15 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞKENCE GÜNLERİNDEN NOTLAR/ DİYARBAKIR-5

Salih Şimşek evinde bulundurduğu kitaplar nedeniyle bizlerden sanırım bir yıl önce (1981) tutuklanmıştı. O da cezaevinden getirilip, bütün işkence yöntemlerinden geçirilerek bazı arkadaşlarla yüzleştiriliyordu... Sanırım elektrik askısından sonra fenalaşınca, yakamdan tutup götürdüler... Göz bağımı açtıklarında yerde yatanın Salih Şimşek olduğunu gördüm… Gerekli müdahaleleri yapmaya başladım… Su, pamuk istedim ve ağzına damlatmaya başladım… Bir elimle de elini sıktım… Tanıyıp- tanımadığımı sordular, tanımadığımı söyledim... Kişinin taşikardisi olduğunu, yani kalp hastası olduğunu, işkenceye devam edilir ise ölebileceğini anlattım… Salih abi kendine gelince, benim gözlerimi bağlayıp, yerime oturttular… Ondan sonra Salih abiye eskisi kadar yüklenmediler... Aynı olay Ali İhsan Çelik'in de başına geldi…Aynı şeylere yakın durum yaşadık ve ona da bir hastalık yakıştırıp, daha fazla işkence görmemesine vesile oldum..
Mustafa Güleker olayı daha enteresan… Mustafayı neredeyse 24 saat yürüttüler… Devrilip düştü odanın ortasına… Yine beni götürdüler başucuna… Kendi-kendine bir şeyler konuşuyor… Ayaklarına, bacaklarına bakınca çok korktum… Simsiyah olmuştu… Kangrene doğru gidiyordu… Polislerde paniğe kapıldı… Ayaklarının havaya kaldırılıp, lasonil pomatla masaj yapılması gerektiğini, yoksa ayaklarının kesileceğini anlattım… başka bir odaya aldılar ikimizi… Tuzlu su ve pomadı da getirdiler... Masajı benim yapmamı söylediler ve gittiler... Mustafa ile konuşmaya çalışıyorum ama nafile… Mustafa şokta… Kendi kendine konuşuyor, beni tanımıyordu… Anlattıkları saçma sapan şeyler… Kendisinin bir düğüne gittiğini, orada bir kızla dans ettiğini, bu kızın paşanın kızı olması nedeniyle askerlerin onu eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünü v.b anlatıyor… Soruşturmada olduğunu unutmuş, şok halinde hayallerini anlatıyor ve bunu yaşadığını sanıyordu…



Birkaç not daha…
Soruşturma odasında herkes sorgu sırasını beklerken, küçük düşürücü, aşağılayıcı birçok hareketlere de maruz kalıyorduk… Ahmet Polat arkadaşı kapı girişinin bir ucuna, Haşim Çim'i de bir ucuna oturttular… Hem seslerinden tanıyabiliyorduk, hem de göz bağının altından çaba sarf edersek görebiliyorduk… Soruşturmanın ekibini lideri olduğu belli olan kişi diğerlerine emir yağdırdı..."odaya her giriş-çıkışınızda bu iki i...ye tokat atacaksınız "..ve öyle yapmaya başladılar... Ceketlerinin kolları kopmuş, gömlekleri paramparça bir halde, bıyıklarının bir tarafı yolunmuş halde her gelen kişiden tokat yiyorlar...bazen bizleri daha küçük bir odada sıkışık bir şekilde ayakta bekletilirler...  Nedenini anlayamazdık…Yine böyle bir günde, nefes alamaz durumdayken, Haşim Çim arkadaşımızın sesi
yükseldi..."komutanım ben ölüyorum, nefes alamıyorum"... Polisler Haşim arkadaşı aldılar, korkunç bir dayaktan geçirip, getirdiler…Ve sordular "şimdi nefes alabiliyor musun o...çocuğu" ..Haşim de biraz iyileştiğini söyledi..."demek ki dayak sana iyi geliyor"...Haşim'in yanıtına o halde gülmeye başladık..."komutanım kan akımını artırdı ondandır"...Haşim'i tekrar yanımıza getirdiler ve Haşim yine nefes alamadığını söyleyince "gel senin kan akımını arttıralım gel" deyip yeni bir dayak faslı başlatıyorlardı...sanırım Haşim'in astımı vardı ondan nefesi daralıyordu...
Yine bir gün içeri hışımla girdiler polisler… Herkesi sıra dayağından geçirdiler...herkesin mesleklerini sorup ona göre de soru soruyorlardı...sıra Nevzat Temel'e geldi.. Nevzat öğretmen olduğunu söyleyince, istiklal marşının 10 kıt'asını oku dediler...müziksiz söyleyince insanlar şiiri unutuyor tabi...Nevzat'ta birinci kıt'asını okudu, ikinci kıt'asında takıldı...çatma diyor arkası gelmiyor...sonra devam etti..."çatma kaşlarım.. "deyince, polis devam etti..."ey nazlı güzel"...tabi bunun sonucu bir kamyon dayak... Soruşturma sonrası Nevzat ile bu konuları konuşurken sordum... "neydi o çatma kaşlarını "...Nevzat diyor ki "ya abi o ortamda aklıma gelmiyor bir türlü, düşündüm; çatılsa-çatılsa ne çatılır, kaş çatılır diye mantık yürüyüp devam ettim"...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder