15 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞKENCE GÜNLERİNDEN NOTLAR/ DİYARBAKIR-11

5 eylül 1983 günü, 5 nolu denilen Diyarbakır cezaevinde kalan bizler için önemli bir gündür...1 seneden fazla zaman oluyor ki;inanılmaz işkenceler altındayız...onurlarımız ayaklar altına alınmıştır...sağ olarak dışarı çıkma umutlarımız tükenmeye başlamıştı...
5 eylül günü her zamanki gibi uyandırıldık...hücrelerden işaretin hangi gün geleceğini bilmeden...sonra bir marş duyduk...bu bize öğretilip söyletilen 90 a yakın marşlardan değildi...Kürtçeydi...(birayen delal hun verin kurdino).(güzel kürt kardeşlerim gelin)...kulak kesildik:evet Kürtçey d i... koğuşlarda da direniş başlamıştı...hemen biz de aynı marşı söylemeye başladık...kulak kesiliyoruz;alttaki 4. koğuştan da geliyor marşımız...heyecanımız,sevincimiz artıyor...kulak kesiliyoruz;arkada ki 6.,7. koğuşların gür seslerini duyuyoruz...bütün cezaevinden marşlarımız yükseliyor...sevinçle biri birimize sarılıyoruz...bütün cezaevinden aynı slogan yükselmeye başlıyor:İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEKL.yüreğimizde bir uyanış,bir ayağa kalkış,bir dik duruş duyguları
fışkırıyor...korku,kararlılık,ürperti,sevinç hepsini bir arada yaşıyoruz...
marşları söylemeye devam ediyoruz; ama onların marşlarını değil, bizim marşlarımızı... eskisinden daha yüksek sesle söylüyoruz... sesimiz kısılıncaya kadar bağırarak söylüyoruz... sesimizi herkese duyurmak için bağırıyoruz... idareye duyurmak için, dışarıdaki ailelerimize duyurmak için, tüm Diyarbakır'a duyurmak için,Türkiye'ye,Dünya'ya duyurmak için bağırıyoruz...pencerelere tırmanıyoruz,karşıdaki koğuşların pencerelerindeki arkadaşlarla selâmlaşıyoruz...Kürtçe,Zazaca,Arapça her dilden haberleşmeler yapıyor,şiirler okuyoruz...bu kez kendimiz için ayaktayız...onurumuzu kurtarmak için ayaktayız...hepimiz biriz...hepimiz aynı renk,aynı boy,aynı yaştayız...hangi örgütten geldiğimizin,geçmişteki farklılığımızın,didişmelerimizin artık önemi yok...omuz-omuzayız,tek yüreğiz...ok yaydan çıkmıştır,geriye dönüş yok...ya onurlu bir cezaevi yaşamı yaratacağız,ya da eski düzene geri döneceğiz...kolay olmadığını.işin ucunda sakat kalmaların,ölümlerin olabileceğini geçmiş yıllardaki direnişlerden biliyoruz...idarenin nasıl davranacağını bilmiyoruz...bilmediğimiz için,planımız da yok...kaygıyla,merakla,korkuyla bekliyoruz...
nice sonra gardiyanın sesi duyuldu:"lan 5. koğuş!"...daha dün bu komutu duyduğumuzda;"emret komutanım!" diye hep bir ağızdan bağırırdık...şimdi sloganlarla,marşlarla yanıt veriyoruz...akşama doğru kapı açıldı,bir komando yüzbaşısının önderliğinde 15,20 sopalı asker
girdi koğuşa...bu yüzbaşı,Abdullah da,Ali Osman da değil...bu da gösteriyor ki;dışarıdan çok sayıda asker getirilmiş...işimizin kolay olmadığı belli olmuştu...yüzbaşı iki elinin ayasını birleştirerek konuşmaya başladı..."ben direnmeyeceğim,devletimden yanayım diyenler şu tarafa;ben sizin de, devletinizin de a...na koyayım diyenler şu tarafa" dedi...hepimiz a...na koyayım denilen tarafa geçtik..."vurun o..çocuklarım" diye emir verdi...bütün askerler,bütün kinleriyle saldırdılar...koğuş ana-baba günü...hepimizi haşat edinceye kadar dövdüler...yüzbaşı aynı soruyu tekrarladı...bizden de aynı yanıtı alınca çıldırdı...hepimizi koridora çıkardılar...bu sefer taktik başkaydı...biri birimizden güç alacağımızı düşünerek,teker,teker odaya almaya başladılar...onlarca sopa üzerinize iniyor ve
yapayalnızsınız...öldüreceklerine kesin gözüyle bakıyorsunuz...bir pelte gibi seni yüksek rütbeli subayların önüne çıkarıyorlar...aynı soruyu soruyorlar:direnecek misin,kurallara uyacak mısın?..bu vahşetten sonra direnmek kolay değil...ama başka çaremiz yok...tek silahımız direnmektir...direniyorum diyorsun,seni sopalar sağanağında bir koğuşa atıyorlar...koğuş dolmaya başlıyor...koğuş tıklım,tıklım oluyor...koğuşa sığılmıyor...herkes biri birine sarılıyor..çünkü;buradakilerin hepsi,o cehennemde,tek başlarına kaldıklarında bile,diğer arkadaşlarının nasıl karar aldıklarını bilmeden,direniyorum dediği için buradalar...bu mükemmel moral oluyor...kazanacağımıza olan inancımız
pekişiyor...direnmiyorum,kuralları kabul ediyorum diyenlerde çıkmıştı tabii...onlar da başka koğuşlara almışlar...

İdareden taleplerimiz neydi: 1.Askeri eğitime son verilsin.

2.Dayak ve işkencelere son verilsin

3.Mahkemelere, avukata görüşmeye çıkan insanlara işkence yapılmasın.

4.Ziyaret süreleri uzatılsın, ziyaretçilerimiz ile rahat konuşalım.

5.Mahkemeye çıkan arkadaşlara savunma için kağıt, kalem verilsin.

6.Bizleri doyuracak düzeyde yemek verilsin.

7.Kantinden istediklerimiz zamanında alınsın.

8.Gazete ve kitap verilsin

9.Her tutukluya bir yatak verilsin.

10.Haftada bir gün sıcak su ile banyo yaptırılsın.

11.Koğuş sorumlusunu koğuştaki tutuklular seçsin.

12.Cezaevinin sorunları için koğuş sorumluları ve idare 15 günde bir toplantı yapsın.

13.Ziyaretçi kabinlerinde gardiyan bulunmasın herkes ailesinin anladığı dille konuşsun.

14.Tutuklu için idarenin sınır olarak koyduğu 2 bin lira 10 bin liraya çıkarılsın

15.Revir 24 saat açık olsun, hasta olan arkadaşlarımıza anında müdahale edilsin.

16.Hasta ve Tüberküloz olan arkadaşların ilaçlarına kısıtlama yapılmasın.

17.Havalandırma süreleri uzatılsın.

18.Ayrı koğuşlarda olan baba, oğul, ağabey, kardeş ve akrabalar birbirleri ile görüştürülsün.

19.Tutuklular zorla itirafa zorlanmasın.

20.Avukatlarımız ile görüşmelerimizin süresi uzatılsın vb. insani isteklerdi.

Kaç gün sonraydı bilmiyorum,aynı yöntemle bizler o koğuştan da aldılar...beni 33. koğuşa getirdiler...burada, bizim davadan Nevzat Temel'i.Rauf Yanmaz'ı,Abdullah Azizoğlu'nu,DDKD den dr. Ahmet Beyik'i,Mehdi Zana'yı görünce sevindim...ölüm oruçları,açlık grevleri devam ediyordu...sanırım 17. gündü,hücrelerdeki temsilci arkadaşlar koğuşumuza gelerek müjdeli haberi verdiler...bütün isteklerimiz kabul edilmişti...biri birimize sarıldık,halaylalar çektik...bir kaç gün sonra bizi yine dağıttılar...bu sefer insana yakışır tavırla oluyordu...34. koğuşa getirildim...burası çok büyük bir koğuştu...aslında atölye olarak yapılmış...4 lerin kendilerini yaktığı koğuş...Mehdi Zana ve Nevzat Temel'le yine aynı koğuştayız...güzel günler başlamıştı...o

süründüğümüz,işkenceler gördüğümüz havalandırmalarda özgürce volta atıyor,sohbetler ediyorduk...gardiyanlara komutanım diye değil,asker diye hitap ediyorduk...kantinden sipariş ettiğimiz şeyleri alıyorduk...televizyonumuz vardı artık...gazetemiz vardı...koğuş yaşamı konusunda kendimiz ortak kurallar geliştiriyorduk...banyomuzdan görüşmelerimize,yemeğimizden mahkeme gidişlerimize kadar her şey istediğimiz gibi gidiyordu...peki ne zamana kadar? 1984 Ocak ayma kadar... vahşetin daha büyüğünün daha sonra geleceğini bilemezdik... Cennetimiz 3 ay sürmüştü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder