direnişi kazandık. Oradaki kahramanlıklarınızı kimse inkar edemez. Devletin bütün gücüyle ve olanaklarıyla üzerimize geldiği, suyun da ,ekmeğin de onların elinde olduğu, güçler bakımından orantının zerresinin olmadığı, yaralarımızı dikiş iğnesi ve çorap ipliğiyle diktiğimiz o direnişi bir çakımız bile olmadan kazandık. Mehmet Şener’in, Mustafa Karasu’nun oradaki müzakereci duruşu önemliydi….Peki Kürt halkının ulusal demokratik haklarını almak için illa da silah mı gerekli? Sizlerin şu mealde yüzlerce açıklaması oldu: “Silah ömrünü tamamladı” “silah çözüm değil” “birbirimizi yenmemiz mümkün değil” “müzakere zamanı” v.b   Peki o zaman, bu kadar silah, patlayıcı, bomba niye? Kazanım getirmeyeceği ifade edilen  yola niye girilir? “Biz bu devleti ancak böyle masaya oturturuz” diyorsanız yönteminiz yöntemim değildir. Sizler kaç hükumetler gördünüz, hepsi de askeri yöntemleri esas aldılar ve hiçbirisiyle de masaya oturamadınız. Masaya oturulduğunda da süreci iyi yönetemediniz. Kürt sorununu silah sayesinde kriminalize etmek istediler, sizler üzerinden bu oyunu oynamak istediler ve başardılar. Öz eleştiri içermeyen yönteminizi ret ediyorum. Bakın bu gün durum demokratik anlamda tamda Kürtlerin lehine dönmüşken, 80 millet vekili ile parlamentoda temsil edilme fırsatı çıkmışken, bunu fırsata çevirmek yerine silaha sarılma yöntemlerinizi ret ediyorum. Silah bırakmak yenilgiyi değil, zaferi ve kendine güveni ifade eder. Gelin cezaevindeki gibi silahsız direnişi hep birlikte yapalım. İnanın kazanırız. Silah bırakıp masaya gelirseniz Türkiye halkları yanınızda olacaktır. Ama elinizde tonlarca patlayıcı, silah varken yönteminizi ret ediyorum. Çocuklarımızın geleceğini karartan, bitiren yöntemlerinizi ret ediyorum.
 İki tarafa da sesleniyorum: Kürt sorunu sorunumdur, yönteminiz yöntemim değildir.

Bu da benim feryadım…

14 Eylül 2015 Pazartesi

KORKUYORLAR

                                                KORKUYORLAR!
Bu coğrafyada tüm etnisiteden insanların halay çektiği; Halay başının BARIŞ, halay sonunun DOSTLUK olduğu günleri ne zaman göreceğiz.
Genç kızlarımızın çeyiz sandıklarında bombalar yerine Ahmed-i Hani’den, Neruda’dan, Pir Sultan’dan şiir kitapları sakladıkları günleri ne zaman göreceğiz.
Delikanlılarımızın ellerinde silah yerine doğaya, çevreye, geleceğe ilişkin projelerinin olduğu günleri ne zaman göreceğiz.
Bebelerimizin masum bedenlerinin kıyıya vurduğu, buzdolaplarında saklandığı günler yerine siyah, mavi, yeşil gözlerinde mutluluğun ışıltısıyla annelerine koştukları günleri ne zaman göreceğiz.
Babaların belleri kırılmışçasına, iki büklüm cami önlerinde evlatlarının tabutlarına sarıldığı günler yerine, nikah törenlerinde gururla gezindikleri günleri ne zaman göreceğiz.
Annelerin “ öbür dünyanın cennetini anlatmayın bana, bize bu dünyanın cehennemini yaşatmayın yeter” deyip, evlatlarının cansız bedenlerine sarılarak her dilden ağıtlar yakmayacakları günleri ne zaman göreceğiz.
Dağlarımızda, ovalarımızda, sokaklarımızda tankların, tomaların, hendeklerin yerine aşıkların, sevdalıların dolaştığı günleri ne zaman göreceğiz.
Eğer ömrüm yeterde görürsem o günleri Cizre de yüzlerce çocuğa boya dağıtıp, hayallerini sokaklara çizmelerini isteyeceğim. Trabzon da Kürtçe, Amed de Türkçe türkü söyleyeceğim.
Ama Nazım’ın dediği gibi türkülerimizden korkuyorlar…Bütün mesele bu. 

İnci dişli, zenci kardeşim,
Kartal kanatlı kanaryam.
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize,
Korkuyorlar Robson
Şafaktan korkuyorlar,
Görmekten,
Duymaktan,
Dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
……
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.


Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson

11 Eylül 2015 Cuma

pkk

pkk, kürtlerin "kendi kaderini tayin etme" hakkını gasp edip, yerine pkk'nin kaderini tayin etme hakkını koyuyor...bunu kürtlerin haklarıyla kamuflaj ediyor...kürtlerin hakları için silaha gerek yok, ama pkk nin hakları için silaha gerek var.

9 Eylül 2015 Çarşamba

BARIŞIN DİLİ DE BARIŞÇIL OLMALI

                                  BARIŞIN DİLİ DE BARIŞÇIL OLMALI
Bunca kan dökülürken, bunca can kaybedilirken “barış” sözcüğü dillerden düşmüyor. Herkesin barış istediği yere bir türlü barış gelmiyor. Bunda bir gariplik var. Çünkü, çatışmanın gerçek nedenini ortadan kaldırmaya niyet etmiyoruz. “Barış” derken bile “savaş” dili kullanıyoruz. Dillerde “barış” ama, kafada ve yöntemlerde şiddet var. Bu türden kişiler, kurumlar, partiler akan kanın bir an önce durması için çözüm üretmek yerine, mevut durumu siyasi karşıtlarını hırpalama fırsatı olarak görüyorlar. Parlamenter yollar esas alınıp silahlar bırakılmadıkça barışın gelmesi zor. Artık “eller tetikten çekilmeli, silahlar susmalı” aşaması geride kalmıştır. Kalıcı bir barış için taraflara düşen görevler nettir. Hükumetler ve parlamento Kürtlerin eşit vatandaşlık haklarını anayasal güvenceye almalıdırlar. PKK de koşulsuz silah bırakıp demokratik yolları esas almalıdır… İşte o zaman barış gelir ve işte o zaman HDP çok büyük güç kazanarak Türkiye partisi olur…Tepede eli silahlılar varken ve her eylemine,söylemine müdahale ediyorken, Türkiye partisi olmak,barışa ve çözüme katkı sunmak mümkün değildir.…
Duygulanıyoruz, içimiz yanıyor ama bu gerçekçi davranmamıza engel olmamalı. Duygularımız değil, aklımız bize yol göstermeli…Yoksa, “yaşasın barış”, “biji aşiti” sloganları bize barışı ve çocuklarımızı bağışlamayacaktır

27 Ağustos 2015 Perşembe

Diyarbakır’ın mesajı: Sağduyu

Diyarbakır’ın mesajı: Sağduyu

Diyarbakır’da siyasilere, partilere, PKK’ya bakış nasıl? Siyasi söylemler bölgede nasıl yankı buluyor? Çözüm süreci nasıl devam etmeli? Düşünce kuruluşu PODEM’den Ayşe Yırcalı ve Etyen Mahçupyan Diyarbakır’da toplumun farklı kesimleriyle görüştü, bölgedeki havayı Al Jazeera için yazdı. İzlenimlerinin ikinci bölümü…

 | Konular Kürt sorunuAKPHDPPKKCHP
carsi
Araştırmacı Ayşe Yırcalı'ya göre Diyarbakır’da herkesin isteği çatışmaların durması, müzakere masasının tekrar kurulması.[Fotoğraf: Abdülkadir Konuksever / AJT]
Ayse Yircali

YAZAR HAKKINDA

Ayşe Yırcalı

Diyarbakır’da sosyal hayat siyaset ile her an iç içe yaşanıyor. Gelişmeler birebir takip ediliyor, sözler ve söylemler halk arasında derinlemesine tartışılıyor. Algılar çok açık. Özellikle seçim sürecinde ve bugünkü çatışma ortamında insanlar taraflarca söylenen her sözü kendi vicdan süzgeçlerinden geçirerek bütünsel bir değerlendirme yapıyor.
HDP ve Demirtaş
7 Haziran seçimlerinde halkın HDP’ye gösterdiği yaklaşım siyasi bir partiden öte, Kürt halkının kenetlenmesi şeklinde okunabilir. Barışın devamına ve bir Kürt partisinin barajı aşarak meclise girmesine o kadar odaklanılmıştı ki, bütün siyasi söylemler bunun gerisine düşmüştü. HDP’nin dinamik ve katılımcı aday belirleme süreci ve seçim kampanyası sosyal tabanı daha da motive etti, sonuçta yüksek bir başarı elde edildi.
Seçimlerden HDP’nin bu kadar güçlü çıkmış olması, halkta bir özgüven yaratmış. “Kürtler için getirilen engel, Kürtler tarafından yıkıldı”, “El ele verdik ve barajı geçtik” memnuniyeti var. Normalleşmenin ve şiddetin durmasının bu hareketi güçlendirerek devam ettireceği, bu nedenle de HDP’nin barış şartlarını zorlayan taraf olması gerektiği düşünülüyor.
Ancak çatışmaların tekrar başlamasıyla HDP’ye barış ve silahsız çözüm için oy verenlerin bir kısmında bir hayal kırıklığı sözkonusu, desteklerinin amacı dışında kullanıldığına dair bir duygu hâkim. Bir Kürt partisinin seçim barajını aşarak 80 milletvekili ile parlamentoya girmesi sonrasında, çatışmaların neden tekrar başlatıldığına dair bir sorgulama başlamış. PKK’nın silah bırakması ve HDP’nin önünün açılması gerektiği düşüncesi baskın.
HDP tabanından PKK’ya yönelik direkt bir eleştiri duyulmasa da kendi iç gruplarında, özellikle 40 yaş üzeri kitlede bir tepki oluştuğundan söz ediliyor.
Barışın tesisi konusunda öne çıkan isim Selahattin Demirtaş. Kendisinin aslında “Türkiyeli” ve “birliktelikçi” olduğu, 6-8 Ekim’de lanse edildiğinin aksine şiddet taraftarı olmadığı ve bütüne bakıldığında halkın taleplerini, beklentilerini karşılamak adına iyi bir performans gösterdiği yorumları yaygın. Bunun yanında eleştiriler de mevcut. Tercih yapmak durumunda kaldığında hep PKK’dan yana tavır aldığı, hatta bazen daha sert bir söylem yürüttüğü söyleniyor ve ancak örgüt isterse bağımsız hareket edebilecek bir siyasi aktör olduğu vurgulanıyor. “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemini yanlış bulanlar ise esas odaklanması gerektiği konunun Kürtlerin hak ve talepleri olduğunu düşünüyor. .
PKK, Öcalan ve Kandil
HDP tabanından PKK’ya yönelik direkt bir eleştiri duyulmasa da kendi iç gruplarında, özellikle 40 yaş üzeri kitlede, bir tepki oluştuğundan söz ediliyor. PKK’nın Türkiye’de silahlı mücadeleyi neden tekrar başlatmış olduğuna – özellikle de HDP meclise girmişken – anlam verilemiyor. Daha mesafeli değerlendirmelerde örgüte eleştiri seviyesi artıyor; şehir hayatını tamamen kontrol altına aldığı, diğer tüm grupları bastırdığı, devlete muhalif bir hareket iken şimdi kendi vesayetini kurduğu, iş sahipleri üzerinde baskı oluşturduğu öne sürülen sebepler arasında. Diğer yandan PKK’nın halkın Rojava hassasiyetini kullandığı ve kendi iktidarı için Türkiye’deki barışı tehlikeye attığı da ileri sürülüyor.
Abdullah Öcalan’ın etkisini sorduğumuzda “gerilla ve toplumun gözü Öcalan’dadır” cevabını alıyoruz,  özellikle kadın ve çocukları Öcalan fikrinden uzaklaştırmanın mümkün olmadığı belirtiliyor. 2015 Newroz’unda ve diğer sosyal organizasyonlarda Öcalan figürünün çok baskın bir şekilde öne çıkması buna bir örnek olarak veriliyor. Kandil’in Öcalan’la zıt düşen açıklamalarının bir siyasi kurgulama olduğu, KCK’nın aslında onun politikalarını izlediği görüşü hâkim. Farklı görüşler ise Kandil’in Öcalan’ı kendi bekası için kullandığını, toplumsal tabanı tutabilmek için  bir taraftan Öcalan güzellemesi yaparken, diğer taraftan karşıt açıklamalarla prestijine darbe indirdiğini söylüyor. Öcalan’ın tabanda etkisi devam etmese çoktan reddi miras yapılacağı ve üzerinin çizileceği duyduğumuz yorumlar arasında.
Kandil’deki bölünme konusunda ise fikirler genelde birbirine denk düşüyor. Yaklaşım farklılıklarının her zaman olduğu, bununla birlikte yıllar içinde bir PKK aklının oluştuğu belirtiliyor. Kandil’deki farklı kanatlar Öcalan olmazsa parçalanacaklarının farkında, şu an dışarıdan homojen ve koordineli görünmeseler de, en nihayetinde Öcalan ve Kandil birbirine yakınlaşacak, ilişki rehabilite olacaktır, yoksa örgüt dengeleri bozulur yönünde yorumlar var. Öcalan bir çağrı yapacak ve sonuçta eli daha da güçlü bir pozisyona gelecek görüşü hâkim. Dar gruplarda Öcalan’ın devletçi ve devlet eliyle yönetilen bir lider olduğu eleştirisinin yapıldığı da ekleniyor.
AKP, Davutoğlu ve Erdoğan
AK Parti algısı açısından en öne çıkan durum, partinin ve politikalarının tüm kesimler tarafından ciddi bir şekilde eleştirilmesi. Seçimlerde bölgeden gösterilen adayların belirlenme yöntemi ve adayların çoğunun toplumsal tabanı yakalayamayan kişiler olduğu herkes tarafından dile getiriliyor.
HDP tabanından gelen eleştiriler, Gezi sürecindeki yaklaşımlar, zırhlı karakol yapımı, doğanın tahrip edilmesi ve özellikle Kobani meselesi üzerine yoğunlaşıyor, çözüm süreci geciktirilerek somut adımlar atılmadığının üzerinde duruluyor. Daha mesafeli eleştiriler AK Parti’nin bölge politikasının belirsiz olduğu, eskiden toplumda karşılığı olan programının (eğitim, sağlık, sosyal hizmetler gibi) şimdilerde bölgeye hiç yansımadığı, artık toplumu muhalefet gibi görmeye başladıkları yönünde.
AK Parti ve politikalarına yönelik en derinlikli eleştiriler İslami kesimde. AK Parti’nin bu bölgeyi ve Kürtleri anlayamadığı ve dolayısıyla buradaki duyguyu yönetemediği dile getiriliyor.
AK Parti’ye yönelik en derinlikli eleştiriler ise İslami kesimde. Bu eleştiriler partinin hem Kürtlere dair tutumu hem de genel parti politikaları üzerine. AK Parti’nin bu bölgeyi ve Kürtleri anlayamadığı ve dolayısıyla buradaki duyguyu yönetemediği dile getiriliyor. En çok vurgulanan hata ise AKP’nin İslam kardeşliğinin burada parti lehine işleyeceğini düşünmesi.
Buna dikkat çeken bir örnek, HDP’nin LGBT konusundaki duruşu. Görüştüğümüz bir kişi AKP, HDP’li eşcinsel adaylara yüklendiğinde, oradaki medrese hocasının bile bunu eleştirdiğini söylüyor. “LGBT konusu Kürtlere ters bir şeydir ama Kürtler bunun için HDP’ye oy vermemezlik etmez. Kürtler ideoloji için HDP’ye oy vermiyor, Kürtlük ve özgürlük meselesi için oy veriyor” diye ekliyor. AKP’nin ilk döneminde bir dava adına yola çıkmış kesimlerin yerini daha çıkarcı çevrelerin aldığı ve çalışacak düzgün insan bulmanın zorlaştığı dile getiriliyor. AK Parti’nin bu tarz yaklaşımları, AKP bölgeyi gözden çıkardı şeklinde okunuyor ve sadece HDP’lileri değil, AKP’ye oy veren Kürtleri de rencide ediyor. “AKP teveccüh, güç ve taban kaybetti”, “Biz mazlumdan mağrura döndük” düşünceleri zihinlerde.
Davutoğlu’na dair bölgede hâlâ bir sempati olduğunu, kendisine müzakereye açık, yaklaşımı olumlu bir siyasetçi olarak bakıldığını duyuyoruz. Özellikle Türklerin ve Kürtlerin işbirliği yaparak Orta Doğu’da birlikte güç kazanabileceklerine dair tezinin kabul gördüğü ve aslında meselenin ancak bu bakış açısı ile çözülebileceği için bu yaklaşımın tekrar devreye sokulması gerektiğinin altı çiziliyor..Ancak bununla beraber Davutoğlu liderliğinin Erdoğan’ın gölgesinde kaldığı, Kürt meselesi konusunda tüm kararların Erdoğan tarafından alındığı dile getiriliyor ve bu durumun da artık Davutoğlu açısından mazur görülmediği belirtiliyor.
Erdoğan ise en çok eleştirilen siyasi lider. Özellikle üstten ve ataerkil bakış ve incitici söylem dile getiriliyor. Kobani olaylarındaki tutum, Dolmabahçe mutabakatının reddedilmesi, Zerdüştlük gibi ifadeler en sık vurgulanan eleştiri noktaları. Barış sürecini başlatan lider olsa da masayı deviren kişi olarak da yine Erdoğan görülüyor, dolayısıyla son tahlilde çatışmasızlığın bitmesinin faturası ona çıkartılıyor. Her şeye rağmen, çözüm masasına dönülmesinin önünü açabilecek lider olarak da yine Erdoğan’a işaret edenler çoğunlukta. Ancak bunun için Erdoğan’ın Kürtlere olan bakışını revize etmesi gerektiği vurgulanıyor.
AKP’nin Kürtlere ve çözüm sürecine yönelik hatalarının, PKK tarafından güçlü bir propaganda malzemesi olarak kullanıma sokulmasının halk – özellikle gençler -  üzerinde kısa zamanda çok etkili olduğu görülüyor. AKP’nin Işid’e destek verdiği, Erdoğan’ın yeniden seçime gitmek ve HDP’yi zayıflatmak için savaş koşullarını kullandığı söylemleri bu propagandanın ana eksenleri. Bu dilin Erdoğan’ı şeytanlaştırdığı, Erdoğan’ın ve AKP’nin ne söylediğinden ziyade burada nasıl tercüme edildiği önemli görülüyor.
Koalisyon mu seçim mi?
Şehirde bulunduğumuz günlerde AKP-CHP koalisyon görüşmeleri devam ediyordu. Çatışmaların başlamasının hemen ardından bir CHP heyetinin Diyarbakır’ı ziyaret etmesi olumlu bir hava uyandırmış. AKP-CHP koalisyonunda çözüm sürecinin yürüyebileceğinden hareketle, bu iki parti arasındaki koalisyona olan talep ve destek çok kuvvetliydi. Erken seçim istenmiyor, olsa da seçim sonucunun değişmeyeceği söyleniyor. Hatta HDP’nin daha da güç kazanabileceği, AKP’nin ise bölgede aday bulmakta bile zorlanabileceği ve mevcut oyunu da kaybedeceğinden bahsediliyor. MHP ile koalisyon ise en son istenen şey, bu bir savaş koalisyonu olarak görülüyor.
Ortak istek, çatışmaların durması
Diyarbakır’da herkesin isteği çatışmaların durması, müzakere masasının tekrar kurulması. Çözüm sürecine askıya alındı diye bakılıyor, ancak Oslo sonrasında çatışmaların 14 ay sürdüğü hatırlatılarak arayı uzatmanın toplumsal maliyetine dikkat çekiliyor. Bununla beraber, çatışmaların uzamasının “Biz bölünüyoruz korkusu” yaratabileceği, seviyesinin artmasının bazı ilçelerde halk arasında gerilimlere yol açabileceğinden bahsediliyor. Süreç uzadıkça gençlerde bir öfke birikimi olabilir, dağa çıkışlar artabilir deniyor. Ortamın kızışması, söylemlerin sertleşmesi toplumsal dengenin elden kaçması için bir risk.
Sürecin eksikleri
Çözüm sürecinin şimdiye kadarki yürütülme şekline dair birçok eleştiri var. Hükümetin bir çerçeve ilan etmesi gerektiği, bunun yapılmamış olmasının süreci itibarsızlaştırmayı mümkün kıldığı düşünülüyor. Bir izleme heyetinin kurulmamış olması diğer öne çıkan eksik. Bütün görüşmelerin PKK-Kandil-HDP eksenine oturtulması ve diğer Kürt kesimlerin dışarda bırakılması önemli bir diğer eleştiri konusu.
Süreç boyunca somut adımların atılmamış ve  halka somut mesajların verilmemiş olması, sadece masada ve heyetler kapsamında konuşulması, Dolmabahçe mutabakatının hayata geçirilmemesi başarısızlığın en temel nedenleri olarak dile getiriliyor. Zaten 30 senelik bir güvensizlik zemini üzerinde giden bu zor süreçte sert dil ve yaklaşımlar devam ettirilince, güven verici adımların atılması gecikince – mesela hasta tutuklular konusunda yavaş davranılınca- güvensizliğin iyice arttığı söyleniyor.
Erdoğan ve Öcalan’ın masaya oturacak iki lider olduğu ve barışın önünü açmalarının onlardan beklendiği genel bir kabul. 
Öte yandan, süreç boyunca kamu düzenini zedeleyecek hareketlere göz yumularak, PKK’nın aslında güç kazanmasına yol açıldığı ve örgütün şehirlerdeki yapılanmasını ciddi bir şekilde güçlendirdiği söyleniyor. Son zamanlarda gerillanın yerleşim merkezlerinde rahatça halk içine karışabildiği gözlemleniyor ve bunun belli bir rahatsızlık yarattığı belirtiliyor. Özellikle Kobani’den beri örgüt tarafından halktan haraç, vergi alınması – sadece zenginlerden değil, orta kesimden de -, köy ve ilçelerin örgüt tarafından silahlandırıldığı, adli komisyonlar işletildiği bir çok kişi tarafından dile getiriliyor. Hüdapar-örgüt arasında yaşanabileceklere dikkat çekiliyor.
Kim ne yapmalı?
Bütün bu eleştirilere ve gelinen noktaya rağmen, Diyarbakırlılar bu dönemin çıkmaz sokak olmadığını düşünüyor, sürece dönüleceğine dair inanç güçlü. Hatta bu sefer daha ciddi bir şekilde masaya oturulabileceği düşüncesi mevcut.
Sürecin önünün açılması için, öncelikle PKK’nın ateşkes ilan etmesi ve hemen, eşzamanlı olarak operasyonların durması gerektiği ortak kanaat. Akabinde görüşmelerin tekrar başlatılması, HDP’li bir heyetin süratle İmralı’yı ziyaret etmesi halka verilecek mesaj açısından önemli. Devlet, Öcalan ve siyasi taraflar arasındaki görüşmelerin seri bir şekilde yapılmaya başlanması gerekiyor. Bununla beraber tüm kesimlerin bir araya gelerek bir tavır geliştirmesi ve hem PKK hem devlete süreçte kalmaları için çağrı yapmaya devam etmesi öneriliyor.
Erdoğan ve Öcalan’ın masaya oturacak iki lider olduğu ve barışın önünü açılmasının onlardan beklendiği genel bir kabul. Öcalan’ın çatışmalara müdahale etmesi, Erdoğan’ın da söylemini yumuşatarak süreci tekrar başlatması bekleniyor.  Öcalan’ın koşullarının rahatlatılıp, fikirlerinin kamuoyuna duyurulabilmesi çok faydalı olur diye öneren bir kişi “4-5 kere TV’ye çıksa müthiş olur, bir tabu yıkılır” diye ekliyor.
Sürecin devamında ise, müzakerelerin tarih ve adımlarının belli olduğu bir çerçeveye oturtulması gerektiği; PKK’nın sınır dışına çekilmesi ve Türkiye’deki silahlarını bırakması, PKK’lıların siyasi/hukuki durumlarını somut bir şekilde takvime bağlayacak bir program öneriliyor.
İzleme heyeti görüştüğümüz herkes tarafından gerekli görülen bir kurumsal mekanizma ve bir toplumsal karşılığı olduğu söyleniyor. Sivil aydınlardan ve siyasi parti temsilcilerinden oluşabilecek bir heyet, manipülasyonu önleyebilecek etkili bir aktör olabilir. Bir çeşit şahitlik olarak değerlendirilmesi gereken bu işlevin, ne kadar aktif (çekilme güzergahlarında olan ve/veya taraflarla görüşen) bir heyet olacağına siyasiler karar verebilir. Üçüncü göz meselesine ise çok elzem bakılmıyor; özellikle izleme heyeti olursa – başka bir devlet tarafından doldurulacak - bir 3. göz ihtiyacı da ortadan kalkar deniyor.
Olumlu bir etki yaratacak bir girişimin ise Kobani’nin yeniden inşasına verilecek katkı olduğu dile getiriliyor. Devlet eli ile olmasa bile sivil toplum kuruluşlarına sağlanacak destek ile bu sürece sahip çıkılması öneriliyor.  
En önemlisi toplum
Çözüm sürecinin uzun vadeli başarısı için sosyal dinamikleri dikkate almak şart. “Sadece hukuki ve siyasala hedeflenmiş bir çözüm süreci PKK’ya silah bıraktırsa bile bu sosyolojiyi değiştirmez diyen” bir sivil toplum kuruluşu temsilcisi bunun hükümet tarafından şimdiye kadar görülmediği düşüncesinde. Farklı inançlara yaklaşımdaki problemler, Alevi meselesinde hâlâ tatmin edici bir yol alınmamış olması, yerel yönetimlerin zayıf bırakılması bu anlamda iyileşmeyi önlüyor. Anadilde eğitim hakkı ise çözümün esas meselesi olarak görülüyor.
Diyarbakır’da devlet tarafından hayata geçirilen sosyal projelerin çok eksik olduğu belirtiliyor. Gençler Kürt illerinde spor ve gençlik kamplarının açılmasını istiyor. Çocuklar ise en çok eğilinmesi gereken mesele; Diyarbakır nüfusunun yüzde 60’ı 18 yaş altı çocuk ve gençlerden oluşuyor ve bu kesime yönelik sosyal, ekonomik, kültürel, sanatsal projeler çok az. Yoksulluk en önemli sorun olarak hâlâ ortada duruyor.
Seneler boyunca sistem tarafından değersizleştirilmiş, her türlü zulme maruz kalmış zor durumdaki ailelerin belirli bir karamsarlık ve hayal kırıklığı içinde olsalar bile sürece sıkı sıkıya tutunduklarını görüyoruz. Diyarbakır sağduyusuyla askıya alınan çözüm sürecini yeniden kucaklamayı bekliyor. 

“Üzülüyoruz ama ümitsiz değiliz”

“Üzülüyoruz ama ümitsiz değiliz”

Ateşkesin bitmesine Diyarbakır’daki farklı kesimler ne diyor? Çözüm Süreci tamamen sona erdi mi? Son gelişmeler nasıl değerlendiriliyor? PKK’ya ve AK Parti’ye bakış nasıl? Düşünce kuruluşu PODEM’den Ayşe Yırcalı ve Etyen Mahçupyan Diyarbakır’a gitti, toplumun farklı kesimleriyle görüştü, bölgedeki havayı Al Jazeera için yazdı.

 | Konular Kürt sorunuAKPHDPPKK
Abdullah Öcalan, Mart 2013'te Diyarbakır'daki Nevruz kutlamasında okunan mektubunda PKK'ya ateşkes ve geri çekilme çağrısında bulundu.[Fotoğraf: AA/Getty Images-Arşiv]
Ayse Yircali

YAZAR HAKKINDA

Ayşe Yırcalı

2013 Mart’ında Abdullah Öcalan’ın mesajıyla Diyarbakır’da ilan edilen PKK ve devlet arasındaki çatışmasızlık Temmuz 2015’te sona erdi. 33 kişinin hayatını kaybettiği Suruç patlaması sonrasında, Ceylanpınar’da iki polis memuru evlerinde öldürüldü ve bu eylem PKK tarafından Suruç’a misilleme olarak üstlenildi; akabinde devlet Kandil’e karşı operasyonları başlattı.
Çatışmalar sürerken, Türkiye yeni hükümetini arıyor; koalisyon ve erken seçim senaryoları tartışılıyor. Siyasi söylemlerin oluşturduğu ağır havayı aralamak ve bölge halkının ne düşündüğünü duymak üzere Diyarbakır’a gittik. 6-8 Ağustos arası Diyarbakır’da halkın nabzını tutabilen, farklı kesimlerin nasıl düşündüğünü analiz edebilen kişiler ve öğrencilerle görüştük. Çatışmaların tekrar başlaması elbette Diyarbakır’dakileri derinden etkilemiş, halkta tepki oluşturmuş ve yeni beklentileri de beraberinde getirmiş durumda.
Diyarbakır’da çatışmasızlık süreci halk için o kadar değerli ki, bunun kaybedilebileceğine ihtimal verilmek istenmiyor. Gençler “Suriye'dekilerin haline düşmemek için barışa sıkı sıkıya sarılıyoruz” diyor.

Panik değil sağduyu hâkim
Görüşmelerimizin toplamının bizde bıraktığı intiba beklediğimizden oldukça farklıydı; kasvetli ve paniğe kapılmış bir ruh hali yerine, genele yayılmış bir sağduyu ve çatışmaların başlamasının üzerinden zaman geçmesiyle sakinliğe evrilen bir yaklaşım ile karşılaştık.
Ateşkesin bittiği ilk günlerde, Çözüm Süreci boyunca şehirde hâkim olan mutlu ve huzurlu ortamın yerini endişe ve korku almış. Çatışmaların sokaklarda yaşanması, helikopterlerin devamlı şehir üzerinde gezmesi, (kimilerince halka gözdağı vermek üzere kalkan) F16 seslerinin duyulması özellikle ilk günlerde günlük hayatı birebir etkilemiş, bir huzursuzluk yaratmış. Şehrin yaşanmaz bir hale geldiği düşüncesi, o kadar yakınlaşmışken bile barışın elden kaçmasının yarattığı hayal kırıklığı ağırlıklı hissiyat olarak yaşanmış.
Günlerin ilerlemesiyle korkuya bir şekilde adapte olunduğunu gözlemledik. Başlangıçta sokaktan uzak kalma dürtüsü daha baskınken, şimdilerde geceleri sosyal hayat yavaşlamış olsa da kepenklerin kapanmadığından, ailelerin en azından gündüz saatlerinde tedirgin olmadan parklarda vakit geçirebildiğinden bahsediliyor. 6-8 Ekim olaylarının tersine bir panik havası yok, şiddet toplumsal hayatı çok fazla sarsmamış.
Yaşananlara aklıselim ile bakma halinin ağır basmaya başladığı görülüyor. İlk günlerde hâkim olan korku ve endişeli ortam yerini yavaş yavaş çözüm masasına dönüleceğine dair inanca bırakmış. Çatışmasızlık süreci halk için o kadar değerli ki, bunun kaybedilebileceğine ihtimal verilmek istenmiyor. Gençler “Suriye'dekilerin haline düşmemek için barışa sıkı sıkıya sarılıyoruz” diyor. Diğer bir deyişle sona ermesini barış sürecine “konduramıyorlar”. Çatışmasızlık talebi çok güçlü ve tüm kesimlerden geliyor.
Hayal kırıklığı her yerde
Ruh halinin evrilmesiyle bir sorgulama safhasının başladığı görülüyor. Hayal kırıklığı hem devlet ve AKP’ye, hem de PKK ve HDP’ye yönelik. Çözüm Süreci'nin devamı ve barışın tahsisi için 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy vermiş bazı kesimler, oylarının farklı amaçlar için kullanıldığı hissiyatında.
Ceylanpınar’da iki polisin öldürülme olayı çok tartışılıyor, PKK’nın çatışmasızlığı neden böylesine keskin bir şekilde bitirdiğine dair net bir açıklama bulunamıyor. İfade edilen tek neden, Suruç sonrası örgütün bu adımı atmak zorunda kaldığı, gücünü yitirmediğine ve Kürtleri sahipsiz bırakmayacağına dair kendi tabanına bir mesaj vermek istediği yönünde.
HDP, PKK kanadına dair yapılan eleştirilerin, halka yapılan eylem çağrılarının cevapsız bırakılmasıyla somutlaştığı söylenebilir. Barış yürüyüşleri, akşamları tencere-tava çalma gibi çağrılara halk tarafından yanıt verilmediği belirtiliyor. 5 Haziran HDP mitinginde meydana gelen patlama sonrasında çağrı yapıldığında halk çok yoğun bir şekilde bu çağrıya cevap vermişken, şimdi evlere teker teker bildiri dağıtılmasına, televizyonlardan üst üste yapılan çağrılara rağmen halkın çekimser kaldığı anlatılıyor.
Ancak tepki ve eleştirilerin bütününün oturduğu zeminin bir de diğer tarafı var. İlk etapta devlet operasyonlarına karşı ciddi bir tepkisel etkinlik olmaması, operasyonların PKK’nın eylemleri karşısında mazereti olan veya normal karşılanabilecek bir cevap şeklinde değerlendirildiğini söylemek mümkün. Öte yandan, devlet söyleminin çatışmacı seyrettiği bir ortamda, PKK’ya yönelik sorgulama ve eleştirinin zayıfladığı, seçmenin yine HDP ve örgüt etrafında kenetleneceği belirtiliyor.
Bir sorgulama safhasının başladığı görülüyor. Hayal kırıklığı hem devlet ve AKP’ye, hem de PKK ve HDP’ye yönelik.

“Kandil’i başlarına yıkacağız” şeklindeki açıklamaların olumsuz etkisini hemen gösterdiği, HDP heyetinin Öcalan ile görüşmesine izin verilmemesinin uzaması durumunda kriz ortamı doğabileceği söyleniyor. Özellikle siyasi dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme getirildiğinden beri ibrenin tersine dönmeye başladığı belirtiliyor. Bu tarz yaklaşımların üzerine inşa edilen “devlet verdiklerini geri alabilir”, “meclise 80 milletvekili sokmamızı elbette kabul etmeyeceklerdi” gibi söylemler anlam kazanıyor, örgütün geri çekilmemesi ve halkın haklarını koruyacak yegâne güç olarak görülmesi doğal karşılanıyor.
Böyle dönemlerde devletin incitici söylemi PKK etrafındaki duruşun yeniden tahkim edilmesini sağlıyor. Devlet ve örgüt arasındaki sıkışmışlık hali, PKK’nın lehine işliyor, PKK’nın yanlışlarına rağmen devlete olan güvensizlik ve devletin reddedici tarzı örgütün elde ettiği kredinin bitmemesini, aksine güç kazanmasını sağlıyor şeklindeki görüşler ağır basıyor.
Gençler daha tepkili
Gençlerin daha keskin tepkileri var. Daha karamsar ve isyankarlar. Yeni kuşağın zaten yoğun bir travma ortamında büyüdüğü ve aileleri ne kadar teskin etmeye çalışsa da aileyi dinlemeden illegal faaliyetlere kayabileceği, gerillaya ve savaşa daha yakın hissettikleri söyleniyor.
“Biz her yerde ölüm görüyoruz” diyen gençler öfkeli. Şiddet söylemi duygu dünyalarına rahatça şekil verebiliyor. Çatışma sürecinin uzamasının bir öfke birikimine yol açacağı ve dağa gidişlerin hızlanabileceği belirtiliyor, üniversiteler açılmadan bir takım olumlu adımların atılması gerektiğinin altı çiziliyor. “Rahat çalışamıyoruz, devamlı tutuklamalar var, bu yüzden barışa dair girişim ve motivasyonumuz az” diyen gençler, yeni güvenlik yasası ile hareket alanlarının iyice sınırlandığından bahsediyor. Günlük hayatları da pratik anlamda etkileniyor. Kırsala gidiş zamanı olan yaz döneminde yollardaki güvenlik problemleri nedeniyle şehirde hapsolmuş hissediyorlar. Festivallerin ertelenmesi, sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerinin duraksaması hayatlarında olumsuzluk yaratıyor.
İş dünyasının çekingen ve endişeli olduğu, bu gibi dönemlerde genellikle kendini geri çekmeyi tercih ettiği aktarılıyor. Devlet baskısı ile örgüt baskısı arasında kalan iş dünyasının zor durumda olduğu, hayal kırıklığının bu kesimde güçlü olduğu görülüyor. Çatışmalar bu kesimde etkisini hemen gösteriyor; çünkü çarşıdaki alışveriş, inşaat, turizm gibi sektörler çok kısa bir sürede birebir olumsuz etkileniyor.
Öfke kontrolü
Tüm olumsuz gelişmelere rağmen hem örgüt hem hükümet tarafından uygulanan bir öfke kontrolünden bahsetmek mümkün. Suriye’den gelen 13 YPG’linin cenazelerinin Habur’da ailelerine teslim edilmesi kritik bir adım olarak görünüyor, olmasaydı çok büyük tepki yükselebilirdi deniyor. HDP’lilerin konuşmalarında PKK eleştirisi yapmaları, silahsızlanmaya çağrıda bulunmaları ve yumuşatıcı bir söylem izleme gayreti 4-5 gündür olumlu bir hava estiriyor. Her iki tarafın da çatışmaları bilerek düşük seviyede tuttuğu ve halka verilen mesajların çok sertleşmediğine dair bir izlenim söz konusu.
‘Diyarbakır’da savaş devam etmeli’ diyecek birini bulmak zor. Çözüm masasının en yakın zamanda kurulmasına dair inanç ve talep halkın geneli için en temel gerçek denebilir. Görüştüğümüz bir kişinin bizimle paylaştığı gibi olanlar Diyarbakır halkını “üzüyor ama ümitsiz kılmıyor”.
Oyun değiştiren Suriye
PKK’nın üst düzey kadrolarında görev yapmış, şimdilerde Diyarbakır’da siyasi alanda çalışan etkili bir isim, kendisiyle 2013’te yaptığımız bir görüşmede, barış sürecinin geleceği konusunda Suriye’nin kritik önemini özellikle vurgulamıştı. O günkü sözlerinin ne kadar öngörülü olduğunu göstermek için birebir aktarmakta fayda var: “Suriye meselesi ile oluşacak yeni ortam (Çözüm Süreci'ne) başka bir bakış yaratabilir. Orada bir kırılma, travma olursa bu Türkiye Kürtlerine de yansır... Rojava, Türkiye için kendi Kürtleri ile barışma fırsatıdır, bunu değerlendirmek gerekir. Kürtler gözünde Rojava’ya yapılan her saldırı, kaynağı ne olursa olsun Türkiye’ye mal edilebilir.”
Böyle dönemlerde devletin incitici söylemi PKK etrafındaki duruşun yeniden tahkim edilmesini sağlıyor.

Bugün bu sözlerin son iki senelik süreci birebir tarif ettiğini görüyoruz. Barış sürecinin ilanından sonra, atılması beklenen adımların gecikmesiyle sürecin uzaması, Suriye faktörünün süreç üzerindeki negatif etkisini artırdı. Rojava’nın Türkiyeli Kürtler için önemini bu kez yaptığımız görüşmelerde duyduğumuz şu sözler net bir şekilde anlatıyor: “Rojava aslında burasıdır, (Irak’takilerden farklı olarak) oradaki Kürtlerle buradaki Kürtler akrabadır. Buradan gençler oraya savaşmaya gidince, burada kimse gitme diyemez.” Rojava’nın Türkiye Kürtleri açısından naif bir sahiplenme anlamına geldiği ve Kürt halkının beklenti, umut ve korkularının Rojava özelinde temsil edildiği, kuzey Suriye’nin Kürdistanlaşma hayaline tekabül ettiği görülebiliyor.
Yumuşak karın Rojava
Bu doğrultuda, Kürt halkı PKK’ya çatışmalara dair bir iç tepki geliştirse de, Suriye bir yumuşak karın oluşturuyor, örgüt bu konuda kesinlikle eleştirilmiyor. Devlet ise Rojava’nın Türkiyeli Kürtler nezdindeki değerini doğru değerlendirmeyerek veya görmezden gelerek tamir etmesi zor bir hata yapmış, Kürtlerin vicdanında derin bir yara açmış durumda. Bu tutum Kürtler’in Suriye’de pozisyon alıp, mevzi ve statü kazanmasının AKP’yi rahatsız etmesi olarak okunuyor. Özellikle Tel Abyad’ın Kürtler tarafından ele geçirilmesinin ardından AKP kanadından verilen sert tepkiler, sonrasında tankların sınıra yürümesi, Suriye sınırında Kürtlerin değil, IŞİD’in komşu olarak tercih edildiği şeklinde okunuyor. Kürtlerle radikal İslamcılar karşı karşıya kaldığında, Türkiye ‘Kürtler yenilsin’ istiyor şeklinde bir algı söz konusu. Hükümete yakın gazetelerde, PYD IŞİD’den daha tehlikeli bir örgüttür şeklinde çıkan haber ve değerlendirmeler de bu algıyı derinleştiriyor.
Barzani’ye tepki
Başlayan çatışma süreci bölgedeki farklı Kürt güçleri arasında da gerilime sebep olmuş. PKK’nın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne ait petrol boru hatlarını vurması, Barzani’ye savaş açmak olarak değerlendiriliyor ve zaten beklenen bir şekilde Barzani’nin sert tepkisiyle karşılaşıyor. PKK’nın bu girişimi Barzani’nin Kobani konusundaki (Kürtleri korumayan) tutumunu cezalandırmak adına yaptığı düşünülüyor. HDP ve PKK kanadında Barzani’nin Erdoğan’dan sonra en çok tepki duyulan siyasi aktör olduğu, örgüt tarafından kendi topraklarını bombalayan – Türk ordusunun yanında – Kürt konumuna itildiği düşünülüyor. Kürt halkına hizmet eden bir lider olmanın tersine, Erdoğan ve Amerika ile işbirliği yapıyor diye suçlanarak vatan haini ilan ediliyor. Bu söylemleri benimseyen kesimler, Barzani’nin hâlâ bir aşiret reisi gibi davrandığını, Demokratik Ulus Kongresi’nin toplanmasını da kendi iktidarı sarsılacağı için engellediğini düşünüyorlar.
Öte yandan bölgede oluşan iki ana eksenden bahsediliyor: İran, Bağdat, Şam, PKK ve Rusya karşısında Türkiye, Barzani ve şimdi Amerika. İran’ın Orta Doğu’da Kürtlerin hamiliğine soyunduğu, bu amaçla IŞİD’i bölgede çok iyi kullandığı, Kuzey Irak’ta YNK-Goran muhalefetini destekleyerek Barzani’yi ve dolayısıyla Türkiye’yi zayıflatmayı ve yine aynı amaçla PKK’yı Türkiye ile çatışmaya ikna etme çabaları dile getiriliyor.
Eksenin diğer tarafındaki Amerika’nın HDP kitlesindeki itibarı zayıf. Halkın hiçbir zaman güvenmediği ABD ve Türkiye işbirliğinde Kürtlerin kurban edildiği, ABD’nin bölgede güçlü bir Kürt yapısı istemediği, demokratik özerk bir modelin ABD’nin emperyalist çıkarlarına ters düştüğü ve en nihayetinde ABD’nin Kürtleri satmış olduğu dile getiriliyor. Daha mesafeli tahliller, Amerika Türkiye’nin hassasiyetlerini gözetecek olsa da, PYD’nin Suriye sahasında IŞİD’e karşı savaş vermesi önemli olduğundan, Türkiye’nin PKK ile savaşmasını istemeyeceği yönünde. İncirlik Üssü’nün kullanıma açılması sonrasında, PKK ve PYD’yi daha az destekliyor görünse de, ABD’nin PKK’yı tamamen çöpe atamayacağı görüşü hâkim. ABD yüzünden Kürt kanı aktı densin istenmeyeceği için, ABD’nin Kürtleri küstürecek, ezecek bir tutum sergilemekten kaçındığı, PYD’nin tamamen çökertilmesinin ABD’nin işine gelmeyeceğinin hesabının ise PKK tarafından yapıldığı belirtiliyor.
Bölgedeki diğer odaklar
Gelişmelerin istihbarat örgütleri tarafından bazı odakların çıkarlarına uygun şekilde kullanıldığına dair tahminler de duyuyoruz. Suruç gerçekten bir IŞİD saldırısı mı, Ceylanpınar’da polisleri savaş çıksın isteyen güçler infaz etmiş olabilir mi şeklinde sorular akıllarda dolaşıyor.
Orta Doğu’nun dış güçler tarafından Sykes-Picot şartlarını değiştirerek yeniden şekillendirilmesi amacıyla bölgedeki gelişmelere müdahale edildiği, Arap Baharı’nın da müdahale edilecek alan yaratmak için kullanıldığı şeklinde açıklamalar duymak mümkün. Kürtler ve Türkler arasındaki muhtemel barış girişimleri de bu amaçla engellenmeye çalışılıyor diye bir bakış söz konusu. Bunun için barışın üç önemli siyasi aktörüne operasyon düzenlendiği düşünülüyor. Erdoğan’a Gezi, 17-25 Aralık ve Kobani krizi üzerinden yapılan girişimler, Öcalan’ı Gezi sürecinde ve 17-25 Aralık’ta köşeye sıkıştırma hamleleri ve Barzani’ye yönelik – özellikle petrol ihracatını sağlamasıyla – başkanlık yetkilerini kısıtlama ve muhalefeti üzerine salarak zayıflatmaya yönelik adımlar vurgulanıyor.
PKK nerede duruyor?
Suriye’deki gelişmeler paralelinde, PKK artık salt Türkiye’deki bir Kürt örgütü olarak değil, Kürdistani bir yapıya dönüşmüş, var olduğu alanlarda hızla mobilize olabilen, hakimiyet kurma potansiyeline sahip bir güç olarak görülüyor. Dolayısıyla – çözüm masasının yeniden kurulma ihtimalinde – çerçevede sadece Türkiye’yi değil, PKK’nın var olduğu diğer parçaları da düşünmek gerektiğinin altı çiziliyor.
Suriye denklemde ağırlık kazanınca, Kandil’in çözüm sürecine bir araç olarak bakan daha radikal, şahin kanadının yönetimde ağırlık kazandığı ve bu kanadın esas amacının Çözüm Süreci'nde Türkiye ile yol kat etmek yerine Suriye’de fiili yapıyı korumak ve güç kazanmayı sağlamak olduğu dile getiriliyor. Bu amaç doğrultusunda, Esad’ın stratejik olarak Suriye’nin kuzeyini kontrol edebilmek amacıyla PYD’ye bir iktidar alanı açması ve PYD’nin bunu akıllı bir şekilde kullanması, iki tarafın doğal ortaklığı şeklinde sonuçlanıyor. Diğer taraftan, “Amerika bizi sattı söylemine rağmen”, PKK’nın nihayetinde Amerikancı bir yapı olduğu, PYD Amerika ile resmi bir ilişki kurduğunda bunun bir zafer gibi karşılandığı hatırlatılıyor. PKK’nın Amerika’yı göz ardı edip, İran tarafına kaymayacağı ama İran’ı kullanmaktan da feragat etmeyeceği yönündeki yorumlar ağırlıkta.
Ayşe Yırcalı, Brown Üniversitesi ekonomi ve tarih bölümlerinden mezun oldu. 2001 yılında proje yöneticisi olarak TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) kadrosuna katıldı. Şubat 2015 tarihinde kurulan PODEM (Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği) kurucu üyesidir ve merkezin genel direktörlüğünü yürütmektedir. Yolsuzlukla mücadele, çözüm ve barış süreci, Türkiye’nin yeni anayasası konularında saha araştırmalarında ve yayınlarda yer almıştır.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.