KOĞUŞTA BİR GÜN:sabah erkenden "koğuş kalk"
komutuyla uyandırılıyorduk...ranzalar iki katlıydı...herkese birer bardak su verilir,bu suyla hem tıraş olmalıydık hem de yüzümüzü yıkamamalıyız...tıraş
sonrası "sayım düzeni" alınırdı...yataklarımızı el birliğiyle jilet
gibi yapardık...gardiyan"36. koğuş!" diye bağırır...koğuştakiler, bir
ağızdan "emret komutanım" diye yanıt verir...mazgal açılır ve
gardiyanın yüzü gözükür...koğuş sorumlusu,asker imişiz gibi,"rahat!hazır
ol!" komutundan sonra,bir diyerek başını sağındaki arkadaşına döner,sağındaki iki
diyerek sayım hızla tamamlanır...koğuş sorumlusu mazgalın önüne giderek,ayağını
sertçe yere vurur,kendi künyesini söyler,"36.koğuş şu kadar kişiyle
emrinize amadedir komutanım" diyerek bitirirdi...gardiyan belli sayıda
kişinin gelmesini ister,sabah kahvaltısını getirmek için...koğuş içinde
sıralanırken yaşlı,hasta ve sakat olanların en sonda durmasını ister,kapıya en
yakın durmayı ise nöbete koyardık...çünkü;her hangi bir şey için kişi
istendiğinde bu kişiler giderdi...her gidiş-geliş mutlaka dayakla
sonlanırdı...sabah genellikle birer kepçe taşlı mercimek dağıtılırdı...kahvaltı
sonrası ikişerli sıraya geçilir,yürüyüş halinde yüksek sesle marş söylenir...bu
marş söylemeler(90 na yakın) zamanla beyninizde öylesine otonom sisteme atılıyor
ki;siz marş söylerken, hayallere dalabiliyorsunuz...Nazım Hikmet'in Hapiste Yatacak
Olana Bazı Öğütler şiirini geçiririm içimden...
içeride bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın Dünyanın kalabalığına Öylesine karışmalı
ki,
Sen ürpermelisin içeride,
Dışarıda
kırk günlük yerde yaprak kımıldasa...
ben en çok kızımı,eşimi hayal ediyordum...bir de
çocukları,okul çocuklarını...hayalimde balkona çıkıyordum...bir okulun
bahçesini seyrediyordum...çocukların koşuşturmalarını,cıvıltılarını dinleyerek
seyrediyorum...bir de çiğ köfte ve rakıyı hayal ediyordum...
havalandırma yoksa öğle yemeğine kadar bu şekilde devam
edilirdi...öğle yemeğinden sonra yine marş,yine yürüyüş...bu şekilde
konuşmalarımız ve düşünmemiz engellenmeye çalışılıyordu...hep aynı saatte
naylon bidonlarda çay getirmeye gidilirdi...naylon bardaklarda içilir,nispeten
sohbet etme olanağı çıkardı...en keyifli saatti...ayaklarımıza kara sular
indikten sonra,naylon bidon ve bardakta da olsa,hayat öpücüğü gibi
gelirdi...öylesine bağımlılık yapmıştı ki; getirmedikleri gün hepimizin başı
ağrırdı...sonra yine marş,yine yürüyüş...akşam yemeğinden sonra yat emriyle
yatılır...kımıldamak,konuşmak yasak...yan yana yatanlar fısıltıyla
konuşurdu...ispiyoncular dan korkulurdu...ertesi gün ispiyoncular,idareye
çağrılır...arkasından ispiyon ettikleri çağrılır,işkenceden geçirilir...akşam
ikişer saat arayla nöbet tutulurdu...nöbeti biten,sonrakileri
kaldırırdı...nöbetçi gardiyanlar çoğu zaman mazgalı açar bakar...o mazgalı
açınca,nöbetçi kapının yanma gider,künyesini okur,saat kaç nöbetçisi olduğunu
söyler,vukuatım yoktur komutanım diyerek bitirirdi...bu konuşmalar sırasında
şaşırırsa,dayak vaziyeti saldırtılırdı...
HAVALANDIRMA:günün bir saatinde havalandırmaya çıkartılır...ikişerli
sıralanır,askeri yürüyüşle marşlar söylenerek,döner dururuz...diğer koğuşların
marşları da karışınca cezaevini büyük bir gürültü kaplar...her havalandırmada
dayak yemeden dönülmezdi...bazen "yat-sürün" komutuyla saatlerce
süründürülür,bazen da biri diğerinin sırtına bindirilerek koşturulurdu...bu havalandırma bölümünde atlayamayacağım bir kaç anım var...5. koğuşta iken
çıktığımız havalandırmada yine sırtımıza birini bindirerek
koşturuyorlar...Mehmet Şener’in abisi İhsan Şener de bizim koğuşta...onun da
sırtına birini bindirdiler... ne var ki;İhsan kalp hastası...kalp kapaklarında
kireçlenme(stenoz) var...bu hastalığın en büyük riski efordur...nefes
darlıkları ve çarpıntıyla ölüm bile gerçekleşebilir...İhsan'a baktım durumu
kötü...her şeyi göze alıp,sırtımdakini yere bırakıp,gardiyanın yanma
gittim...tekmil verip,İhsan'ın kalp hastası olduğunu,birini taşımasının onu
öldürebileceğini söyledim...İhsan'ı çağırdı...nefes-nefeseydi İhsan...onu duvar
dibine aldı,beni de dayağa...olsun amacıma ulaştım ya...dayaktan sonra
"sen hangi eğitim enstitüsünden mezunsun" demez mi...bu koğuşta gülme
konularımızdan biri olmuştu...diğer anımsa,1983 ocağındaydı...o kış müthiş bir
kar yağmıştı...arkasından don...havalandırmalar bir metreden fazla buz
tutmuştu...üst tarafımız çıplak halde bizleri havalandırmaya çıkardılar...toplu
dayaktan sonra,sürünerek bu buzları eritmemiz istendi...saatlerce o buzların
üzerinde süründürdüler...ama hiçbirimiz hasta olmadık...bunun tıbbi bir
açıklaması var...inanç ve öfke insanda böbrek üstü bezlerden kortizon
salgılanmasına neden olur...kortizon ise sizi korur...dışarıda bu yüzden en
ufak soğukta hastalanıyoruz...
BANYO:haftada bir gün banyoya götürülürdük...koğuştan yarı
çıplak sürünerek çıkarılırdık...banyoda üzerimize hortumla su sıkılır,yine
sürünerek getirirlerdi...
KANTİN:bizlere ailelerimizden idarenin belirlediği miktarda
para gelirdi..bu paralar koğuşun ortak parasıydı...sipariş listesi
çıkarılır...gardiyana verilir...bisküvi,reçel,yağ falan...siparişleri almak
için belli sayıda kişi istenir...koşturarak çıkarız...yine marşlar söyleyerek
giderdik...bizim siparişlerle ilgisi olmayan mallar
verilirdi...Örneğin;çuvallar dolusu pul biber ya da kasalar dolusu soğan
verilirdi...bir gün bu soğan kasalarından iki tanesini bana taşıtıyorlar...ben
de ufak tefek adam olduğum için taşıyamadım...gardiyan dayaktan geçirip"
bir de doktor olacaksın lan i...ne" dedi...ben ve PKK davasından Hüseyin
Deniz(tahliyeden sonra öldürüldü) bu olayları çay molalarında piyes hale
getirip,koşullar ne olursa olsun gülmeye ve güldürmeye çalışırdık...yine 5.koğuştayız...Kenan Akgün, hücrede beraber kaldığım Basri Eşidir (ÖY)ve
Siirt'en yanlışlıkla bizim davaya dahil edilen Turgay Giray Poturnak (ÖY)
var...Basri bembeyaz saçları,simsiyah teniyle Afrikalılara benziyordu...çay
molasında Basri’yi tiye alırdık...Hüseyin gardiyan,ben Basri olurdum...Hüseyin
bana bağırır" hey lan Afrikalı gel buraya!"...ben koşarak yanına
gelir" ben Basri Eşidir Yukarı Çat emret komutanım" deyince Basri
dahil hepimiz gülerdik...bir de Poturnak’ı taklit ederdik...bu arkadaşımız
oldukça nazik biriydi...boyu da uzundu...ancak koordineli yürümeyi tam
beceremediğinden sıranın en sonunda yürütülürdü...Hüseyin yine gardiyan
konumunda bana bağırır" hey.'Poturnak senin boyun uzun.sen en öne
geç!"...ben koşarak Hüseyin'in yanına gelir,tekmil verir" rica ederim
komutanım siz öne buyurun" der ve gülmeye başlardık...ama bunların acısını
çektim,sonra anlatacağım...
GÖRÜŞ SAATİ: haftanın bir günü ailelerimizle görüştürülür dük...görüş yeri demeye bin şahit ister...hem bizim tarafta çok
sıkı tel örgüler vardı,hem görüşmecilerimizin tarafında...loş bir ortamda
karşıyı seçmek neredeyse imkansız...görüşmecisi gelenler kapı önüne
çıkartılır...sürünerek,vücudumuza inen sopalar eşliğinde görüş yerine getirilirdik...ellerimizi
arkamıza bağlamamız,Kürtçe konuşmamamız,siyasi laflar ve cezaevi ile ilgili bir
şey konuşmamamız tembih edilirdi...görüş sırasında hem kendi ta rafımızda, he m
ailelerimizin tarafında gardiyan bulunurdu...bizim tarafımızdaki gardiyanın ayağı
bizim ayağımız üstünde sürekli basılı tutulurdu...en ufak bir şeyde hızla
ayağımıza vurulurdu...dışarıda da ailelerimizin çektikleri ayrı bir güvenceymiş...bir-iki dakika sürmez biterdi...yine sürünerek ve dayaklarla dönerdik...bu yüzden ailelerimize, her hafta gelmemelerini,15 gün veya ayda bir
gelin derdik...Türkçe bilmeyen ailelerin durumları çok daha vahimdi...umarım
bunu diğer arkadaşlar anlatırlar...
MAHKEMEYE GİDİŞ:mahkeme günlerini de ayrı bir işkenceye
çevirmişlerdi...aynı marşlar ve dayaklar eşliğinde,ayaklarımıza zincirler
bağlanıp kapalı araçlara bindirilir dik...arkadakinin başı öndekinin sırtına
gelecek şekilde sıralanırdık...bir gardiyan da yanımızda olurdu...buna rağmen
bunu bir fırsata dönüştürüp,fısıltıyla biri birimizle bilgi alışverişi yapardık...direniş
haberinin ve gününün yaygınlaştırılmasında çok yararlandık...aynı şekilde
dönerdik...eğer onlara göre bir hatamız olmuş ise,beş-altı gardiyan o kişiyi
ayırıp ayrı işkenceden geçirirdi...çoğu zaman,mahkeme sonrası koridorlar
yıkatılırdı...koridorlara bol su dökülür,mahkumlar aynı hizada,paspas ya da
süpürgeyle suları giderlere boşaltırdı...sonra sürünerek kurutulurdu...
bir de hastalanmayacaksınız...TBC’ li, epilepsili ve diğer
kronik hastalığı olan arkadaşlar var...bunların tedavileri gerekmektedir...o
anda akut gelişen durumlar oluyor...koğuş sorumlusu hasta listesini gardiyana
verir,gardiyan hepsini mazgal önüne çağırır ve sen, sen diyerek içlerinden
birkaç
tanesini seçer...bu yüzden gerçekten ağır durumu olmayan arkadaşlar
revire yazılmazdı ki;gitmesi gereken arkadaşlara mani olmayalım diye....
KOĞUŞ ARAMALARI:neden niçin bilinmez ama,ayda bir kaç kez
koğuş araması yapılır...bunun saati falan yok...gece 3 de olabilir,öğle de
olabilir...önce herkes ranza altına diye komut verilir...herkes ranza altına
sığmaya çalışır...mümkün mü? dışarıda kalanlar yandı... sonra herkes dışarı
çıkartılır ve bütün gardiyanlar sopalarla saldırıya geçer...bir kişiye çok
acırdım:KURTULUŞ davasından Mardin'li Tahsin...epilepsisi vardı ve her aramada
çırpınarak ranza altında kalırdı...arama dedikleri şeyin ne olduğunu içeri
girince anlardık...bütün yağlar,reçeller,diğer yiyecekler, parçalanmış
elbiseler biri birine karıştırılmış durumda...10 dakika içinde toparlanmamız
istenir...herkes ne bulduysa kaldırır,daha sonra eşyalar sahiplerine
verilir...eşya dediğimde elbise dışında bir şey değil...her kişinin bir işareti
vardı oradan ayırt ederdik...
günler,aylar cehennemi aratmadan geçiyor...bizler bir çıkış
yolu arıyoruz...Şahin her gün aynı soruyu soruyor...bu durumdan nasıl
kurtulacağız...bu idarenin kulağına gitmiş olacak ki;36.koğuşu
dağıttılar...beni 5. koğuşa verdiler...seremoni aynı...bu koğuşta Kenan Abi’yi
(Kenan Akgün), görünce çok sevindim....
direniş
günlerine yaklaşıyoruz....

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder