15 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞKENCE GÜNLERİNDEN NOTLAR/DİYARBAKIR-6

bütün bu süreci neden anlatmaya devam 
ediyorum?...çünkü;işkence süreci,bizim tarihimizin önemli ve bir o kadar da gözardı edilen aşamaları olduğunu,asıl gelecek kuşaklara aktarılması gereken şeyin,insanlık dışı işkencelerin,işkencecilerin olduğunu düşünenlerden olduğum içindir...bu süreci anlamadan,içselleştirmeden,empati yapmadan yapılan değerlendirmelerin eksik ve sübjektif kalacağı içindir...Nitekim kimileri tutumlarının, yurt dışında buzların birbirine değerek çıkardıkları sesler eşliğinde içkilerini yudumlayarak bizleri eleştirmelerinin ne kadar ahlak dışı olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir...
soruşturmanın sonuna geldiğimizi anlıyorum...50 küsur günden sonra,bunca işkenceden sonra,hepimizin vücudunun çeşitli yerlerindeki yaraların tedavi edilmesi isteniyordu...çeşitli pansuman malzemeleri getirilerek,yaralar pansuman edilmeye başlandı...doktor olmam nedeniyle bu görev bana verildi...arkadaşlara pansuman yaparken düşüncelere dalıyorum...aynı olaya,farklı koşullardan bakmanın nasıl da farklı algılandığını düşünüyorum...örneğin bir karın yağışını düşünüyorum...kaloriferli evinizin penceresinde,elinizde içki kadehiniz,arka fonda sevdiğiniz bir müzik,lapa-lapa yağan karı,bembeyaz ağaçları,kar topu oynayan çocukları Sevgilinizin elini tutarak seyrediyorsanız;kara bakışınız farklıdır...evinizde sıcak bir çorbanız,bir kilo kömürünüz yokken,çocuklarınız soğuktan ve açlıktan titriyorsa;kara bakışınız farklıdır...bizler de 12 eylül sürecini belki de böyle değerlendireceğiz...
önüme gelen Baki Kaymak'ın ayağındaki derin yarayı görünce,gerçeğe dönüyorum...arkasından diğerlerinin yaraları...
eşyalarımız teslim edildi...araçlara bindirildik...nereye götürüleceğimizi merak ediyoruz..."gözaltı" denilen bir yere getirildik..iki bölümden oluşuyordu...bizleri de ikiye bölerek bu koğuşlara yerleştirdiler...2 aydır ailelerimiz bizlerden haber alamıyorlardı..."gözaltı"na getirilince,dışarıya liste asmışlar...böylece ailelerimiz nerede ve sağ olup olmadığımızı öğrenmişler...bizlere elbise gönderebiliyorlardı...ilk işimiz üzerimizdeki elbiseleri DDT li suya koymak oldu...suyun yüzü bitlerle tamamen kaplanıyordu...eski elbiseleri atmıyorduk;tutuklanacağımızı biliyorduk.
"gözaltı" ında ilk iş olarak,Diyarbakır gençlik komitesi olarak çalıştığımız Fırat Bayraktar ve Fatih Binbay ile bir araya geldik...onlara şu değerlendirmeyi yaptım: "arkadaşlar, partili olarak hiyerarşik ilişkimiz sona ermiştir...işkence altında bazı parti sırlarını saklayamadık...kendi adıma,illegaliteyi beceremedim...işkencelerin bu kadar insanlık dış,acımasız olacağını beklemiyordum...bundan sonra büyük olasılıkla çoğumuz tutuklanacağız...cezaevinde aynı koğuşa düşsekte, düşmesekte artık herkes kendi duruşunu kendisi belirleyecek...hangimizin ne kadar hapis yatacağı,sağ çıkıp-çıkmayacağı belli değil...ve ben bir gün dışarıda olursam,illegal koşullarda politik faaliyette bulunmayacağım,çabalarımı yasallık doğrultusunda koyacağım...şansınız açık olsun"...konuşmam sonrasında ikisi de bana sarıldılar,dakikalarca öyle kaldık...
"gözaltı" sürecinde de işkence vardı ama,soruşturmaya göre cennet sayılır...aşağı-yukarı 15 gün sonra savcılığa çıkartılmaya başlandık...beni daha önceden tutuklu olan Şemsi Araç davasından da(İGD) tutuklu olmamdan dolayı, bir gün önce savcılığa çıkarttılar...tüm arkadaşlarla vedalaştık,ağlaştık...beni önce doktora çıkardılar...doktor,ana-avrat küfürlerle bana iki tokat attı... doktoru önceden tanıyorum...Orhan Özcanlı...sonraları sevgi hastaneleri sahibi,Türkeş'in ve İbrahim Şahinin yakın dostları, eşini ödüren bir katil olarak Türkiye'nin gündeminde olacak biri..
 demek muayene yöntemi(!) buydu...sonra savcılık ve cezaevine doğru yolculuk...

cezaevinin kapısından içeri girer girmez,akıl almaz bir şokla karşılaşıyorsun...bir tarafta yüksek sesle,askeri yürüyüşle marş söyleyenler,bir tarafta yerde sürünenler,bir tarafta duvar dibine dizilmiş,ellerine sopalarla dayak atılanlar....korkunç bir uğultu,gürültü...bütün duvarlar,bayrak ve çeşitli resimlerle boyanmış...bu şaşkınlık içinde 37. koğuş denilen hücrelere getirildim...bu koğuş,dört katlı,onar hücreden oluşuyor...hücrelerin içi insanlarla dolu...kapı yok,demir parmaklıklar var...biz koridora girince,hücrelerdeki kişilerden birisi, dikkat! diye bağırıp,komut verdi...bütün hücrelerde bulunanlar hazır ola geçtiler...ne olduğunu anlamadan,7-8 asker koca sopalarla bana vurmaya başladılar...yere düşüyorum,tekmelerle vuruyorlar...kaldırıyorlar,yeniden sopalarla vurmaya başlıyorlar...çocukluğumda anlatılan cehennem tanımı geliyor aklıma...evet burası cehennem...aklımı yitiriyorum...buradan sağ çıkmayacağıma kesin inanmaya başlıyorum...vurmaya devam ediyorlar...bağırmaktan sesim kısılıyor...acıya dayanamıyorum...bir köpek geliyor yanımıza...adı CO imiş...saldır CO!diyorlar...köpek,havlayarak üzerime atlıyor...erkeklik organımdan ısırmaya başlıyor...ne kadar güçte ısıracağı önceden eğitilmiş...ben o andaki korkularımı tarif edemem...artık ayakta duracak halim kalmadı...o arada,bir ses durmalarını emretti...eşyalarımı topladılar,kollarıma girerek idari odaya getirdiler...meğer,evrakımdaki tarih yanlış yazılmış...beni toplayıp,yeniden "gözaltı"na attılar...arkadaşlarım başıma toplandılar...herkeste korkunç bir moral bozukluğu olduğunu görebiliyordum...bizleri nasıl bir cezaevinin beklediğini,günlerimizin nasıl geçeceği belli olmuştu...karın yağışını nasıl karşılayacağımız görülmüştü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder