ertesi gün yeniden
cezaevi...
...ertesi gün aynı süreçlerden geçerek,hücrelerden
oluşan,37 koğuşta bir hücreye konuldum...bu hücrede,Özgürlük Yolu'ndan Basri
Eşidir,esrar davasından Hüseyin İlter ve iki kişi daha vardı...hücreler aslında
tek kişilik tasarlanmış ama,bazen 15 kişiye kadar çıkıyorduk...betondan bir
seki,kapısı olmayan bir tuvaleti vardı...beton üzerinde sırt-sırta vererek
yatıyorduk...bazen kanalizasyonu tıkıyorlardı...o zaman omuzlarımıza kadar
bokların içinde kalıyorduk...sabahları içtimalar yapılırdı...bütün hücrelerden
sorumlu olan bir kişi,gardiyanlardan herhangi biri girdiğinde mevcut sayıyı
söyleyerek komut verirdi...her sabah,herkes hücrelerden çıkartılır,ikişerli
sıra halinde dizilir,sağdan başlayarak sayım yapılır,en sondaki kendi rakamını
söyleyip,son derdi...yürüyüş başlar ve yüksek sesle marşlar söyletilirdi...bu
saatlerce devam ederdi...beni ilk günüm de,en öne durdurdular...yanınızdaki ile
dirsek temasına geçip,biri birinizin gözüne bakıp bekliyorsunuz...ileri!
komutuyla başınızı sertçe öne çeviriyorsunuz...marş! komutuyla yürüyorsunuz...koordineli
yürüyemediğinizde,ayaklardan tek ses çıkmadığında herkes işkenceden geçiriliyor ve
yeniden yürütülüyor...ilk günümde en öne alındım demiştim...dirsek temasıyla yanımda kinin gözüne baktım...ileri komutuna rağmen ikimizde ileriye bakmayıp,biri
birimize bakmaya devam ettik...çünkü,yanımdaki halamın oğlu İzzettin
Erkoç'tu...İGD li...bizim soruşturmamızda yoktu...meğer;daha önceden
tutukluluğu olduğu için,onu direkt cezaevine getirmişler...ikimiz için de
sürpriz olduğundan,biri birimize baka kaldık...gardiyan yanımıza gelerek,biri
birimizi tanıyıp tanımadığımızı sordu...halamın oğlu olduğunu söyledim...komuta
uymadığımız için,en çok ikimiz olmak üzere,hepimiz dayaktan geçirildik...kural
öyleydi...bir kişi hata yaparsa herkes cezalandırılıyordu...örneğin;Hüseyin
İlter dediğim amca Türkçe bilmiyordu...bir tek otuz demeyi biliyordu...sağdan
say denilince,herkes sayıyor,Hüseyin amca hangi sırada olursa olsun,örneğin
dokuzuncu sırada da olsa otuz diyordu... onu da doğru dürüst söyleyemiyor, ottiz
diyordu...tabii biz her seferinde dayak faslından geçiyorduk..
hücrelere döndüğümüzde,hepimiz haşat gibiyiz...gardiyan
benim yanıma gelerek iki görev verdi...biri "sen en tahsilli sin,hücrelere
yemeği sen dağıtacaksın "...bu iyi...çünkü diğer hücrelerdeki insanlarla
temasa geçe bilecektim...nitekim orada,en üst kattaki hücrelerde kalan PKK nın üst düzey insanlarını tanıdım...Mehmet Şener onlardan biridir...Mehmet'in PKK
nın cezaevi sorumlusu olduğunu sonraları öğrendim...üst katta kalan bu
kişiler,yürüyüşe katılmıyorlar,emirlere uymuyorlardı...idamlıklar
deniyordu...sayıları çok fazla değildi...bu kişiler arasında bilgi akışını
sağlamaya başladım...onlar bir direniş örgütlemeye çalışıyorlardı...bizlerin en
fazla bir ay burada tutulacağını,koğuşlara gidince bu düşüncelerinin
yaygınlaştırılmasını istiyorlardı...bizler Kürtçe marş söyleyince koğuştakiler
direnişe başlasınlar diyorlardı...bu konuya sonra döneceğim...ikinci görevimi
şöyle belirledi, Hüseyin amcayı göstererek"bu i...neye yarına kadar
Türkçeyi,andımızı ve gençliğe hitabeyi öğreteceksin"...bu mümkün
mü?.değil...bu yarın bir kamyon dayak yememiz anlamına geliyor...bari bir cümle
öğreteyim dedim..Mey ulu önder Atatürk" cümlesini bir kaç kez
tekrarlattım ve bıraktım...ertesi gün,gardiyanın ilk emri Hüseyin amcaya
oldu..."oku bakalım gençliğe hitabeyi"...Hüseyin amca komut ne olursa
olsun aynı cümleyi söyleyecektir..."ey ölüm Atatürk" deyince,ikimizi
de hücre dışına çıkardılar...bir elimizi diğerinin üzerine koydurup,dayak
vaziyeti aldırdılar...benden daha çok amcaya vurdular...ta ki eli patlayıp,kan
fışkırıncaya kadar...
bir gün yine bir tutuklu getirdiler...hepimiz ayakta
parmaklıklar arkasından seyrediyoruz...gelen genç Nusaybin'li...her gelen gibi,
çırılçıplak soydular... "hoş geldin dayağı" atıyorlar...kişinin
sünnetsiz olduğunu görünce,çıldırdılar...bir Ermeni düştü elimize diye çığlık
atıyorlardı...komalık edinceye kadar dövdüler...sonra,hücrelere
dönüp"aranızda sünnet yapmasını bilen var mıdır" diye
bağırdılar...bitişik hücrede,daha iki gündür gelmiş olan,cerrahi
asistanlarından Dr.Mustafa Ulak bulunuyordu(şimdi Kartal devlet hastanesinde
genel cerrah)...Mustafa komut vererek,kendisinin yapabileceğini söyledi...onu
hücresinden koridora çıkardılar..."biz sana mı sorduk...başka doktorlarda
var,sen niye atıldın hemen"deyip Mustafa'ya vurmaya
başladılar...Mustafa,Urafa'nın Hilvan ilçesinden...Urfa'ya doğru domalmasını ve
bir Urfa türküsü söylemesini istediler...ona hem türkü söylettiriyorlar,hem
dövüyorlardı...hücreye atıp gittiklerinde Mustafa inliyordu..."ben cerrahım,bu
ellerle artık nasıl ameliyat yapacağım"...
hücre günleri bu şekilde rutin gidiyordu...bir ay
hücrelerde kaldıktan sonra,beni çıkartıp,36 koğuş denilen,sinema salonundan
bozma,5 nolunun en büyük koğuşunun önüne getirdiler...koğuş gardiyanı,yakalarımı
dahi yırtarak aradıktan ve "hoş geldin dayağı"attıktan sonra,koğuş
sorumlusunu çağırarak,koğuşa attı...bizim arkadaşları,sanırım hücreler dolu
olduğu için,spor salonuna götürmüşler...orada bir-kaç gün tutup,koğuşlara
dağıtmışlar..
yeni bir süreç başlamıştı..

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder