Salih Şimşek evinde
bulundurduğu kitaplar nedeniyle bizlerden sanırım bir yıl önce (1981)
tutuklanmıştı. O da cezaevinden getirilip, bütün işkence yöntemlerinden
geçirilerek bazı arkadaşlarla yüzleştiriliyordu... Sanırım elektrik askısından
sonra fenalaşınca, yakamdan tutup götürdüler... Göz bağımı açtıklarında yerde
yatanın Salih Şimşek olduğunu gördüm… Gerekli müdahaleleri yapmaya başladım… Su,
pamuk istedim ve ağzına damlatmaya başladım… Bir elimle de elini sıktım…
Tanıyıp- tanımadığımı sordular, tanımadığımı söyledim... Kişinin taşikardisi
olduğunu, yani kalp hastası olduğunu, işkenceye devam edilir ise ölebileceğini
anlattım… Salih abi kendine gelince, benim gözlerimi bağlayıp, yerime
oturttular… Ondan sonra Salih abiye eskisi kadar yüklenmediler... Aynı olay Ali
İhsan Çelik'in de başına geldi…Aynı şeylere yakın durum yaşadık ve ona da bir
hastalık yakıştırıp, daha fazla işkence görmemesine vesile oldum..
Mustafa Güleker olayı
daha enteresan… Mustafayı neredeyse 24 saat yürüttüler… Devrilip düştü odanın
ortasına… Yine beni götürdüler başucuna… Kendi-kendine bir şeyler konuşuyor… Ayaklarına,
bacaklarına bakınca çok korktum… Simsiyah olmuştu… Kangrene doğru gidiyordu… Polislerde
paniğe kapıldı… Ayaklarının havaya kaldırılıp, lasonil pomatla masaj yapılması
gerektiğini, yoksa ayaklarının kesileceğini anlattım… başka bir odaya aldılar
ikimizi… Tuzlu su ve pomadı da getirdiler... Masajı benim yapmamı söylediler ve
gittiler... Mustafa ile konuşmaya çalışıyorum ama nafile… Mustafa şokta… Kendi
kendine konuşuyor, beni tanımıyordu… Anlattıkları saçma sapan şeyler… Kendisinin
bir düğüne gittiğini, orada bir kızla dans ettiğini, bu kızın paşanın kızı
olması nedeniyle askerlerin onu eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünü v.b
anlatıyor… Soruşturmada olduğunu unutmuş, şok halinde hayallerini anlatıyor ve
bunu yaşadığını sanıyordu…
Birkaç not daha…
Soruşturma odasında
herkes sorgu sırasını beklerken, küçük düşürücü, aşağılayıcı birçok hareketlere
de maruz kalıyorduk… Ahmet Polat arkadaşı kapı girişinin bir ucuna, Haşim Çim'i
de bir ucuna oturttular… Hem seslerinden tanıyabiliyorduk, hem de göz bağının altından çaba sarf edersek görebiliyorduk… Soruşturmanın ekibini lideri olduğu
belli olan kişi diğerlerine emir yağdırdı..."odaya her giriş-çıkışınızda
bu iki i...ye tokat atacaksınız "..ve öyle yapmaya başladılar... Ceketlerinin
kolları kopmuş, gömlekleri paramparça bir halde, bıyıklarının bir tarafı
yolunmuş halde her gelen kişiden tokat yiyorlar...bazen bizleri daha küçük bir
odada sıkışık bir şekilde ayakta bekletilirler... Nedenini anlayamazdık…Yine böyle bir günde,
nefes alamaz durumdayken, Haşim Çim arkadaşımızın sesi
yükseldi..."komutanım ben ölüyorum, nefes alamıyorum"... Polisler
Haşim arkadaşı aldılar, korkunç bir dayaktan geçirip, getirdiler…Ve sordular
"şimdi nefes alabiliyor musun o...çocuğu" ..Haşim de biraz
iyileştiğini söyledi..."demek ki dayak sana iyi geliyor"...Haşim'in
yanıtına o halde gülmeye başladık..."komutanım kan akımını artırdı ondandır"...Haşim'i tekrar yanımıza getirdiler ve Haşim yine nefes
alamadığını söyleyince "gel senin kan akımını arttıralım gel" deyip
yeni bir dayak faslı başlatıyorlardı...sanırım Haşim'in astımı vardı ondan
nefesi daralıyordu...
Yine bir gün içeri
hışımla girdiler polisler… Herkesi sıra dayağından geçirdiler...herkesin
mesleklerini sorup ona göre de soru soruyorlardı...sıra Nevzat Temel'e geldi.. Nevzat
öğretmen olduğunu söyleyince, istiklal marşının 10 kıt'asını oku
dediler...müziksiz söyleyince insanlar şiiri unutuyor tabi...Nevzat'ta birinci kıt'asını okudu, ikinci kıt'asında takıldı...çatma diyor arkası gelmiyor...sonra
devam etti..."çatma kaşlarım.. "deyince, polis devam etti..."ey
nazlı güzel"...tabi bunun sonucu bir kamyon dayak... Soruşturma sonrası
Nevzat ile bu konuları konuşurken sordum... "neydi o çatma kaşlarını
"...Nevzat diyor ki "ya abi o ortamda aklıma gelmiyor bir türlü, düşündüm;
çatılsa-çatılsa ne çatılır, kaş çatılır diye mantık yürüyüp devam
ettim"...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder