15 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞKENCE GÜNLERİNDEN NOTLAR/ DİYARBAKIR-9

KOĞUŞTA BİR GÜN:sabah erkenden "koğuş kalk" komutuyla uyandırılıyorduk...ranzalar iki katlıydı...herkese birer bardak su verilir,bu suyla hem tıraş olmalıydık hem de yüzümüzü yıkamamalıyız...tıraş sonrası "sayım düzeni" alınırdı...yataklarımızı el birliğiyle jilet gibi yapardık...gardiyan"36. koğuş!" diye bağırır...koğuştakiler, bir ağızdan "emret komutanım" diye yanıt verir...mazgal açılır ve gardiyanın yüzü gözükür...koğuş sorumlusu,asker imişiz gibi,"rahat!hazır ol!" komutundan sonra,bir diyerek başını sağındaki arkadaşına döner,sağındaki iki diyerek sayım hızla tamamlanır...koğuş sorumlusu mazgalın önüne giderek,ayağını sertçe yere vurur,kendi künyesini söyler,"36.koğuş şu kadar kişiyle emrinize amadedir komutanım" diyerek bitirirdi...gardiyan belli sayıda kişinin gelmesini ister,sabah kahvaltısını getirmek için...koğuş içinde sıralanırken yaşlı,hasta ve sakat olanların en sonda durmasını ister,kapıya en yakın durmayı ise nöbete koyardık...çünkü;her hangi bir şey için kişi istendiğinde bu kişiler giderdi...her gidiş-geliş mutlaka dayakla sonlanırdı...sabah genellikle birer kepçe taşlı mercimek dağıtılırdı...kahvaltı sonrası ikişerli sıraya geçilir,yürüyüş halinde yüksek sesle marş söylenir...bu marş söylemeler(90 na yakın) zamanla beyninizde öylesine otonom sisteme atılıyor ki;siz marş söylerken, hayallere dalabiliyorsunuz...Nazım Hikmet'in Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler şiirini geçiririm içimden...
içeride bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın Dünyanın kalabalığına Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içeride,
Dışarıda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa...
ben en çok kızımı,eşimi hayal ediyordum...bir de çocukları,okul çocuklarını...hayalimde balkona çıkıyordum...bir okulun bahçesini seyrediyordum...çocukların koşuşturmalarını,cıvıltılarını dinleyerek seyrediyorum...bir de çiğ köfte ve rakıyı hayal ediyordum...
havalandırma yoksa öğle yemeğine kadar bu şekilde devam edilirdi...öğle yemeğinden sonra yine marş,yine yürüyüş...bu şekilde konuşmalarımız ve düşünmemiz engellenmeye çalışılıyordu...hep aynı saatte naylon bidonlarda çay getirmeye gidilirdi...naylon bardaklarda içilir,nispeten sohbet etme olanağı çıkardı...en keyifli saatti...ayaklarımıza kara sular indikten sonra,naylon bidon ve bardakta da olsa,hayat öpücüğü gibi gelirdi...öylesine bağımlılık yapmıştı ki; getirmedikleri gün hepimizin başı ağrırdı...sonra yine marş,yine yürüyüş...akşam yemeğinden sonra yat emriyle yatılır...kımıldamak,konuşmak yasak...yan yana yatanlar fısıltıyla konuşurdu...ispiyoncular dan korkulurdu...ertesi gün ispiyoncular,idareye çağrılır...arkasından ispiyon ettikleri çağrılır,işkenceden geçirilir...akşam ikişer saat arayla nöbet tutulurdu...nöbeti biten,sonrakileri kaldırırdı...nöbetçi gardiyanlar çoğu zaman mazgalı açar bakar...o mazgalı açınca,nöbetçi kapının yanma gider,künyesini okur,saat kaç nöbetçisi olduğunu söyler,vukuatım yoktur komutanım diyerek bitirirdi...bu konuşmalar sırasında şaşırırsa,dayak vaziyeti saldırtılırdı...
HAVALANDIRMA:günün bir saatinde havalandırmaya çıkartılır...ikişerli sıralanır,askeri yürüyüşle marşlar söylenerek,döner dururuz...diğer koğuşların marşları da karışınca cezaevini büyük bir gürültü kaplar...her havalandırmada dayak yemeden dönülmezdi...bazen "yat-sürün" komutuyla saatlerce süründürülür,bazen da biri diğerinin sırtına bindirilerek koşturulurdu...bu havalandırma bölümünde atlayamayacağım bir kaç anım var...5. koğuşta iken çıktığımız havalandırmada yine sırtımıza birini bindirerek koşturuyorlar...Mehmet Şener’in abisi İhsan Şener de bizim koğuşta...onun da sırtına birini bindirdiler... ne var ki;İhsan kalp hastası...kalp kapaklarında kireçlenme(stenoz) var...bu hastalığın en büyük riski efordur...nefes darlıkları ve çarpıntıyla ölüm bile gerçekleşebilir...İhsan'a baktım durumu kötü...her şeyi göze alıp,sırtımdakini yere bırakıp,gardiyanın yanma gittim...tekmil verip,İhsan'ın kalp hastası olduğunu,birini taşımasının onu öldürebileceğini söyledim...İhsan'ı çağırdı...nefes-nefeseydi İhsan...onu duvar dibine aldı,beni de dayağa...olsun amacıma ulaştım ya...dayaktan sonra "sen hangi eğitim enstitüsünden mezunsun" demez mi...bu koğuşta gülme konularımızdan biri olmuştu...diğer anımsa,1983 ocağındaydı...o kış müthiş bir kar yağmıştı...arkasından don...havalandırmalar bir metreden fazla buz tutmuştu...üst tarafımız çıplak halde bizleri havalandırmaya çıkardılar...toplu dayaktan sonra,sürünerek bu buzları eritmemiz istendi...saatlerce o buzların üzerinde süründürdüler...ama hiçbirimiz hasta olmadık...bunun tıbbi bir açıklaması var...inanç ve öfke insanda böbrek üstü bezlerden kortizon salgılanmasına neden olur...kortizon ise sizi korur...dışarıda bu yüzden en ufak soğukta hastalanıyoruz...
BANYO:haftada bir gün banyoya götürülürdük...koğuştan yarı çıplak sürünerek çıkarılırdık...banyoda üzerimize hortumla su sıkılır,yine sürünerek getirirlerdi...
KANTİN:bizlere ailelerimizden idarenin belirlediği miktarda para gelirdi..bu paralar koğuşun ortak parasıydı...sipariş listesi çıkarılır...gardiyana verilir...bisküvi,reçel,yağ falan...siparişleri almak için belli sayıda kişi istenir...koşturarak çıkarız...yine marşlar söyleyerek giderdik...bizim siparişlerle ilgisi olmayan mallar verilirdi...Örneğin;çuvallar dolusu pul biber ya da kasalar dolusu soğan verilirdi...bir gün bu soğan kasalarından iki tanesini bana taşıtıyorlar...ben de ufak tefek adam olduğum için taşıyamadım...gardiyan dayaktan geçirip" bir de doktor olacaksın lan i...ne" dedi...ben ve PKK davasından Hüseyin Deniz(tahliyeden sonra öldürüldü) bu olayları çay molalarında piyes hale getirip,koşullar ne olursa olsun gülmeye ve güldürmeye çalışırdık...yine 5.koğuştayız...Kenan Akgün, hücrede beraber kaldığım Basri Eşidir (ÖY)ve Siirt'en yanlışlıkla bizim davaya dahil edilen Turgay Giray Poturnak (ÖY) var...Basri bembeyaz saçları,simsiyah teniyle Afrikalılara benziyordu...çay molasında Basri’yi tiye alırdık...Hüseyin gardiyan,ben Basri olurdum...Hüseyin bana bağırır" hey lan Afrikalı gel buraya!"...ben koşarak yanına gelir" ben Basri Eşidir Yukarı Çat emret komutanım" deyince Basri dahil hepimiz gülerdik...bir de Poturnak’ı taklit ederdik...bu arkadaşımız oldukça nazik biriydi...boyu da uzundu...ancak koordineli yürümeyi tam beceremediğinden sıranın en sonunda yürütülürdü...Hüseyin yine gardiyan konumunda bana bağırır" hey.'Poturnak senin boyun uzun.sen en öne geç!"...ben koşarak Hüseyin'in yanına gelir,tekmil verir" rica ederim komutanım siz öne buyurun" der ve gülmeye başlardık...ama bunların acısını çektim,sonra anlatacağım...
GÖRÜŞ SAATİ: haftanın bir günü ailelerimizle görüştürülür dük...görüş yeri demeye bin şahit ister...hem bizim tarafta çok sıkı tel örgüler vardı,hem görüşmecilerimizin tarafında...loş bir ortamda karşıyı seçmek neredeyse imkansız...görüşmecisi gelenler kapı önüne çıkartılır...sürünerek,vücudumuza inen sopalar eşliğinde görüş yerine getirilirdik...ellerimizi arkamıza bağlamamız,Kürtçe konuşmamamız,siyasi laflar ve cezaevi ile ilgili bir şey konuşmamamız tembih edilirdi...görüş sırasında hem kendi ta rafımızda, he m ailelerimizin tarafında gardiyan bulunurdu...bizim tarafımızdaki gardiyanın ayağı bizim ayağımız üstünde sürekli basılı tutulurdu...en ufak bir şeyde hızla ayağımıza vurulurdu...dışarıda da ailelerimizin çektikleri ayrı bir güvenceymiş...bir-iki dakika sürmez biterdi...yine sürünerek ve dayaklarla dönerdik...bu yüzden ailelerimize, her hafta gelmemelerini,15 gün veya ayda bir gelin derdik...Türkçe bilmeyen ailelerin durumları çok daha vahimdi...umarım bunu diğer arkadaşlar anlatırlar...
MAHKEMEYE GİDİŞ:mahkeme günlerini de ayrı bir işkenceye çevirmişlerdi...aynı marşlar ve dayaklar eşliğinde,ayaklarımıza zincirler bağlanıp kapalı araçlara bindirilir dik...arkadakinin başı öndekinin sırtına gelecek şekilde sıralanırdık...bir gardiyan da yanımızda olurdu...buna rağmen bunu bir fırsata dönüştürüp,fısıltıyla biri birimizle bilgi alışverişi yapardık...direniş haberinin ve gününün yaygınlaştırılmasında çok yararlandık...aynı şekilde dönerdik...eğer onlara göre bir hatamız olmuş ise,beş-altı gardiyan o kişiyi ayırıp ayrı işkenceden geçirirdi...çoğu zaman,mahkeme sonrası koridorlar yıkatılırdı...koridorlara bol su dökülür,mahkumlar aynı hizada,paspas ya da süpürgeyle suları giderlere boşaltırdı...sonra sürünerek kurutulurdu...
bir de hastalanmayacaksınız...TBC’ li, epilepsili ve diğer kronik hastalığı olan arkadaşlar var...bunların tedavileri gerekmektedir...o anda akut gelişen durumlar oluyor...koğuş sorumlusu hasta listesini gardiyana verir,gardiyan hepsini mazgal önüne çağırır ve sen, sen diyerek içlerinden birkaç
tanesini seçer...bu yüzden gerçekten ağır durumu olmayan arkadaşlar revire yazılmazdı ki;gitmesi gereken arkadaşlara mani olmayalım diye....
KOĞUŞ ARAMALARI:neden niçin bilinmez ama,ayda bir kaç kez koğuş araması yapılır...bunun saati falan yok...gece 3 de olabilir,öğle de olabilir...önce herkes ranza altına diye komut verilir...herkes ranza altına sığmaya çalışır...mümkün mü? dışarıda kalanlar yandı... sonra herkes dışarı çıkartılır ve bütün gardiyanlar sopalarla saldırıya geçer...bir kişiye çok acırdım:KURTULUŞ davasından Mardin'li Tahsin...epilepsisi vardı ve her aramada çırpınarak ranza altında kalırdı...arama dedikleri şeyin ne olduğunu içeri girince anlardık...bütün yağlar,reçeller,diğer yiyecekler, parçalanmış elbiseler biri birine karıştırılmış durumda...10 dakika içinde toparlanmamız istenir...herkes ne bulduysa kaldırır,daha sonra eşyalar sahiplerine verilir...eşya dediğimde elbise dışında bir şey değil...her kişinin bir işareti vardı oradan ayırt ederdik...
günler,aylar cehennemi aratmadan geçiyor...bizler bir çıkış yolu arıyoruz...Şahin her gün aynı soruyu soruyor...bu durumdan nasıl kurtulacağız...bu idarenin kulağına gitmiş olacak ki;36.koğuşu dağıttılar...beni 5. koğuşa verdiler...seremoni aynı...bu koğuşta Kenan Abi’yi (Kenan Akgün), görünce çok sevindim....
direniş günlerine yaklaşıyoruz....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder