15 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞKENCE GÜNLERİNDEN NOTLAR/ DİYARBAKIR-7

ertesi gün yeniden cezaevi...
...ertesi gün aynı süreçlerden geçerek,hücrelerden oluşan,37 koğuşta bir hücreye konuldum...bu hücrede,Özgürlük Yolu'ndan Basri Eşidir,esrar davasından Hüseyin İlter ve iki kişi daha vardı...hücreler aslında tek kişilik tasarlanmış ama,bazen 15 kişiye kadar çıkıyorduk...betondan bir seki,kapısı olmayan bir tuvaleti vardı...beton üzerinde sırt-sırta vererek yatıyorduk...bazen kanalizasyonu tıkıyorlardı...o zaman omuzlarımıza kadar bokların içinde kalıyorduk...sabahları içtimalar yapılırdı...bütün hücrelerden sorumlu olan bir kişi,gardiyanlardan herhangi biri girdiğinde mevcut sayıyı söyleyerek komut verirdi...her sabah,herkes hücrelerden çıkartılır,ikişerli sıra halinde dizilir,sağdan başlayarak sayım yapılır,en sondaki kendi rakamını söyleyip,son derdi...yürüyüş başlar ve yüksek sesle marşlar söyletilirdi...bu saatlerce devam ederdi...beni ilk günüm de,en öne durdurdular...yanınızdaki ile dirsek temasına geçip,biri birinizin gözüne bakıp bekliyorsunuz...ileri! komutuyla başınızı sertçe öne çeviriyorsunuz...marş! komutuyla yürüyorsunuz...koordineli yürüyemediğinizde,ayaklardan tek ses çıkmadığında herkes işkenceden geçiriliyor ve yeniden yürütülüyor...ilk günümde en öne alındım demiştim...dirsek temasıyla yanımda kinin gözüne baktım...ileri komutuna rağmen ikimizde ileriye bakmayıp,biri birimize bakmaya devam ettik...çünkü,yanımdaki halamın oğlu İzzettin Erkoç'tu...İGD li...bizim soruşturmamızda yoktu...meğer;daha önceden tutukluluğu olduğu için,onu direkt cezaevine getirmişler...ikimiz için de sürpriz olduğundan,biri birimize baka kaldık...gardiyan yanımıza gelerek,biri birimizi tanıyıp tanımadığımızı sordu...halamın oğlu olduğunu söyledim...komuta uymadığımız için,en çok ikimiz olmak üzere,hepimiz dayaktan geçirildik...kural öyleydi...bir kişi hata yaparsa herkes cezalandırılıyordu...örneğin;Hüseyin İlter dediğim amca Türkçe bilmiyordu...bir tek otuz demeyi biliyordu...sağdan say denilince,herkes sayıyor,Hüseyin amca hangi sırada olursa olsun,örneğin dokuzuncu sırada da olsa otuz diyordu... onu da doğru dürüst söyleyemiyor, ottiz diyordu...tabii biz her seferinde dayak faslından geçiyorduk..
hücrelere döndüğümüzde,hepimiz haşat gibiyiz...gardiyan benim yanıma gelerek iki görev verdi...biri "sen en tahsilli sin,hücrelere yemeği sen dağıtacaksın "...bu iyi...çünkü diğer hücrelerdeki insanlarla temasa geçe bilecektim...nitekim orada,en üst kattaki hücrelerde kalan PKK nın üst düzey insanlarını tanıdım...Mehmet Şener onlardan biridir...Mehmet'in PKK nın cezaevi sorumlusu olduğunu sonraları öğrendim...üst katta kalan bu kişiler,yürüyüşe katılmıyorlar,emirlere uymuyorlardı...idamlıklar deniyordu...sayıları çok fazla değildi...bu kişiler arasında bilgi akışını sağlamaya başladım...onlar bir direniş örgütlemeye çalışıyorlardı...bizlerin en fazla bir ay burada tutulacağını,koğuşlara gidince bu düşüncelerinin yaygınlaştırılmasını istiyorlardı...bizler Kürtçe marş söyleyince koğuştakiler direnişe başlasınlar diyorlardı...bu konuya sonra döneceğim...ikinci görevimi şöyle belirledi, Hüseyin amcayı göstererek"bu i...neye yarına kadar Türkçeyi,andımızı ve gençliğe hitabeyi öğreteceksin"...bu mümkün mü?.değil...bu yarın bir kamyon dayak yememiz anlamına geliyor...bari bir cümle öğreteyim dedim..Mey ulu önder Atatürk" cümlesini bir kaç kez tekrarlattım ve bıraktım...ertesi gün,gardiyanın ilk emri Hüseyin amcaya oldu..."oku bakalım gençliğe hitabeyi"...Hüseyin amca komut ne olursa olsun aynı cümleyi söyleyecektir..."ey ölüm Atatürk" deyince,ikimizi de hücre dışına çıkardılar...bir elimizi diğerinin üzerine koydurup,dayak vaziyeti aldırdılar...benden daha çok amcaya vurdular...ta ki eli patlayıp,kan fışkırıncaya kadar...
bir gün yine bir tutuklu getirdiler...hepimiz ayakta parmaklıklar arkasından seyrediyoruz...gelen genç Nusaybin'li...her gelen gibi, çırılçıplak soydular... "hoş geldin dayağı" atıyorlar...kişinin sünnetsiz olduğunu görünce,çıldırdılar...bir Ermeni düştü elimize diye çığlık atıyorlardı...komalık edinceye kadar dövdüler...sonra,hücrelere dönüp"aranızda sünnet yapmasını bilen var mıdır" diye bağırdılar...bitişik hücrede,daha iki gündür gelmiş olan,cerrahi asistanlarından Dr.Mustafa Ulak bulunuyordu(şimdi Kartal devlet hastanesinde genel cerrah)...Mustafa komut vererek,kendisinin yapabileceğini söyledi...onu hücresinden koridora çıkardılar..."biz sana mı sorduk...başka doktorlarda var,sen niye atıldın hemen"deyip Mustafa'ya vurmaya başladılar...Mustafa,Urafa'nın Hilvan ilçesinden...Urfa'ya doğru domalmasını ve bir Urfa türküsü söylemesini istediler...ona hem türkü söylettiriyorlar,hem dövüyorlardı...hücreye atıp gittiklerinde Mustafa inliyordu..."ben cerrahım,bu ellerle artık nasıl ameliyat yapacağım"...
hücre günleri bu şekilde rutin gidiyordu...bir ay hücrelerde kaldıktan sonra,beni çıkartıp,36 koğuş denilen,sinema salonundan bozma,5 nolunun en büyük koğuşunun önüne getirdiler...koğuş gardiyanı,yakalarımı dahi yırtarak aradıktan ve "hoş geldin dayağı"attıktan sonra,koğuş sorumlusunu çağırarak,koğuşa attı...bizim arkadaşları,sanırım hücreler dolu olduğu için,spor salonuna götürmüşler...orada bir-kaç gün tutup,koğuşlara dağıtmışlar..

yeni bir süreç başlamıştı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder