15 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞKENCE GÜNLERİNDEN NOTLAR/ DİYARBAKIR-13

direniş sonrası beni yeniden 34. koğuşa verdiler...burası cezaevinin en büyük koğuşu...100 civarında kişi kalıyor...bizim arkadaşların büyük çoğunluğunu da buraya verdiler...Şefik Tunç,Şerif Bayram,Ömer Ağın,Müslüm Coşkun,Zekeriya Klıçkap,Kenan Akgün,Selçuk Oktay,Erdem Gencan.Zeki Görgün,Nevzat Temel.İzzettin Erkoç,Nebi Aktaş...daha sonra Haşim Çim ve Isfendiyar Eyyüpoğlu geldiler(ismini hatırlayamadıklarımdan özür dilerim)...Haşim'in gelişi ile ilgili konuya tekrar döneceğim...
diğer görüşlerin de önde gelen isimlerini bu koğuşa vermişlerdi...bu isimleri sonraki e-maillerimde yazmaya çalışacağım...hatta;yüzbaşı Abdullah Kahraman koğuşa geldiği bir günde "ben sizleri özellikle yan,yana koydum ki,birbirinizi yiyesiniz.siz dalaşmadan,tartışmadan duramazsınız" demişti.
doğrusu yüzbaşı ne düşünürse düşünsün,bizler için çok iyi bir ortam olmuştu...hem sadece isim olarak bildiğimiz ve bizleri isim olarak bilen, hem de daha önceden tanıdığımız,diyalogumuz olmuş bir çok siyaset adamı ile birlikte olma şansını yakalamıştık...ayrıca bizim davadan da bu kadar kalabalık arkadaşla ilk defa bir aradaydık...bu durum;hem kendi arkadaşlarımız arasında yeniden bir diyalog kurma olanağı sağladı,hem de diğer görüşlerdeki arkadaşlar ile bir birimizi daha yakından tanıma fırsatı doğurdu...
hemen koğuş yönetimi için bir komite oluşturuldu...TKP adına arkadaşlar beni önerdiler...bu komite;temizlikten-yatma saatine,idareyle ilişkilerden-ortak komünün yönetimine kadar bir dizi kararlar alarak yaşama geçirmeye çalıştı...önemli bir görevdi;aksi taktirde her kafadan bir ses çıkacak ve koğuş çekilmez hale gelecekti...bir başka tehlikeyi de önlemiş oluyorduk:daha önceki direniş sonrası kimi kişilerin sorumsuz davranışları idarenin ekmeğine yağ sürmüş,kazanımlarımıza el koymaya bahane yapılmıştı...mahkemelere,ziyaretlere gidiş-gelişlerde,askerlerle diyaloglarda daha sorumlu davranılması konusu sık,sık uyarılarak kazanımlarımızın heba edilmesine müsaade edilmemesi konusunda çok titizlik gösterildi...
televizyon,gazete,kitap gibi önemli olanaklara kavuşmuştuk...gazetelerdeki kitap evi adreslerini alarak hepsine mektup yazdım,kitap istedim...hemen hepsinden olumlu yanıt aldım ve koliler dolusu kitaplar gönderdiler...bir arkadaşı kütüphane sorumlusu yaparak,kitapları kim hangi sırayla okuyacağını belirlemesini kararlaştırdık...bu arada ilginç şeylerde oluyordu:PKK davasından yargılanan Mehmet diye bir arkadaş vardı...bu arkadaş,Türkçeyi ve okuma yazmayı içeride öğrenmişti...kitabın isminden olacak;SavaşVe Barış kitaplarını okumaya ilk talip olan ve adını ilk sıraya yazdıran arkadaş oldu...onun o hızla kitabı bitirmesi bir kaç yılı alırdı...kendisini ikna ettik ve Orhan Kemal'in Bir Filiz Vardı kitabıyla başlamasını sağladık...TKP gurubu olarak bizler kimi kitapları ortak okuyor,tartışıyorduk...Serol Teber'in İnsan Nasıl İnsan Oldu kitabı da bunlardan biriydi...genellikle kitabı Selçuk Oktay okurdu...Ömer Ağın da sorularıyla en çok Selçuk’la tartışırdı...PKK’lı arkadaşlardan kimileri de(İdris Güzel,Medeni Çelik gibi) bizim eğitimlerimize katılmak istediler ve katıldılar...bizlerle ikili sohbetlerde de sürekli ekonomi politik,diyalektik ve materyalizm konularını açarlardı...bizlerin teorik birikimimizden yararlanmak istediklerini söylerlerdi...
bu arada arkadaşların ne kadar yaratıcı olduklarına da şahit oluyorduk:Nevzat Temel hamuru,formika tutkalını,tükenmez kalem boyalarını karıştırarak tam bir seramik görünümünde satranç taşları yaptı...koğuşta müsabakalar düzenledik...televizyonumuz tek kanal çekiyordu...bir arkadaş sigaranın içindeki jelatinleri biri birine yapıştırdı,duvardan yukarıdaki pencereye kadar getirdi,burada bir geniş bakır kaba bağladı...artık televizyonumuz Arap televizyonlarını da çekiyordu...haberleri oradan izlerdik(Arapça bilen arkadaşlar çevirirdi)...Mehdi Zana terzi olduğu için eski kot pantolonlarımızdan,dışarıdaki çocuklarımıza çanta yapar,üzerine nakışla isimlerini yazardı...kızıma yaptığı çanta hala evde ve içinde gönderdiğimiz mektuplar ve kendimizin çizip(çok güzel çizen arkadaşlar vardı) yolladığı kartpostallar saklı...naylon çorap ipleri sökülüp kıvrıldı,paspas sopası yontuldu,deterjan kovası uygun hale getirilip birleştirildirortaya güzel bir saz çıktı...türküler,halaylar bu saz eşliğinde dile geldi...zeytin çekirdekleri mükemmel tespihlere dönüştü...üzümler,hoşaflar şaraba... yaratıcılığın sınırı yoktu...görüşmek
her ne kadar konu başlığı işkence sözcüğünü içermesine rağmen,artık işkencesiz günler yaşıyorduk...yaşamımız bîr düzene girmeye başlamıştı...düzenli okuyor,diğer görüşteki arkadaşlarla düzeyli tartışmalar yapıyor,spor ve temizlik işlerini belli kurallara bağlamıştık...
diğer görüşlerin önde gelen isimlerinden hatırladıklarımı sıralamaya çalışayım.PKKrBişar Akbaş(tahliyeden sonra öldürüldü),İdris Güzel,Medeni Çelik(tahliyeden sonra öldürüldü),Maşallah Öztürk Metin Değer...TİP:Dr.Erhan Barut...DDKD:Şakir Tutal(genel başkan),İsmail Mütevellizade,Nezir Çetin(genel sayman),Vedat Aydın,Mustafa Kambal, Erdem Gencan(DDKD genel sekreteri iken ayrılarak bize geçmişti) ...ÖĞÜRLÜK YOLU:Nazif Kaleli,Ahmet Korkmaz,Dr.Bozan Erdem...Rızgari:Mümtaz Kotan,Ruşen Aslan,Recep Maraşlı...Alarizgari:Yusuf Andiç,Adnan Bingöl,Yusuf Ziya Topal,Cabir Yoldaş...ve Mehdi Zana...
bu kişilerin içinde Bişar Akbaş ve Recep Maraşlı 54 gün ölüm orucunda kalmışlardı...direnişin anlaşmayla sonuçlanmasından sonra belli bir süre hastanede tedavi görüp bizim koğuşa gelmişlerdi...beraber ölüm orucuna başladıkları arkadaşlardan Orhan Keskin hayatını kaybetmiş,kendileri de kaybetmek üzereyken anlaşma olmuştu...hastanede ailelerini,çocuklarını yanlarına getirtip,ölüm orucunu bırakmaları konusunda baskı unsuru yaratmaya çalışan idare,bunda başarılı olmamıştı...bu konuyu daha sonra Bişar ile sohbet ettiğimizde şöyle diyordu "en zor animdi...ölmek üzereydim...küçük kızımı yanıma getirdiler...kızım,bacaklarıma sarılmış bizim için ölme diyordu...ben de, sizin için ölüyorum dedim"...hem Recep,hem de Bişar zor yürüyebiliyorlardı...görme yetilerini büyük oranda yitirmişlerdi...bizler,üç doktor bu arkadaşlara olanaklarımız ve bilgilerimiz ölçüsünde yardım etmeye çalıştık...koğuş olanaklarından özel beslenme diyetleri hazırlayıp,eksersizler yaptırdık...1984 yılından,tahliye olduğumuz 1986 baharına kadar böyle devam etti...bir hayli gelişme kaydettiler...
hepimize dışarıdan mektuplar geliyor...eşlerden,sevgililerden,çocuklardan...kimin eşi mektubunda nasıl hitap ediyor,arkadaşlar eşlerine nasıl hitap ediyor diye merak eder,başlıklara bakmaya çalışır,şakalaşırdık...en uzun mektubu Ayşe Çakmak ve Vildan Tunç yazıyordu...kendimizi hem moral,hem de beden olarak toparlamaya başlamıştık...biraz kilo aldığımı gören Şefik



Tunç beni şöyle tarif ederek takılırdı "Mıstık et parçalarını üst,üste koymuşlar sen ortaya çıkmışsın"...
Haşim Çim'in koğuşumuza gelişine değineceğim demiştim...işi başından almak gerekir...
Ayşe o gece sabaha kadar uyumadı, uyuyamadı...kendisine ulaştırılan,pelür kağıda yazılmış parti programını içeriye,yoldaşlara ulaştırması gerekiyordu...bu iş için aldığı kalın tabanlı terliğin tabanını çıkartıp,bıçakla oydu...parti programının yazılı olduğu kağıdı özenle oraya yerleştiriyor...tekrar kapatıp yapıştırıyor...çok sıkı aramanın olduğunu biliyordu...yakalanabilirdi...tekrar tutuklanabilirdi...bütün o işkence süreçlerini yeniden yaşayabilirdi...tüm bunları düşündü...öldürülen abisi Mehmet Çakmak'ı düşündü...meme kanseri annesini...partiyi düşündü...herkes adına,her şeye rağmen görevi başarmalıydı...sabah her zamankinden daha geç oldu...açık görüşe gitmek için evden çıktığında kalbinin hızlı çarptığını hissetti...Haşim ile ayakkabılarını değiştirmeleri gerektiğini,başlarında bekleyen askerlere rağmen nasıl söylemeliydi...ilk karşılaştıklarında,biri,birlerine sarıldıklarında kulağına söylemeliydi...evet,evet en doğrusu buydu diye geçirdi içinden...sevindi...sıra kendisine gelmişti...bacaklarının titrediğini sandı,baktı...hayır titremiyordu...tüm aramaları başarıyla geçti...görüşmenin yapılacağı salona girdiğinde kalbi her zamankinden daha fazla çarpıyordu...normal dedi kendi kendine...hem Haşim'e sarılacak,hem de önemli bir görevi yerine getirecekti...İşte! Haşim'i geliyordu...içerisi ana,baba günüydü...Haşim'e sarıldı ve ayakkabılarını değiştirmelerini söyledi... elleri,kural gereği masa üstünde olmak üzere karşılıklı oturdular...el,ele tutuştular...sevgi,özlem sözcüklerini sıraladılar...araya,askerin başka yere bakışını da fırsat bilerek, terliğin tabanında parti programının olduğunu sıkıştırdı...Haşim anlamıştı...seni seviyorum dedi ve masa altında ayakkabısını çıkararak Ayşe'ye doğru iteledi...Ayşe de aynısını yaptı...görüş bitmeden bu değişimi gerçekleştirmeleri gerekiyordu ve gerçekleştirdiler...ama korkuları bitmemişti...ya,ayakkabıları fark edilirse!..kadının erkek,erkeğin kadın ayakkabısı giydiği fark edilebilinirdi...görüşün bittiği anonsu yapılınca kalkıp
sarıldılar...ayrıldılar...geriye dönüp,arkalarından bakmadılar...dikkat çekici her şeyden uzak durmaları gerektiğinin bilincindeydiler...kokuları biri birlerinde kalarak uzaklaştılar...Haşim koğuşa,Ayşe cezaevi dışına ulaşmıştı...ama ikisinin de korkusu ve merakı önümüzdeki görüş gününe kadar devam edecekti...nitekim bir hafta boyunca bu korkuyu taşıdılar...tel örgülü görüş yerinde karşılaştıklarında çok rahatlamıştılar...bu konuda hiç soru sormadılar...sorun olsaydı görüşemeyeceklerini biliyorlardı...gönül rahatlığıyla ayrıldılar...Haşim,açık görüşten sonra hemen tuvalete girdi...terliğin çiftini de incelemeye başladı...sonradan yapıştırılmış olanı bulmakta zorluk çekmedi...tabanı ayırarak parti programını alıp,cebine yerleştirdi...çok heyecanlandı...hemen okumak istiyordu...yeni ne söyleniyordu...yatağına çekildi,okuduğu kitabın içine parti programını yerleştirerek okumaya başladı...defalarca okudu...kendi koğuşunda tekti...programı arkadaşlarına ulaştırmalıydı...ama nasıl?...arkadaşlarının büyük çoğunluğunun 34.koğuşta olduğunu biliyordu...o koğuşa gitmenin yollarını düşündü uzun süre...aklına bir düşünce geldi...denemeye karar verdi...yüzünde kronik yaralar vardı...bunu bahane ederek, kendisinin doktoru olan bir koğuşa verilmesini talep


edecekti...hem en bir dilekçe yazıp,idareye verdi...bu tutmaz ise başka yollan düşünecekti...talebirıin kabul edilme olasılığında programı nasıl taşıyacağını düşündü...terlikle götüremezdi...bayan terliği hemen dikkat çekerdi...koğuştan,koğuşa taşınırken ceket yakalarına kadar arandığını da biliyordu... kelebek romanı aklına geldi...hemen bir naylon parçası buldu...programı rulo yapıp,naylona sararak bağladı...dilekçenin cevabını beklemeye başladı...gardiyanın, hazırlanmasını haber vermesini duyunca çok heyecanlandı...zaten eşyalarını hep hazır bekletiyordu...acilen tuvalete girdi ve programı anüsüne yerleştirdi...hazırdı...koğuş arkadaşlarıyla vedalaşıp çıktı...34. koğuşun önünde sıkı bir aramadan geçti...direniş öncesi olsa anüsüne de bakarlardı...eğer öyle bir talep olursa çağırıp,bağırarak bizlere ulaşmayı planlamıştı...ama anüsüne bakmadılar...koğuş kapısı açılıp,içeri bırakıldığında kendisini kuş gibi hissetti...çok sevinçliydi...hem yıllardır görüşmediği arkadaşlarına kavuşmuş,hem de parti yaşamında çok önemli bir görevi başarıyla yerine getirmişti...
her şeyden habersiz bizler,koşarak Haşim'in etrafını sardık...hoş,beşten sonra beni kenara çekerek durumu anlattı...hemen tuvalete girmesini söyledim..."aman tuvalet deliğine denk getirme" diyerek de takıldım...Haşim haklı bir gururla tuvaletten çıktı...olayı bütün arkadaşlarımıza bildirdik.,.okuyup,tartıştık...diğer görüşlerin önde gelenlerine de okuttuk...büyük bir sükse yapmıştık...
1986 yılında tahliyemize kadar tüm arkadaşlarsam bir saygı,sevgi,sorumluluk içinde cezaevi günlerimizi tamamladık ve çıktık...çıktıktan sonra parti benle ilişki kurdu...sanırım diğer yoldaşlarla da...ama hiç bir zaman bana soruşturma ve cezaevi süreci sorulmadı...
tahliyeden sonra,Ali Haydar Üzülmez ile bir süre çalıştım...sonra Adımlar bürosu sorumluluğu,İsfendiyar başkanlığında Salih Şimşekle bölge komitesi üyeliği...birleşme süreci,TBKP merkez yürütme yedek üyeliği...
hepinize sevği ve saygılarımı iletiyorum.





merhabalar, ceza evi sonrası bazı notlar
Diyarbakır'da halen yaşayan TKP,İGD,İKD,BİRLİK-DAYANIŞMADA yer almış arkadaşlar olarak bazan eşli,bazanda eşsiz biraraya gelir sohbetler ederiz...Bunun güzel olan yanı;dün olduğu gibi bugünde biribirlerimize aynı sevgi ve saygıyla bağlı olmamızdır...08/11/2008 tarihinde de böylesi bir yemekte buluştuk..kimler katıldı yemeğe:Ali İhsan Çelik,Nevzat Güven,Aydın Atlı,Nevzat Temel,Necmettin Aydın,Cumali Eşsizoğlu,K emal Seçkin,İzzettin Erkoç,Fatih Binbay,Selçuk Ertekin,Ahmet Keskin,Suat Önen,Hüsnü Güzel, Ramazan Yakut.
Konu döndü dolaştı 'FIRTINADA YÜRÜYÜŞ' adlı Şeref Yıldız'ın kitabına geldi.Konuşmalar devam ederken küçük notlar aldım.Bu notlan sizlerle paylaşmak istedim.
       Yaşadıklarımızı yazmak,tanığı olduğumuz bir dönemi gelecek kuşaklara ve ilğili araştırmacılara aktarmak güzel ve doğru bir eylemliliktir..Ancak, yazarken doğruyu,enazmdan doğruya en yakını yazmak önemli ve mümkün...Şeref Yıldız da bu kitabı yazarken bir hayli emek vermiş,belleğini epeyi zorlamış..Ne varki.şu iletişim çağında,bu kitabı yazarken olayların canlı tanıklarına
başvurmaması,"sanırım","hafızam beni yanıltmıyorsa" vb sözcükleri sık sık kullanmasına neden olmuş ve birçok olay-kişi yanlış yada eksik aktarılmıştır.Ömeğin;bir hafta Diyarbakır'da kalsaydı yada telefon,imail gibi iletişim araçlarını kullansaydı:Çüngüş'ten Cumali,Dicle'den Ali hoca demek yerine,Cumali Eşsizoğlu,Ali Akgök diyerek daha zenğin aktarım yapılmış olmazmıydı?Gizli-saklı bir iş yapıyormuş gibi davranınca,olayın kahramanlarından bile saklanınca, geriye dönüşü,tamiri olmayan aktarımların ortaya ortaya çıkması kaçınılmaz olmuş...
       Hiç kimse bizleri eseri gibi görmemeli...
       Aslında Şerefe teşekkür etmek gerekir.Çünkü;bir anı kitabını yazarken bile gösterdiği performans bizleri yönetenleri daha yakından tanıma olanağı vermiştir...
       "Yukarıdaki"didişmeleri hayretle izliyoruz. Bizler,bu bölgede yarılan değerlerde büyük emekleri olanlar,hala biribirlerimizin gözlerine sevgiyle,saygıyla,dostça,gururla bakıyoruz...
       Operasyonlarda sorumlular bizler kadar,dönem i sağlıklı değerlendiremeyen,uygun politikalar üretemeyen ve olanakları rantabl kullanamayan yöneticilerimizin olduğu gözden kaçırılmamalı...
       Hepimizin kişisel hataları ve zaafları oldu.Dolayısıyla kimlerin daha az,kimlerin daha fazla zaafının olduğunu aktarmanın çok anlamlı olmadığı,bunun kime ne yara sağlayacağım bilemediğimizi...soruşturma sürecinde eksiklik ve hatası olmadan çıkan kimse olmamasına rağmen arkadaşlara yaklaşımda yanlı davranmasını anlayamadığımızı,hatalar anlatılırken asıl anlatılması gerekenin bizim başarılarımız ve yarattıklarımız olması geretiğini ifade etmek isteriz...
       Yine,dünyanın en zalimane hapishanelerinden sayılan Diyarbakır 5 nolu cezaevinde(52 kişinin öldürüldüğü) her arkadaşımız bulundukları koğuşlarda,kendisini ve taşıdığı ideolojiyi kahramanlar gibi temsil etmiş,örnek olmuşlardır...(İsfendiyar Eyyüboğlu'nun dediği gibi,hapishane sürecini yeterince anlatamayışımız eksikliğimizdir).Bir tek kişinin itirafçı olmaması,soruşturmadaki zaafların,partisine olan inanç ekskliğinden yada ona ihanet duygusundan değil;o korkunç işkencelere bir insan olarak dayanamamaktan kaynaklandığını görmemek haksızlıktır...
       Cezaevlerinde kaldığımız dört yıl boyunca parti yönetiminin,yurt dışındakilerin,Şeref Yıldız dahil,bizlere,ailelerimize madi,manevi,hukuksal hiçbir desteklerinin olmamasına rağmen bizleri eleştirmelerini değerli bulmuyoruz...
Bugün geriye baktığımızda,kimileriyle çalışmış olmaktan pişman olmuş olabiliriz ama,mücadelemizden pişman değiliz.Geçmişimize,mücadelemize,biribirimize saygı duyuyoruz..
Bu mücadelede birçok arkadaşımızı kaybettik...bu arkadaşlarımızı anmak, anlatmak bir vefa borcudur...kitapta unutulan arkadaşlarımız dahil,bölgemizde kaybettiğimiz tüm arkadaşlar anısına 5 Ocak 2005 te yaptığımız gecede hayattaki arkadaşları,kaybettiğim iz arkadaşların çocuklarını,tüm ailelerini bir araya getirerek,onları unutmadığımızı göstererek vefa konusunda da kimilerinden farklı olduğumuzu gösterdik...
Saygılarımla...
NOT:
Bu içerikteki konuşmaları Baki Kaymak'la yüz-yüze,Salih Şimşek'le telefonda paylaştık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder