27 Aralık 2016 Salı

YENİ YILIMIZ KUTLU OLUR MU?



"İyi bir yılı daha geride bırakıyoruz" dediğinizi hatırlıyor musunuz?

Hep "kötü bir yıl geçirdik, gitsin de gelmesin, umarım önümüzdeki yıl dünyaya ve ülkemize barış, kardeşlik, huzur getirir" temennisi ile yılları bitirdik..En azından ben hep böyle bitirdim...

Osmanlının sonunda da böyleydi, Cumhuriyetin başında da... Çanakkale’de de böyleydi, işgal yıllarında da...

Mustafa Suphilerin Karadeniz'de boğdurulduğu yıllarda da böyleydi, Takrir-i Sükûn kanunlarıyla Türkçe bilmediği için gençlerin idam edildiği yıllarda da...

Bebeklerin mağaralarda gazla öldürüldüğü, Seyit Rıza'nın tüm ısrarına rağmen oğlunun kendisinden önce idam edildiği yıllarda da böyleydi, Nazım Hikmet'in cezaevlerine atıldığı, Sabahattin Ali'nin Ertekin isimli polis tarafından Trakya ormanlarında öldürüldüğü yıllarda da...

1960 darbesine giden yıllarda da, darbe sonrası Başbakanın, Bakanların idam edildiği yıllarda da...1971 de Deniz gezmiş ve arkadaşları idam edilirken de,1980 darbeleri öncesinde Maraş, Çorum ve diğer katliamların tezgâhlandığı yıllarda da… Bahriye Üçok, Doğan Öz, Uğur Mumcu, Bahtiyar Aydın, Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Vedat Aydın, Musa Anter, Abdi İpekçi, Gaffar Okan'ın ve adını sayamadığım değerlerin suikasta kurban gittikleri yıllarda da...

Sonrasında Erdal Erenlerin yaşları büyütülerek idam edildiği,
Diyarbakır askeri ceza evinde 52 tutuklunun öldürüldüğü yıllarda da...

Kürt köylerinin yakılıp, yıkıldığı, köylülere bok yedirildiği, bir odada üç-beş ailenin kaldığı, gazetelerin bile satılamadığı, her gün onlarca faili meçhul cinayetlerin işlendiği yıllarda da...

Halepçe katliamının olduğu yıllarda da… Madımak katliamının olduğu yıllarda da...

Roboskiden günümüze 25 tanesini sayabildiğim canlı-cansız bombalamaların olduğu yılları da...

Dünyada, Ortadoğu'da çocukların, kadınların, yaşlıların öldürüldüğü, evlerinden-yurtlarından edildiği, “demokrasi ve özgürlük” adına “demokrasi ve özgürlükler ”in yok edildiği 2018 yılını da tüm kötülükleri alıp götüren kötü bir yıl ilan edip, 2019 ve sonrasının ülkemize ve tüm insanlığa barış, huzur, kardeşlik, özgürlük ve adillik getirmesi dileğiyle bitiriyoruz...


Ve böyle bir dünyada  umarım YENİ YILIMIZ KUTLU OLUR...


20 Eylül 2016 Salı

YUMURTAYI BALYOZLA KIRMAYIN


                          
Türkiye hep çalkantılar ülkesi oldu.Bunun temel nedeni demokrasi yoksunluğudur.Kürt korkusu,komünist korkusu,dindar ve alevi korkusu hep demokrasinin önüne dikildi, gerekçe yapıldı.

Yine çalkantılı günler yaşıyoruz. İçte ve dışta tam bir toz bulutu hakim.Bu da doğrulara ulaşmayı güçleştiriyor.

Dünyadaki güç odakları kendileri dışında huzur ve istikrar istemiyor olabilirler ve bunun için çaba da sarf ediyor olabilirler.Bunu boşa çıkarmanın yolu hukuka,adalete,eşitliğe ve özgürlüğe dört elle sarılmaktan geçer.

FTÖ/PDY nın yaptıkları ve planları Türkiye'nin nasıl bir tehlikeyle karşı-karşıya olduğunu gösteriyor.Bunun temel nedeni yukarıda söylediğim gibi, ülkenin demokratik ilkeler yerine meşru olmayan olgulara pirim verilmesinden kaynaklanıyor.Ülke yönetimini seçilmişler yerine başka unsurlara verirseniz gelinen nokta da bu olur. 

Şu aşamada böyle bir örgütün devleti ele geçirme aşamasına gelmesinde kimlerin daha çok rolü olduğundan öte, neden buna fırsat verildiği konusunu tartışmak gerekir.

Yetmişlerin sonundan başlayarak tüm hükumetler ve darbeciler tarafından neden korunup kollandı,devletin yapması gereken bir çok iş neden bu eli kanlı örgüte havale edildi?

Devletini,milletini bu kadar seven bir adam neden CİA referanslı olarak ABD de kalıyor?...Milyar dolarları neden yurt dışına kaçırıyor? Devletin tüm olanakları ayaklarının altına serilmesine karşın, bununla yetinmeyip neden devleti "anahtar teslim" almak istiyor?

Devleti "anahtar teslim" almak için yasa dışı her yolu deneyen bu örgütün "inlerine" girilmeli...Bu günkü iktidarın söz konusu terör örgütünün "inlerine" girmesi çok zor olmamalı...Çünkü bu "inlerin" oluşmasında herkesten daha çok AKP'nin günahları ve yardımları vardır.

Bunu yaparken kılcal damarlarla uğraşmak yerine ana damarları rezeke (kesmek) etmek ve ülkede mağdurlar ordusu yaratmamak gerekir.

"Deydi-deymedi" diyerek memurları,iş adamlarını işinden,aşından etmek doru değildir.
Bir tümör yok edilirken sağlam organlara zarar vermemek esas alınmalıdır.

Türkiye'nin kapanmayan,sağaltılamayan yarası "Kürt Sorununa" yaklaşımda sorunlu gözüküyor.

Devletin silahlı guruplara karşı silah kullanması kaçınılmazdır. Ama silahlı gurupların neden ortaya çıktıkları üzerinde düşünülmez ve tedbir alırken "neden" göz ardı edilirse çözüme ulaşmak mümkün değildir. PKK yı cezalandırma adına Kürtler cezalandırılmamalıdır.

Başbakan o bölgeye yüz milyar dolarları aşan yatırımlar yapılacağını söylüyor.Başarılabilinirse çok iyi.Ne var ki;Kürt sorunu ekonomik durumdan ibaret değildir.

Başbakan siyasi çözümle ilgili tek kelime etmedi.Bir Kürt yurttaş şöyle diyor: "İsterseniz tüm yollarımızı,kaldırımlarımızı altından döşeyin.Bize anayasal eşit yurttaşlık hakkımızı ve anadilde eğitim hakkımızı vermediğiniz sürece bir anlamı yok". 
Devlet/Hükumet çözüm istiyorsa,terörün bitmesini istiyorsa yukarıdaki talepleri görmemezlikten gelmemelidir.Aksi taktirde Türkiye'nin tüm bütçesini oraya harcayın, tüm silahlı kuvvetlerini oraya yığın terörü bitiremezsiniz.

Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir hükumetin cesaret edemediği adımları attığınız biliniyor.Demek ki,atılan adımlar sorunun çözümü için yeterli değil.

Diğer taraftan FETÖ ile mücadelede dikkat edilmesi gereken hususlar PKK ile mücadele ederken de esas alınmalıdır.Binlerce öğretmen( ki  bunların çoğu PKK ya karşıdır) 29 aralık Ankara katliamını protesto etmek için bir günlük işi bırakmaları nedeniyle açığa alındı.Kürtleri PKK nın kucağına iterek PKK ile mücadele edemezsiniz. PKK nın sizin yarattığınız mağdurlar ordusundan memnun olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

Naçizane hükümete önerim şu: YUMURTAYI BALYOZLA KIRMAYIN !!!


16 Ağustos 2016 Salı

LAİKLİK LAYIKIYLA UYGULANSAYDI...

                    

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana laiklik aslına uygun uygulanmadı...Din ve devlet işleri bir birinden ayrılacağına, din devlet eliyle yönetildi...Son zamanlarda da görülüyor ki; FETÖ ve benzeri yapılar aracılığıyla devlet din eliyle yönetilmek istenmektedir.

Ne din ve vicdan özgürlüğü, ne de eşitlik ilkeleri layıkıyla uygulanamadı...laiklik bir başka kesimi baskı altına alma aracına dönüştürüldü..."Batı tipi yaşam biçimi" olarak lanse edilip, içeriği boşaltıldı...

Laikliğin gerçek manada uygulanması açısından 15 Temmuz darbe girişimi bir fırsata çevrilebilir.

"Yeni Kapı" Türkiye'nin demokrasiye,özgürlüğe,eşitliğe, laikliğe ,uzlaşıya açılan yeni kapısına dönüştürülebilinir...

Türkiye'nin kangrenleşen sorunlarının (Kürt,Alevi,Askeri Vesayet v.b) çözümü için fırsata dönüştürülebilinir...

Tamda Türk milliyetçiliğini esas alan,diğer etnik yapıları yok sayan,devleti merkezileştiren,askerileştiren,dindarlaştıran anlayışları geride bırakma zamanıdır...

Türkiye ihtiyaç duyulan yeni kimliğine ancak böyle kavuşacaktır...

Artık Türkiye halklarının, hükumetin siyaset dışı yapılar karsısında  "yanılmışız,kandırılmışız" sendromu yaşamaya tahammülleri yoktur...

Tarikatlar,siyaset dışı yapılar ayrım yapılmaksızın şeffaflaştırılmalı, kendi alanlarında ve denetim altında tutulmalıdırlar. Yoksa Cemil Çiçek'in dediği gibi "Bugün FETÖ,yarın ÇETO çıkabilir"

Ne dindarlık, ne de laiklik kendisi gibi düşünmeyenleri sindirme aracı olarak kullanılmamalı. Geçmişte olduğu gibi, dindarlığın yobazlık-gericilik,laikliğin din düşmanlığı olarak lanse edilmesi terk edilmeli ve bu kesimlerin birbirlerini tarifleri değişmelidir.


Laiklik layıkıyla uygulanmalıdır... 

5 Ağustos 2016 Cuma

İLERİ DEMOKRASİ ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?

       

Ülkemiz çok ciddi süreçlerden geçiyor ve çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalıyor.
Bu süreçte bir çok kurum,kuruluş,anlayış,inanış ve bizatihi insanlar zarar görüyor. Görecek de...

Hem darbecilere gereken ders verilmeli,hem ders alınmalı...Darbecilerin yanında bilinçli duranlarla, inanç ve yardım amaçlı duranlar,tehlikenin farkında olmayanlar ayırt edilirken azami titizlik gösterilmeli.

Çünkü; Ancak darbe girişimi önlendikten sonra "anti darbeci" kesilen latent (gizli) darbeciler bazı konuları malzeme yapmaya başladılar bile...

Bu ülkenin burnu darbelerden çıkmıyor...Öyleyse asıl üzerinde durulması gereken konu şu: Ne yapmalıyız ki, bir daha hiç bir gurup darbe yapmaya kalkışmamalı...

Bunları şöyle sıralayabiliriz.

ü Toplumsal mutabakatla hazırlanmış, Türkiye de  yaşayan tüm halkları eşit gören,tüm inançlara,düşüncelere eşit mesafede duran,herhangi bir ideoloji ve millet üzerinden tarif yapmayan bir anayasa hazırlanmalıdır."Değiştirilemez" denilen maddelerle gelecek kuşakların yaşamı ipotek altına alınmamalı.

ü Askeri yapılar sivil otoriteye tabii kılınmalı,bu yapıların iç düşman esaslı değil, dış düşman esaslı eğitilmeleri,konumlandırılmaları  sağlanmalıdır.Yine bu yapı profesyonelleştirilmeli ve teknolojik olarak güçlendirilmelidir...Tüm bunlar yapılırken "torpil","benim adamım" meselesi değil,"liyakat" esas alınmalıdır...Bütçeleri dahil, denetlenebilir olmalıdır.

ü Türkiye'nin kronik sorunları (Kürt,Alevi) tarafların talepleri doğrultusunda demokratik mutabakatla hızla çözülmelidir.

ü Şiddete başvurmadığı sürece düşünce,inanç ve örgütlenme Özgürlükleri çağdaş düzeye çıkarılmalıdır.

ü Muhalefetin tümüyle ve toplumun tüm kesimleriyle diyalog yolları açık tutulmalı,eleştirileri tümüyle göz ardı edilmemeli,üzerinde düşünmeye değer bulunmalı.

ü Milli eğitim ve üniversiteler pozitif ilimleri esas alarak kültürümüzle çağdaş dünyayı buluşturan bir anlayışa uygun hala getirilmelidir.

ü Dış politikada ülke çıkarları esas alınarak maceracı anlayışlardan uzak durulmalıdır.

ü Adalet kurumu bağımsız kimliğine kavuşturularak güvenirliği sağlanmalıdır.

ü Şimdi " imi cimi" olmadan darbeye karşı gelme zamanıdır.Ucundan kenarından tutup sulandırmak darbecilerin elini güçlendirecektir.Çünkü; Tehlike geçmiş değil. Çünkü; Kişileri tutuklamak meseleyi bitirmiyor.Çünkü; Eskiyi eleştirmek yetmiyor,yerine yenisini,demokratik olanını koymak gerekiyor.

ü Özeleştiri yapmak bir erdemdir. Sadece hükumetin yapması da yetmez,herkesin özeleştiri müessesesini işletmesi gerekir. Özeleştiri yaparken, benzer hataların önlemi alınmalıdır.

ü Din ve devlet işlerinin biri birinden ayrılası geçmişte "laiklerin" dahi beceremediği bir olgudur.Tüm cemaatler ve ideolojiler devletten uzak tutulmalı.

Söyleyecek çok sözümüz olabilir ama, en önemlisi adım atmaktır.


İleri demokrasi şimdi değilse ne zaman?

21 Temmuz 2016 Perşembe

EY BE KARDEŞİM!

                                   






Demokratım diyorsun ya,ben niye sana inanamıyorum.

Mesela; Önce darbecilere,darbe girişimlerine,darbelere karşı gelmen gerekmiyor mu?

Bunun için çiz,yaz,paylaş,alanlara çık!  Diyelim ki,birileriyle yan-yana gözükmek istemiyorsun, istediklerini yanına alarak çık!

Bunları yaparken" birilerine yarar" korkularından sıyrıl...Hiç şüphen olmasın en başta sana yarar!

Önce ülkenin şu an  içinde bulunduğu tehlikeyi gör ve tavır al! Sonrasında demokrasi ve özgürlük mücadelen anlam kazansın...Bugün yoksan yarın hiç olmazsın!

Birilerinden nefret edebilirsin...Birilerinin politikalarını yerden yere vurabilirsin...Ama bu nefret seni doğru tavır almaktan,mesela darbelere karşı koymaktan alıkoymamalıdır!

Nefretine yenik düşersen beynin düşünce değil küfür üretir...Nitekim de öyle olmuyor mu?

Sonra hezeyanlarına yenik düşüp gerçekle alakası olmayan senaryolar yazıyorsun ve inanıyorsun!

Bu kadar insan canice öldürülürken,meclis ve bir çok kurum bombalanırken,seçilmiş Cumhurbaşkanı,Başbakan, bakanlar öldürülmeye çalışılırken, tüm bunlara ABD kaynaklı "oyun","senaryo" söylemleriyle vakit geçirirsen, demokrat değil de nal toplayıcısı olacağını görmüyor musun?

Halkın önlediği darbe girişimine bakıp,"Mustafa Kemalin askerleri" başarılı bir darbe yapsalardı diye içinden geçirmeyeceksin!


Yani demem o ki canım kardeşim;

ü Önce kimin yaptığına ve kime yaradığına bakmadan DARBELERE VE DARBE GİRİŞİMLERİNE karşı gel!

ü Sonrasının DEMOKRASİYE,ÖZGÜRLÜKLERE evrilmesi için tüm çabanı ortaya koy!

ü Özgür biçimde, İDAMA  karşı olduğunu haykır!

ü Küfretmeden,saldırganlaşma dan yeniye ve ileriye dair fikirlerinle sahaya in!

ü Sen "demokratım" diyorsan; Senin gibi düşünmeyenleri,senin gibi inanmayanları eleştireceksin ama düşman ilan etmeyeceksin,tahammül göstereceksin!

ü DEMOKRATLIK AĞIR İŞÇİLİKTİR BE KARDEŞİM!....vesselam!


27 Mayıs 2016 Cuma

HİZMET VE DEMOKASİ KARDEŞTİR

                   

Seçimle iş başına gelmiş bir hükumeti yok sayamazsınız. Yok saysanız bile bunun pratikte bir karşılığı yoktur...Eğer yok saymıyorsanız hükumetten beklentilerinizin olması da doğal hale gelir.

Ekonomi, dolayısı ile yatırımlar ve gelişmişlik bir ülke için önemlidir...Ama burada şunu unutmamak gerekir; Gelişmiş bir ekonomi toplumu da dönüştürür ve yeni beklentileri,talepleri gündeme getirir...

Yani...

Gelişkin ekonomi gelişkin demokrasiyi esas kılar...

Gelişkin ekonomiyi; Gelişkin insan hakları,gelişkin düşünce özgürlüğü,gelişkin   örgütlenme özgürlüğü v.b olmadan yönetemezsiniz.Bunları yok sayarsanız, bu üretim ilişkisi de sizi yok sayar...

Yani demem o ki; Bugünü dünle yönetemezsiniz...Dün bir mektubun adresine ulaşması için aylar beklenirken, bugün her şeyi anında görüntülü olarak iletebiliyor isek, buna uygun insan ilişkisi ve demokrasi de olması gerekmez mi?... Yönetiyorum sandığınız şey, bir gün bizatihi sonunuzu getirir...

Öyleyse üretimde,üretim ilişkilerinde değişim oluyor ise,iktidar olma biçiminde de,muhalefet etme biçiminde de,anayasanızda da,yasalarınızda da koşullara uygun değişim şarttır...O yüzden "yeniyi eskiyle yönetemezsiniz" diyorum...

Bugün AKP'yi ayakta tutan birçok neden var ama, bir-iki tanesini özellikle dillendirmek gerekirse, şunları söyleyebiliriz.

Birincisi; Ekonomi yönetimindeki çizgi...

İkincisi;Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ötelenen muhafazakar dindarların ele geçirdikleri iktidarı kaybetmek istememeleri nedeniyle bütünlüklerini tüm ayrılıklarına rağmen bozmamaları...

Üçüncüsü;Muhalefetin yeni dünyayı ve yeni Türkiyeyi doğru okuyup buna uygun politikalar üretememesidir...

Bunların dışında da bir çok faktör sayılabilir ama,bu üç faktör AKP'nin iktidarı elde tutmasına yetiyor...

Ama gelecekte  yetmeyeceği de aşikardır...

Çünkü; olmazsa olmaz koşul,mevcut üretim güçlerine ve ilişkilerine uygun yönetme biçimini uygulamaktır...

Yani; Günümüze uygun demokrasiyi uy-gu-la-ya-cak-sı-nız...Değilse,bu mızrak bu çuvala sığmaz...

65. Hükümetin yatırımları ve milliyetçiliği önceleyip,demokratikleşmeden bahsetmemesi sonun başlangıcını ifade eder...

"Terörün kökünü kazıyacağız" söylemini Kürtlerin ulusal demokratik taleplerini göz-ardı edip, askeri yöntemleri esas alması demokratikleşmeye sırt çevirmesinin en önemli kanıtıdır...

Başarısızlığı kanıtlanmış askeri yöntemlerde ısrarcı olmak, iflah olmaz bir hastalık olarak benimseyenleri yer bitirir...

Halkın kredisi sonsuz değildir...İktidar için de,muhalefet için de...
Halk bu krediyi iyi kullanmayanlardan kredisini faiziyle geri aldığını tarihte defalarca göstermiştir...

Evet!!!!

Halk hizmet ister!  Ama özgürlük ve demokrasi de ister!!!!!


7 Nisan 2016 Perşembe

BU GİDİŞLE ERDOĞAN'I İKTİDARDAN ANCAK ERDOĞAN DÜŞÜREBİLİR


Demokratik teamüller çerçevesinde seçimle iktidara gelmiş bir partiyi/başkanı iktidardan indirmenin tek yolu (demokratik olacaksa) yine seçimlerdir.

RTE 1994 de başlayan seçim kazanma serüvenini bu güne kadar getirdi...Öncesini saymayıp, 2001 de kurulan AKP ile beş genel seçimi,üç yerel seçimi,bir anayasa reformunu,bir cumhurbaşkanlığı seçimini üst üste kazandı.

Bunun nedenleri konusunda bir çok şey ileri sürülebilinir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana izlenen politikalar, askeri vesayetleri v.b sayabiliriz.

Bunların yanında RTE/AKP nin demokrasiye dair vaatleri,Türkiye'nin kangrenleşmiş sorunlarına ait çözüm önerileri önemli rol oynamıştır...

2002 den sonra demokratikleşme , başat sorunlara yaklaşımı, ekonomik istikrar,alt yapı ve sağlık gibi alanlardaki hamleleri seçim kazanmalarının yolunu açmıştır.

Burada muhalefetin beceriksizliğine büyük bir parantez açmak gerekiyor

RTE/AKP nin seçim kazanması her şeyi doğru yaptığı, temiz kaldığı anlamına gelmiyor. Dolayısı ile 14 yıl içinde bir iktidarın yaptığı hatalar sonucu  yıpranmaması mümkün değildir.

Ancak bütün bu süreci fırsata çevirebilecek bir muhalefetin olması gerekir.Sadece eleştiren,laf yetiştiren,iktidarın belirlediği gündemin tuzağına düşen bir muhalefet anlayışı iktidara bile yaklaşamaz ve yaklaşamamıştır da...

Muhalefete düşen; İktidarın yanlışlarını eleştirirken hedef olarak daha geriyi değil,daha ileriyi  göstermesidir.

Ne yazık ki; Muhalefet sorunları çözmek, ileri bir demokrasiyi kurmak yerine statükoyu savunur durumdadır.

Hem yeni anayasa isteyeceksiniz hem de anayasanın ilk dört maddesini kırmızı çizgi olarak ilan edeceksiniz.

"Kürt sorununu ancak biz çözeriz" iddiasında bulunacaksın, diğer taraftan Kürtleri ve diğer halkları yok sayan,mevcut durumu tek ırk ve tek ideoloji üzerinden tarif eden anayasanın ilk dört maddesinin devamını varlık nedenin haline getireceksin.

Bir taraftan akan kanı eleştireceksin, diğer taraftan " terörist başı" ile görüşülmesini ihanet olarak ilan edeceksin.

Sadece bu iki konu bile muhalefetin geleceğe dair hiç bir umut vermediğini gösteriyor ve halk da bunu görüyor.

Burada "taş taş üstünde,baş baş üstünde" bırakılmasın diyen MHP'yi tartışmaya bile gerek olmadığı açık.

HDP'nin savaşan bir yapının vesayetinde olmasının getirdiği açmazları diğer bir yazıda ele almak gerekiyor.

Gerek siyasi parti olarak,gerekse tek-tek bireyler olarak muhalif olanların RTE düşmanlığının ötesinde geleceğe ve sorunların çözümüne dair bir şey üretememeleri RTE/AKP 'yi güçlü bırakan unsur olarak gözükmektedir.

Geleceğe ve çözüme dair elinizde bir şeyiniz yok ise, umudu demokrasi dışı faktörlere bağlamanız kaçınılmaz olur. Bu gün her türlü muhalefetin umudu demokratik yollardan çok demokrasi dışı yollara  (Putin'e,Obama'ya,Razzab'a,Fetullah'a,TSK'ne,TIR'lara,Gül'lere)  kaymış durumdadır.

Böylesi bir muhaliflikle RTE/AKP'nin elinden iktidarın alınması hayaldir.

Öyle gözüküyor ki; RTE/AKP "kendi ayağına sıkmadıkça" muhalefetin iktidar olması ufukta gözükmüyor.

Son zamanlarda RTE "kendi ayağına sıkma" emareleri göstermektedir.

Askeri vesayeti ortadan kaldırmak için yola çıkan RTE/AKP bu konuda da önemli adımlar atmasına rağmen süreci  "kumpas"a kurban etti...Darbecilere gelecekte cezalandırılamayacakları konusunda umut verdi.

12 Eylülcülerin yargılanması konusunda da önemli bir aşama kat edildi ama dört generalle sınırlı kaldı.

Faili meçhuller meçhul kaldı.

Dün "milliyetçiliği ayaklar altına alıyorum" derken, bu gün milliyetçiliğe umut bağlar konuma gelinmiştir.

Dün "Kürt sorunu benim sorunumdur" derken, bu gün " Kürt sorunu yoktur" noktasına gelinmiştir.

Dün Apo ile görüşmenin yasal zeminini hazırlayıp,masalar kurulup görüşmeler sürdürülüp,ölümlere engel olunurken, bu gün görüşmeler de, çözüm süreçleri de buzdolabına kaldırılmış ve binlerle ifade edilen ölümlerin yolu açılmıştır...Burada PKK'nin büyük günahlarını görmemezlikten gelmemek lazım gelir ama,hükumetin bir yolunu bulması beklenirdi.

Örnekleri uzatabiliriz...Şurası açık: RTE/AKP patinaj yapıyor...Yönünü halktan çok devlete çevirmiş gözüküyor...Devletle bütünleşmek,devletleşmek halktan uzaklaşmak demektir ki; bu da kaybetmenin başlangıcını oluşturur...Ecevit de,Özal da böyle olmuştur...

Tartışma götürmeyen gerçek şudur: İktidar yanlışlarını görür,Türkiyeyi ileriye götürecek anayasa,yasa ve uygulamaları hayata geçirebilir ise,2023 hedefine ulaşabilir. Aksi taktirde yolun sonu gözükebilir.

Aynı şeyler muhalefet için de geçerlidir. İktidar olmayı hedefliyor ise,sorunların çözümünü sağlayacak ileri demokrasiyi tüm samimiyetleriyle savunmalı,demokratik yolları esas almalı,demokrasi dışı yöntemlere umut bağlamayı bırakmalıdır.


Demokrasi dediğimiz şey,canlı bir şeydir.Dünün kalıpları bu güne dar geldiği gibi,bu günün kalıpları yarına dar gelecektir. Bunu görebilen iktidarın sahibi olacaktır.

28 Mart 2016 Pazartesi

Pnömokok aşısı (Prevenar)

Okunma : 44278

Pnömokok aşısı neden önemlidir?
Pnömokok denilen mikrop zaturre, menenjit, kulak iltihabı, sinüzit, kalbin iltihabı, kemik iltihabı (osteomyelit), beyin abselerinin en önde gelen nedenidir. Okul öncesi çocukların yarısı boğazlarında pnömokok taşır. 

Kaç tane pnömokok aşısı vardır?
2 tip pnömokok aşı vardır. Bunlar prevenar ve pnömo23'dür.

Prevenar 
2 yaşından önce yapılabilir.
Aşı en yüksek oranda ilk yaş grubunda etkilidir.
2 yaş altında korunma %80-90 iken 2 yaş üstünde %40-60 dır. 
Ömürboyu bağışıklık sağlar.
Bu aşı ile menenjitlerde %80-85, pnömoniden (zatureden) %20, orta kulak iltihabından %6 oranında korunma sağlar.
Bu aşı 2 yaşından küçük tüm çocuklara yapılması önerilir. Çünkü 2 yaşından küçük çocuklarda menenjitin en sık sebebidir ve ağır sekellere neden olur. Sağlık ocaklarında 2 aylıktan itibaren ücretsiz yapılmaya başlamıştır.  
2 yaşından sonra yapıldığında tek doz yapılır ve ömür boyu koruyuculuğu vardır. 

Pnömo 23 aşısı 
-2 yaşından büyüklerde yapılabilmektedir. Pnömo 23 aşısı 2 yaşından önce yapıldığı taktirde faydası olmaz. 
-5 yılda bir tekrarlanmalıdır.
-2 yaşından büyük çocuklara pnömok aşısı yapılacaksa bu aşının yapılması fiyatı uygun olduğu için daha iyi olur. 
-Kulak iltihabını engellemez.
-Bu aşının koruyuculuğu %50-70’dir

Bu iki aşı da kistik fibroz, kronik akciğer hastalığı ve ağır astımı olan tüm hastalara önerilmektedir. 
2 yaşından büyük ve 5 yaşından küçük kreşe giden tüm çocuklara da yapılması önerilmektedir.  

Ayrıca;
-Koklear implantasyon
-Orak hücreli anemi
-Fonksiyonel ve anotomik aseplini (Özellikle orak hücreli anemi)
-AİDS
-Kr akciğer hast (Kistik fibroz, soldan sağa şantlı kalp hastalığı)
-Bağışıklık yetmezliği
-Nefrotik sendrom dahil kronik böbrek yetmezliği
-Diabet
-BOS kaçağı olanlar (konjenital malformasyon,
-kafa kırığı, nörolojik işlem görenler
-Kronik böbrek hastalığı
-İmmün süpressif tedavi görenler

 Pnömokok aşısının yan etkileri var mı?
Evet vardır. Bunlar; Aşı yerinde ağrı, kızarıklık ve şişlik: Çocukların yarısında görülür ve 48 saat sürebilir.
Ateş ve myalji: Görülebilir.
Anafilaksi (Alerjik şok): Bildirilmiştir. Bu nedenle hastanede yapılmalıdır ve yapıldıktan sonra 30 dakika hastanede kalınmalıdır.

Bu aşıların yapılamadığı durum var mı?
Pnömo-23 2 yaşında küçüklere yapılmaz. Bu aşılara daha önceden anafilaksi dediğimiz alerjik şok gelişmesi dışında her çocuğa yapılabilir.
  

16 Mart 2016 Çarşamba

ÖLÜMLER DEĞİL,ÖLÜMÜ GÖZE ALMAK ZAFERE GÖTÜRÜR

                 


Türkiye'nin dört bir yanında kan var,yanıp kül olan yaşamlar var...Bunda hepimiz suçluyuz; Her şeye ideolojik bakıyoruz. Ölülerimizi,dirilerimizi ayrıştırıyoruz.Ötekileştirmeyi eleştirirken ötekileştirerek eleştiriyoruz.En küçük olaydan bile siyasi çıkar sağlama çabasına giriyoruz.Akan kanlarda,ölülerimiz de ayrım yapmaktan,birilerini suçlamaktan çözüme ilişkin fikir üretemiyoruz.Oysa ortada kaybolan hayatlar var,kaybolan geleceğimiz var.

Bir yerden başlayacaksak, ideolojik yaklaşımdan çok hümanist ve akılcı yaklaşımdan başlamalıyız.Olgulara herkesin kendi bulunduğu yerden bakması ve farklılıkların olması doğal.Farklılıklar uzlaşı gerektirir... Uzlaşı dediğimiz şeyse empati...

Akan kanın nedenleri üzerinde dururken, Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafya,dış güçler falan ama,asıl nedenin içsel olduğu gerçeğini unutulmamalıdır...İktidarıyla,muhalefetiyle herkes asıl soruna göz kapama,dolayısı ile yönetememe hastalığına tutulmuş durumdalar.

Asıl sorun dediğimiz açıktır ki,Kürt sorunudur.Neden sorun olarak önümüzde durduğu da açıktır: Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının gasp edilmesidir.Nedir bu haklar? Anayasal güvenceyle eşit yurttaşlık hakkı,anadilde eğitim,yerel yönetimlerin yetkilerinin güçlendirilmesi. Bu gün konuşulan ve talep edilen ana başlıklar bunlardır. Gelecekte Kürtlerin talepleri nereye evrilir bilemeyiz. Ama bugün için ortaya konulan talepler bunlardır. Bu taleplerin yerine getirilmesi çok zor değildir. Kürt sorununu çözme iddiasında olan AKP, CHP, HDP bir araya gelip yeni anayasada bu hakları tarif edecekler...Bu kadar... Ne yazık ki,AKP'nin eveleyip-gevelemesi,CHP'nin kırmızı çizgileri, HDP'nin öz iradesiyle davranamaması mevcut durumun devam etmesini ve çözümsüzlüğü getiriyor.Sonrada çıkıp akan kanın suçlusu olarak biri birlerini suçluyorlar.

Anayasaların milliyetler ve ideolojiler üzerinden tarif edilmesi,bizatihi sorunun kendisi haline gelmesi demektir.Mevcut anayasanın ilk dört maddesi böylesi bir tarifi içeriyor. Bu dört maddeyi kırmızı çizgi olarak ilan ederseniz, daha başından çözümden yana olmadığınızı ortaya koymuş olursunuz.Anayasayı Türklük ve Atatürkçülük üzerinden tarif ettiğinizde, Türklüğün dışında diğer milliyetleri,Atatürkçülüğün dışında diğer ideolojileri yok saymış olursunuz.İşte meselede bu dayatma ve yok saymadan kaynaklanıyor.

Diğer taraftan yukarıda saydığımız sorunların çözüm yolu silah ve kan mı olmalıdır? Hedef ayrı devlet olmaksa ve buna müsaade edilmiyor ise, silahlı mücadeleyi (katılırsınız,katılmazsınız) anlamak mümkündür. Hem ayrı devlet talebimiz yok deyip, hem de silaha sarılmak niyetinizde samimi olmadığınızı gösterir.

Ulusal sorun gibi bir sorunun çözümünü her hangi bir örgütün kendi tekelinde görmesi ve kendi çözüm önerilerini,yöntemlerini dayatması başlı başına bir sorun oluşturur. Nitekim,içinde bulunduğumuz durum bunun açık örneğidir.

Birileri çıkıp "Ama bu devlet,bu iktidar başka dilden anlamıyor" diyebilir. İyi de; Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana,özellikle de son kırk yıldır elli bin insanın ölmesine rağmen bir milimlik hak elde edilmediğini ifade ediyorsanız,devlet sizin dilinizden hiç anlamıyor demektir.Hem devlet, hem de silahlı mücadeleyi savunanlar bu savaşın galibi olmayacağını bilmelerine rağmen neden denenmiş yöntemlerde ısrarcı oluyorlar? Neden barışçıl yöntemleri denemiyorlar? Çünkü; Kan akıtmak daha kolay ve çok fazla akıl istemez. Barışçıl yöntem akıl ister.Kanlı yolu isteyenlerin kendileri,çocukları kırk yıldır ölümün kıyısına bile yaklaşmamışlar sa, barışçıl yöntemi savunmamaları normal hale gelir.

Bosna'da Aliya İzzetbegoviç'e bir asker yaklaşarak "Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar...Çocuklarımızı öldürüyorlar...Biz de aynısını onlara yapalım" der. Aliya'nın cevabı çok güzel "Sırplar bizim öğretmenimiz değildir"

Eğer taraflar biri birlerinin insanlık dışı yanlarını örnek almaya devam edeceklerse, ne yazık ki, daha çok kan akacak demektir.

Şunu açıkça ifade etmeliyiz: Günümüzde en etkili yol siyasal yöntemdir.Dünyadaki aşağı yukarı 648 silahlı gurubun büyük çoğunluğu silahlı yöntemden vazgeçmiş durumdadırlar.

Silah olmadan da ,kan dökülmeden de başarı elde edilebilinir.Martin Luther King, Ganhi,Mandela  örnekleri önümüzdedir. Mandela silahlı gurupların başında olan eşini barışçıl yönteme ikna edemiyor ve boşanmaya kadar gidiyor...Eşine diyor ki "Savaşla değil ama seçimle kazanabiliriz"...Nitekim kazanıyorlar ve başkan seçiliyor...

Tüm bu saydığım liderler ölümü göze aldılar, ama ölümü yöntem olarak seçmediler.Ne yazık ki, bizde tam tersi yaşanıyor.Ölümü göze alamıyorlar,binlerce insanı ölüme yolluyorlar.

Diyarbakır Cezaevi bunun en bariz örneğini taşır. Cezaevi yönetimi ile görüşmelere Mehmet Şener ile giden Mustafa Karasu silah olmadan zafer kazanılabileceğinin en yakın tanığıdır.Cezaevi yönetiminin akıl almaz insanlık dışı muamelelerine karşı,tutukluların elinde bir çakı bıçağı bile olmadan,yemek-su olmadan zafer kazandılar...Ölümler değil ama, ölümü göze almak zafere götürür.

Ne yazık ki; Hendeklerde destan yazılmıyor...Yiğitlik...Evet yiğitlik var ama destan yok...Ahmet Arif'in dediği gibi" Yiğitlik inkara gelinmez"...Yiğitlik akılcı kullanılır ise destan yazılır.Yoksa, Enver Paşacılıktan öteye geçilemez...

Devletin akılsızlığını örnek almadan akıllı davranma zamanıdır...


25 Şubat 2016 Perşembe

GENÇLERİ DEĞİL, SİLAHLARI GÖMMEK

                                 



Dikkatinizden kaçmamıştır; Türkiye'de ne kadar çok semtin, meydanın, okulun,caddenin,sokağın v.b isimleri " şehit"le başlıyor...

Ve bununla övünç(!) duyuyorlar!

Siyasilerin ve üst düzey asker-bürokrat kesimin bir araya geldiği tek yer "şehit" cenazelerinde cami avlularıdır...

Ve bununla birlik(!) mesajı veriyorlar!

Ortada ilan edilmiş bir savaş var diyen yok, ama ülkenin dört bir yanına gönderilen fukara " şehit" cenazeleri bitmiyor...

Ve bununla yiğitlik(!) hamaseti yapıyorlar!

Hiç bir ülkeyle savaşmıyoruz; Ama her geçen gün " şehit aileleri ve gazileri" derneklerinin sayıları ve üyeleri artıyor...

Ve ailelerin çığlıklarını duyduklarını(!)sanıyorlar!

Her gün onlarca şehirde "şehitler ölmez vatan bölünmez" sloganlarıyla sokaklar doluyor,en uzun bayraklarla yürünüyor...

Ve bununla sahiplenme duygusu(!) yaşıyorlar!

Yapılan operasyonların,fırlatılan füzelerin adını bile "şehit" koyuyorlar...

Ve bunu başarı(!) ilan ediyorlar!

Televizyonların ilk haberleri,gazetelerin manşetleri "şehit"lerle başlıyor...

Ve  ne kadar duyarlı(!) olduklarını gösteriyorlar!

Asıl mesele ölmekte,öldürmekte değildir! Yaşamakta ve yaşatmaktadır!

Kırk yıldır ölmekle,öldürmekle bir yere varılmadığı görülmüştür...Anaların-babaların ne zorluklarla büyüttüğü çocuklarının yaşamlarını alıp, onları "kahraman" ve "şehit" ilan etmeniz günahlarınızı affettirmiyor,çözüm getirmiyor,ailelerin yüreğine su serpmiyor!

Evet! Ortada bir Kürt sorunu var... Evet! Bu sorun çözülmelidir... Herkesin çözümden anladığı farklı bile olsa, izlenecek yol barışçıl,uzlaşıya dayalı, siyaset yolu olmalıdır...Ne yazık ki; Her sorunumuzu güç kullanarak çözme alışkanlığına sahibiz...Ya benim dediğim olur,ya da benim dediğim... Böyle düşünüldüğü için orta yol,birlikte var olma hayat bulamıyor...

Bir de "sonradan olmalar" var...Asıl onlardan korkun...Türkiye'ye sonradan gelmiş olanlar bugün en "Türkçü" olanlardır...Geçmişte Kürt ve PKK düşmanlıkları tescilli olup,bugün  "Kürt/PKK sevicisi" olanların kaos ortamının devam etmesini Kürtler için olmasa da kendi siyasi emelleri için istedikleri açıktır...Asıl onlara güç yetmiyor...Kraldan çok kralcı olanlara yani! Maazallah, yarın Kürtlerin ayrılma hakkı masaya yatırılsa en başta onlar karşı geleceklerdir...

Şiddetten,silahtan,kandan yana taraf olan herkes insani duygularını yitiriyor...Gencecik ölümler üzerinde ayrımlar yapılıyor,sevinç ve  üzüntü de hümanizmden uzaklaşılıyor...Ateş düştüğü yeri yakıyor...Oturduğu yerde "kahramanlık" edebiyatı yapanlar,barışı bile savaş sözcükleriyle savunuyorlar... Biliniz ki,eliniz kanlıdır.Meseleye tek taraflı bakanlar,Kürt ve Türk seviciler! Ellerinizde ne varsa  bırakın ve vicdanınıza dokunun!


Gençlerimizi değil, silahları gömelim!

17 Şubat 2016 Çarşamba

MASA SAVAŞTAN DAHA İYİDİR



Hassasiyetlere özen göstermekle birlikte hiç kimse eleştiriden muaf tutulamaz...Muaf tutmak, muaf tutulana fayda değil zarar vermek demektir. Bu bir kişi,makam,parti v.b olabilir.Eleştiri kadar eleştirinin yeri,zamanı,amacı da önemlidir. Eleştirenin kendisi de eleştiriye açık olmak durumundadır. Her eleştirinin doğruları ifade etmesi beklenemez.Bu da tartışmayı doğurur. Tartışma ise bir olgunluk,bir kültür gerektirir.
Bu gün Türkiye'de de bir çok konu tartışmaya muhtaç durumdadır. Hükumet edenlerin,bir fikri eylemliliğe dökenlerin tartışmaların ve eleştirilerin merkezinde olması doğal karşılanmalıdır. Yani; Meyve veren ağaç taşlanır.

Hükumetin icranın başı, PKK'nin de eylemlilik içinde olması onları eleştiri ve tartışma konularının baş aktörü yapmaktadır.Dolayısı ile başat sorun Kürt sorunudur diyebiliriz.
Kendi cephemden baktığımda şunları görüyorum: Devlet/hükumet Kürt sorununun çözümü için sonuç alıcı adımları atmıyor.Ya da, anladığı çözüm şekli kanayan yarayı kapatmıyor.
Türkiye'nin/Türklerin en iyi anlaşabilecekleri kesim Kürtlerdir. Alabildiğine karışık,karmaşık olan Orta Doğu'da Türkiye'nin PYD için gösterdiği refleksler durumu daha da karmaşık hale getirmiştir.Oysa Türkiye'nin bütün coğrafyalarda Kürtlerle birlikte hareket etme olanağı vardır.Bunun yolu Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı doğal haklarının olduğunu kabulden geçiyor.Bu anlayışla yaklaşıldığında Kürtler Türkiye ile hareket etmenin kendi çıkarlarına olduğunu görmezden gelemezler. Türkiye'nin/Türklerin de Kürtlerle anlaşması herhangi bir halkla veya devletle anlaşmasından daha kolaydır.En başta Türkiye Kürtleri Irak ve daha fazla da Suriye Kürtleriyle akrabadırlar.

Türkiye,Irak ve Suriye de Kürtlerinin durumu kendilerine özgüdür ve doğal olarak sorunlarının çözümü de farklı olacaktır.Kürt sorununun çözümü konusunda bu üç ülkenin her hangi birinde önerilen çözüm, "kopyala yapıştır" yöntemiyle bir diğerine uygulanamaz.Devlet/hükumet Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü için kafa yormayı bırakıp,diğer ülkedeki Kürtlerin kendi gelecekleriyle ilgili önerdikleri çözümlere alerjik  yaklaşmamalıdır.Kürtlerin Kürtlere sınırdaş olmaları ileride sınırları bile anlamsız kılabilir.Türkiye elini güçlendirmek istiyor ise,bu kadar "düşman" varken, Kürtlerin dostluğunu kazanmanın yollarını bulmalıdır.

Iraklı Kürtler tarih boyunca homojen olarak bir arada yaşamışlar ve Araplarla entegre olmamışlardır.Öylesine ki,Iraklı Kürtlerin neredeyse tamamına yakını Bağdat'ı görmemişlerdir.

Suriyeli Kürtlerin büyük çoğunluğu Türkiye'deki isyanlar sonrası buraya göç edenlerden oluşmaktadır.Bu güne kadar ne kimlikleri ne de tapuları olmuştur.Hem Irak'ta hem de Suriye'de Kürt burjuvazisi de  oluşmamıştır.Bütün bunlar önemlidir ve çözüm şeklini etkilemektedir.

Türkiye Kürtlerinin durumu diğer iki ülke Kürtlerinden farklıdır.Dolayısı ile çözümün de farklı olması beklenir bir durumdur.

Her şeyden önce Türkiye'de hatırı sayılır Kürt burjuvazisi vardır(Ceylanlar,Onurlar,Tatlıcılar,Topraklar,İçkaleler,Kayalar, IC , Limak  ve diğerleri) Kürt burjuvazisinin ve tacirlerinin en önemli özelliği Türk burjuvazisiyle entegre olmalarıdır.Hatta, Türk burjuvazisinin en üst örgütü olan TÜSİAD'ın yönetim kurulunda Kürtlüğünü inkar etmeyen Kadoğlu Holding sahibi Cizreli Tarkan Kadoğlu yer almaktadır.Kürtlerin yüz binlercesi devlet çalışanı yada emeklidir...%5 i Türklerle evlidir...Kürtlerin neredeyse yarısı batı illerinde yaşamaktadır...Batıdaki on ilde on milyon Kürt yaşamaktadır...Sadece İstanbul'da dört milyon Kürt yaşıyor...Parlamentoda altmışa yakın milletvekili ile temsil ediliyorken, yüzün üzerinde belediyenin yönetimine sahiptirler...
Tüm bu somut durumlar göz ardı edilerek üretilecek çözüm önerileri ve  izlenecek yöntemlerin başarılı olma şansları yok gibidir.Yani, eskiden "solun" çok kullandığı "somut durumun somut tahlili" gerekmektedir.

Kürtlerin ayrı bir devlet isteme ve ayrılma hakları vardır. Ancak siyasi yapılar değil halkın kendisinin bunu istemesi gerekir.Kürtlerin her geçen gün Kürtlük bilincinin gelişmesine karşın,"ayrılma" düşüncesine sıcak bakmadıklarını gözlemlemek zor değil....Abdullah Öcalan, 1993 yılından itibaren Birleşik Kürdistan ve ulus-devlet çözümünden vazgeçtiklerini, Demokratik Cumhuriyet önerdiklerini ifade ediyor...Demokratik Cumhuriyet önerisinden ne anladığını da şöyle izah ediyor: Ana dilde eğitim,ayrımcı ve ideolojik yasaların kaldırılması,adil siyasi temsili yet,yerinden yönetimin güçlendirilmesi...Bunun için de masayı önermektedir...Bu kimilerine PKK'nin izlediği yönteme bakarak inandırıcı ve güven verici gelmeyebilir.Ama masanın savaştan daha iyi olduğu kesindir.Böylesi bir hedef için savaşa,silaha gerek yoktur...Demokratik ve barışçıl yollar sonuna kadar dayatılıp,ulusal ve uluslararası kamuoyu oluşturulabilinir...Kaldı ki, gelişmeler dünya ülkelerinin silahsız bir  PKK'yi "terör" örgütleri listesinden çıkarıp,destekleyeceklerini göstermektedir...Kürt halkının ezici çoğunluğu kendisine dayatılan çatışmacı yöntemleri benimsemediğini her fırsatta göstermektedir...Milletvekilliği belediye,Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde demokratik ve barışçıl yöntemleri benimsediğini net bir şekilde ifade etmiştir...Özerkliğe ulaşma yöntemi olarak "hendek" ve "savaş" yöntemini tasvip etmediğini "özerklik" ilan edilen ilçeleri terk ederek,direnişin yanında yer almayarak göstermiştir...
PKK askeri açıdan kazanamayacağını bildiği bu yöntemle, verdiği zayiatın büyüklüğü ölçüsünde masada gücü olacağını hesaplıyor olabilir...Ancak ,bu kadar can-mal pahasına savaş yönteminde ısrarcı olmak Kürtlerin PKK'ye verdiği krediyi bitirebilir...Bitirmez ise bunun tek nedeni devletin "Kürtlerin hakları bu kadardır" diyen ve PKK'yi de bahane ederek Kürdistan'ı yaşanmaz hale getiren tavrı olacaktır...

Kanın durdurulması,Akıl-İzan yoluna girilmesi için başta devletin/hükumetin "haktır-yoktur" zihniyetini terk edip,Kürtlerin ulusal-demokratik haklarını teslim etme yol haritasını kamuoyuna açıklaması gerekir...PKK'nin ise "hendek" politikasının  Türkiye koşullarına uymadığını,adına mücadele ettiğini söylediği Kürtlerin bu yolu benimsemediğini görüp, barışçıl-demokratik yöntemi öne çıkarması beklenen bir durumdur.


Türk ve Kürt kamuoyunun, yanlışı kimin yaptığına bakmaksızın eleştirmek,Kürtlerin ulusal-demokratik haklarının yanında ve barışçıl yöntemlerde ısrarcı olmak gibi bir görevi vardır.

13 Şubat 2016 Cumartesi

"GÖZÜM YAŞARIYOR,YÜREĞİM KANIYOR"




Bahar eşikte,girdi-girecek…Badem ağaçları çiçek açtı bile…

Bahar; Umuttur,filizdir,tomurcuktur,yeşerendir,gelecektir…

Bahar;yaşamaktır,yaşatmaktır…Ve “Yaşamak güzel şey be kardeşim” . Bu baharda yaşıyor olduğumuza sevineceğiz. 

Ülkemizde ,çevremizde,dünyamızda fidan gençler,tomurcuk çocuklar ağıt bile yakılmadan, mezara bile konulamadan kimileri tarafından ölümle buluşturuluyorlarsa ,yaşıyor olduğumuza sevinebilecek miyiz?


Ey! Bu fidanların, tomurcukların çıplak ve cansız bedenlerine basanlar!  Hedeflediğiniz yerlere varsanız bile,o hedeflerinizle nasıl övüneceksiniz? …”Masum insanları öldürmenin ayıbını örtecek kadar büyük bayrak yoktur”  diyor Howard Zin. Oysa biraz daha ileri gitmemiz gerekir. Ölüme/öldürmeye gerekçe bulmaya başlanır ise bütün katillerin kendilerine göre gerekçeleri vardır…Namus , ideoloji ,din,iktidar ve aklınıza gelebilecek her şey(şahit olduğumuz gibi) ölüm/öldürmenin “haklı” nedeni olarak önümüze konulabilir,konuluyor da…Her eli kana bulananın  kendine göre “haklı “gerekçesi vardır…Çözüm: Yöntem olarak ölümü/öldürmeyi gerekçelerine bakmadan ret etmektir. Bu mümkün! Demem o ki; Barış denen bir yol vardır…
Dünyanın en önde gelen bilim adamları,yazarları,düşünürlerinin (Albert Einstein,Mahatma Gandhi,Bertnard Rusll,H:G:Welles,Sigmond Freud,Stefan Zweing) örgütü WRİ’nin (Uluslar Arası Savaş Karşıtları Örgütü) ilkeleri şunlardır: “Savaş insanlık suçudur!Daha da önemlisi biz bu kanlı oyunda yoğuz; sizi de oynatmayacağız”…Keşke barışı seçenlerin gücü savaşı seçenlerin gücünden fazla olsa!

Evet! Barışı savunmalıyız! Bunda samimi olduğumuzu eylemlerimizle göstermeliyiz…Önüne “amalar” koymadan barışı savunmalıyız… Eğer ölüm “naldan” da, “mıh” tan da geliyorsa; Nalına da,mıhına da vura-vura barışı savunmalıyız…Her hangi birinden(nal,mıh) akan kanları haklı bulduğunuz an elinizi kandan kurtaramazsınız ve potansiyel bir kan akıtıcı olduğunuzu açığa çıkarmış olursunuz…O zaman da “barışınızda" samimi olmadığınızı birileri söylerse, kızmamanız gerekir…

Ey! Ölüm/öldürme yöntemini seçenler! Ne istiyorsunuz? Özgürlük mü? Demokrasi mi? İnsan Hakları mı?  Bunların hiçbirini ölen yavrularımız yaşayamayacaklar…Bakın, bildiğiniz bir bildirgeyi hatırlatacağım,1789 Fransız İnsan ve Yurttaşlık Hakkı Bildirgesini…Ne diyor? “Yaşam hakkı tüm insanların öncelikli hakkıdır.Yaşam hakkı olmadan diğer hak ve özgürlükler de olamaz”…Ve ne yazık ki, yaşamları gasp edilmiş binlerce “fidan”,”tomurcuk” bunları yaşayamayacak…Ve bunun telafisi de yok…

Tekrar etmekte yara var: Barış diye bir yol var! Yaşayarak da, yaşatarak da amaçlara ulaşılabilinir…

9 Şubat 2016 Salı

DÜŞÜNME TARZI ÜZERİNE KISA DEĞİNMELER...





Bir çok şey; analiz,yorum,tahmin v.b  bilimsel veriler üzerinden tartışılmıyor. Kanılar üzerinden hareket ediliyor."Zannediliyor" ve o "zan"lar üzerinden yol alınmaya çalışılıyor...

Ya da "arzular"  esas alınıyor...Bir şeylerin gerçekleşmesi "arzu" ediliyor ve bunun gerçekleşeceğine de  inanılıyor...

Sadece "kanılar" ve " arzular" üzerinden  doğrulara ulaşacaklarını zannedenler tarih boyunca hep yanılmışlardır...Yanılmaya mahkumdurlar...Çünkü, gerçekler bilimsel veriler üzerinde var olurlar...Siyasal,sosyal,fiziksel olaylara şans oyunlarına yaklaşır gibi yaklaşamazsınız...Gerçekler toto oynayarak bulunamaz...Bilim dışı yöntemlerin yanılgıları her seferinde  bu yöntemi kullananları mahcup etmesine rağmen kullanmaya devam edenlerin iflah olmaları mümkün değildir...Duygularımız,arzularımız bilimsel gerçeklerin üzerinde olamaz...

Yazar,çizer,yorumcu,siyasetçi v.b bir çok insanın arzu ettiklerini gerçekmiş gibi sunduklarını her gün takip ediyoruz..."İki kötürüm biri birine yardım edemez" gerçeğine rağmen bunlar biri birlerine tutunurlar...Buradan sağlıklı bir gelecek yaratılabilinir mi? Yaratılamadığı gibi,on binlerce insanı  kandırmanın zevkiyle devam ediyorlar...Sosyal medya, bu kişilerin "analizlerini" araştırıp-sormadan,analitik düşünceden geçirmeden kendi paylaşımları yapanlarla doludur...Hatta yanlışlığı kanıtlanmış iddialar,görüntüler bile, birilerinde algı yaratır diye paylaşıla biliniyor...
Yüz kez yanlış sonuç çıkan yöntemden yüz birinci kez doğru sonuç çıkaracaklarını sanan zavallılar durumuna düşmekten bıkmıyorlar...Manipülasyonla bir yere varma çabalarını sürdürüyorlar...


Her zaman bilimsel ve denenebilir  veriler, analitik düşünme bizleri doğru geleceğe götürebilir. "Duygular", "zanlar", "arzular" değil...